Üstad Necip Fazıl, bir sözünde “Güzel için yaşıyoruz bir bakıma.” der. Bizi biz yapan bütün güzel duygularda olduğu gibi, sevme duygusunda da sahteliği yaşıyoruz maalesef. Sevmek; insan için bir ihtiyaç, bir zorunluluk ifade ediyor. Bu yüzden hiçbir zaman sevme durumunu hissetmekten, bu duyguyu tadmaktan vazgeçemiyoruz. Ama etrafımıza baktığımızda ne tür bir bağ olursa olsun (arkadaşlık, dostluk vs.) çoğu ilişkide sevginin yozlaştığını görüyoruz. Bu duyguya gerçek manada ulaşamıyoruz. Sonuç; hayal kırıklığı, hüsran, hatta belki daha üzücü şeyler… Bu konuda yaptığımız yanlışlardan biri de; sevme konusunda sınırlarımızı bilmiyor oluşumuz… Bu durumda ilişkilerimizde birçok problemi beraberinde getiriyor.
Büyük Doğu Mimarı, ‘İdeolocya Örgüsü’ isimli eserinde şöyle der; “Allah’ı sev! Ne kadar?
Psikoloji bilimine marksist-sosyalist yaklaşımın önemli temsilcilerinden biri olan Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” isimli eserinde sevgi mevzuunda koymamız gereken sınırlar çok bariz görülür. Fromm kitabında sevgi türlerini ayrı ayrı değerlendirirken, birbirleri arasındaki farka dikkat çekiyor. Sevgi türlerini; anne sevgisi, baba sevgisi, kardeş sevgisi, kişinin kendine sevgisi, Mutlak’a duyulan sevgi gibi başlıklara ayırıp, değerlendiriyor. Erıch Froom’un İslam inancını benimsemeyen bir Yahudi ve hadiselere kuru akılla yaklaşan bir materyalist olduğunu düşünürsek; kuru aklın bile sevgi hususunda sınırlara ihtiyaç duyduğunu fark edebiliriz.
Bir de Erich Fromm, bu kitabında önemli bir ilişkiden bahsediyor. Konuyla direkt alakalı olmasa da dolaylı olarak ilgisi var. O yüzden bu noktayı paylaşmak istedim. Fromm, sevgi ile inanç arasındaki bağa dikkat çekiyor kitabında. Ve inancı az olanın sevgisinin de az olacağını söylüyor. Sevmek eyleminin aslında bir inanç eylemi olduğunu belirtiyor. Bu noktada Abdülhakîm Arvasi Hazretleri’nin “İnan da istersen bir odun parçasına inan.” sözüyle inanmaya verdiği değerin hakikatini hatırlıyoruz. Buradan da kendimize şöyle bir pay çıkarabiliriz; inancımızın sağlam ve kuvvetli olması, sevmek için çok önemli bir bağ…
Konumuza dönersek; Büyük Doğu-İbda Hikemiyatı’nın da insan ve toplum meselelerini kapsayan her konuda olduğu gibi cemiyet hayatımızdaki sınırlar üzerinde de söyleyecekleri var. Şöyle ki; “Babanı sev, anneni sev, zevceni sev, çocuğunu sev, toprağını sev, dilini sev, ocağını sev! Ne kadar?... Herbirinin ifadelendirdiği had çerçevesini taşırmayacak ve onu daha üstün çerçeveye karıştırmayacak kadar…” (Necip Fazıl Kısakürek -İdeolocya Örgüsü-) İnsan ruhunun sadece belirli sınırlar içinde gerçek manasını bulabileceği hakikatini düşününce, Üstad’ın haklılığını anlayabilmek de mümkün hale geliyor.
Son olarak yine “İdeolocya Örgüsü”nde geçen şu cümleler, meseleyi hakkıyla noktalandırmaya yetiyor gibi. “Ve nihayet milletini sev! Ne kadar?... Ona yalnız “Seni senin için seviyorum, sen ne olsan yine severim!” demiyecek kadar… “Seni böyle olduğun için seviyorum; ve sen sevilecek bir millet olduğun için böyle oldun!” diye düşünecek kadar… O zaman onu bu hudut içinde hudutsuz sevebilir; ve bu sevgiyi, kabuk değil de, öz; zarf değil de mazruf; posa değil de cevher milliyetçiliği halinde sistemleştirebilirsin!...”
İşte meselenin tam olarak anlaşılması gereken noktası da bu sanki. “Hudut içinde hudutsuz sevebilmek”…
Aylık Dergisi 166. Sayı, Temmuz 2018