Ebü’l-Hasan el-Melti’ye göre; ilk Haricîler hükmün sadece ALLAH (CC)’a ait olduğunu dillendiren, Hz. Ali (RA)’ın Ebu Musa el-Eşari’yi hakem tayin etmesiyle kâfir olduğunu ileri süren “Muhakkime”  taifesidir. Bu taife, Hz. Ali ve Hz. Muaviye (RAnhüm) arasında arabuluculuk yapmak üzere hakemlerin belirlendiği günde Allah’ın dışında hiç kimsenin hüküm yetkisinin olmadığını iddia ederek Hz. Ali (RA)’a karşı çıktıklarından bu ismi almışlardır.
Dr. Nasirü’l-Akl şöyle der: “Haricîler zalim yöneticilere karşı çıkan, büyük günah işleyenleri tekfir edenlerdir.”
HARİCÎLER’İN HARURA’YA ÇEKİLMESİ VE İBN ABBAS’IN ONLARLA MÜNAZARASI
Hz. Ali (RA)’ın ordusunun Sıffin’den dönüp Kufe’ye doğru yol alması sırasında Haricîler büyük bir grup halinde ordudan ayrıldı. Ayrılan büyük grubun sayısı on bin küsur olarak tahmin edilmiştir. Bu bölünme Hz. Ali (RA)’ın yanında kalmaya devam eden Müslüman topluluğunu endişelendirdi. Hz. Ali (RA), itaatinde kalan ordu ile Kûfe’ye girinceye kadar yürüdü. Halife Hz. Ali (RA), ayrılan Haricî grubuyla ilgilendi. Bu grubun, fiilen Müslüman topluluğundan ayrıldıkları anlamını taşıyan namaz kıldırmak için birini, savaş için başka birini emir tayin etmeleri, biatin sadece Allah (CC)’a yapılabileceği ve marufun emredilip münkerden sakındırma ilkelerini ortaya koymaları şeklinde bir düzenlemeye gittiklerinin haberini aldıktan sonra çok yakından ilgilendi. Bu grubu Müslüman topluluğuna döndürmeyi çok arzu etti. Bu amaçla İbn Abbas’ı onlarla ayrılma konularını tartışmak üzere kendilerine gönderdi. İbn Abbas yaşadıklarını bize şöyle rivayet eder: “Onlara doğru gitmeye karar verdim. Yemen’in olabilecek en güzel hüllesini giydim. Saçımı taradım. Gündüz ortası bir yerde yanlarına vardım. Beni gördüklerinde şöyle dediler: “Hoş geldin, Ey İbn Abbas! Bu elbisen de ne?” Şöyle dedim: “Beni ayıplıyor musunuz? Vallahi Resûlullah’ın üstünde olabilecek en güzel elbiseyi gördüm. Bu konuda şu ayet inmiştir: “De ki: Allah’ın kulları için yaratıp ortaya çıkardığı ziyneti, temiz ve hoş rızıkları haram kılmak kimin haddine.” Dediler ki: “Niye buraya geldin?” Dedim ki: “Ben, Muhacir ve Ensar olan sahabenin ve Hz. Peygamber (SAV)’in amcaoğlu damadının yanından geldim. Kur’an onların üzerlerine inmiştir. Bundan dolayı onlar Kur’an tefsirini sizden daha iyi bilirler. Sizin aranızda Kur’an’ın kendi üzerine indiği kimse yoktur. Ben, onların dediklerini size, sizin dediklerinizi de onlara aktaracağım. O sırada onlardan bir grup bana yöneldi. Onlara dedim ki: “Resûlullah (SAV)’in sahabelerine ve amcaoğluna olan kininizin sebebi nedir?” Dediler ki: “Üç neden vardır.” “Nedir onlar?” dediğimde şöyle açıklama yaptılar: “Birincisi, Yüce Allah (CC) ‘Hüküm yetkisi yalnız Allah (CC)’ündür.’ Buyururken O Allah (CC)’a ait bir işte insanları hakem olarak kabul etti. İnsanların hükümle ne işi var?” “Bu birincisi; peki ikincisi nedir?” dedim. Şöyle söylediler: “O Sıffin’de savaştı, ama ne kimseyi esir aldı ne de ganimet… Eğer savaştıkları kâfir idiyseler onları esir almak helal idi, eğer mümin iseler esir almak ve onlarla savaşmak helal olmaz idi.” “Bu ikincisi, üçüncüsü nedir?” dediğimde şöyle dediler: “Kendisi Emirü’l-müminin sıfatını (yazılan antlaşmada) sildirip bu sıfattan vazgeçti. Eğer müminlerin emiri değilse, o zaman kâfirlerin emiridir.” Dedim ki: “Bunların dışında bir şey var mı?” “Bunlar bize yeter dediler.”
Onlara dedim ki: “Söyler misiniz eğer Allah’ın Kitabından, Peygamber’in Sünnetinden söylediklerinizi çürütecek deliller getirirsem dönecek misiniz?” “Evet” dediler. Onlara dedim ki: “Allah’ın dininde insanların hüküm vermesi konusundaki görüşünüze gelince, bir dirhemin dörtte birinin değeri konusunda, bir de kadı ve eşinin arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi konusunda Yüce Allah (CC)’ın hakemliği insanlara bıraktığına dair sizlere delil getireceğim. Yüce Allah bu konuda insanlara hakemlik yapmalarını emretmiştir. Yüce Allah’ın bu sözünü bilmiyor musunuz?” “Ey iman edenler! Siz ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden biri onu bilerek öldürürse kendisine öldürdüğü o hayvanın benzeri bir ceza vardır ki, Kâbe’ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adalet sahibi iki adam hüküm edecektir.” (Maide, 95) “İşte bu insanlara verilen hakemlik yetkisidir.”
Allah aşkına söyler misiniz? İnsanların arasını bulmak ve kanların akmasını durdurmak için hakemlik yapmak mı üstündür yoksa değeri dirhemin dörtte biri olan tavşan hakkında hakemlik mi üstündür? diye sorduğumda “İnsanların arasını bulmak ve kanların akmasını durdurmak daha için hakemlik yapmak daha üstündür.” dediler. Yüce Allah buyurur ki: “Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe edersiniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin.” (Nisa, 35) Allah aşkına söyler misiniz, insanların arasını bulmak ve kanlarının akmasını durdurmak için hakemlik yapmak mı üstündür, yoksa kadın ve erkek arasını bulmak için hakemlik yapmak mı? Şimdi bu düşüncenizden vazgeçtiniz mi? diye sorduğumda “evet” dediler.
“Ali savaştı, ne kimseyi esir aldı ne de ganimet aldı” sözünüze gelince; anneniz Aişe’yi esir alır mısınız? O annenizken başka kadınlarda helal gördüğünüzü onda helal görecek misiniz? Eğer “başka kadında helal gördüğümüzü onda da helal görürüz” diyorsanız siz kâfirsiniz. Eğer, “annemiz değil” diyorsanız Kur’an’ın şu ayetini inkâr etmiş olursunuz: “Peygamberlerin müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır. (O bir baba konumunda olduğundan) onun eşleri de müminlerin anneleridir.” (Ahzab, 6) Görülüyor ki siz iki sapıklık arasında bocalıyorsunuz. Gelin bir çıkış yoluyla bundan kurtulun. Şimdi bu düşüncenizden vazgeçtiniz mi? dediğimde “Evet” dediler.
Sonra şöyle devam ettim: “Kendisinden Emirü’l-müminin sıfatını sildirip bu sıfattan vazgeçmesi konusunda da hoşnut olacağınız delilleri size arz edeceğim: Hz. Peygamber (SAV) Hudeybiye gününde müşriklerle anlaşma yaptı. Antlaşmayı yazması için Hz. Ali (RA)’a şöyle buyurdu: “Ya Ali şöyle yaz: Bu Allah’ın Resulü Muhammed’in yaptığı antlaşmadır.” Bunun üzerine müşrikler dediler ki: “Şayet senin Allah resulü olduğunu bilseydik senle savaşmazdık.” Bu gelişme üzerine Resûlullah (SAV) şöyle buyurdu: Ya Ali, Allah’ın Resulü sözcüğünü sil. Allah’ım sen bilirsin ki ben senin Resulünüm, sil ya Ali ve şöyle yaz : “Bu, Abdullah’ın oğlu Muhammed’in üzerine antlaştığı maddelerdir.”
Görüldüğü gibi vallahi Resûlullah Ali’den üstünken “Resûlullah” sıfatını silmiştir. Bu onun kendisini peygamberlikten çıkardığı anlamına gelmiyor. Şimdi bu düşüncenizden vazgeçtiniz mi? “Evet” dediler. Bunun üzerine onlardan iki bin kişi Müslüman topluluğuna geri döndü. Geri kalanlar ise karşı çıkıp muhalif olmalarına devam ederek sapıklıklarını savunmak için kendileriyle savaşan Ensar ve Muhacirlerle savaştılar.
HZ. OSMAN VE HZ.ALİ’Yİ TEKFİR ETMELERİ
Haricîler, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (RAnhüm)’un halifeliklerini geçerli bulmakla Şia’dan ayrılıyorlar. Haricîler, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (RAnhüm)’un halifeliklerinin meşru bir halifelik olduğuna inanıp doğruluğunda ve meşrutiyetinde onlara göre hiçbir şek ve şüphe bulunmamaktadır. Rafizîlerin inancına tutulanlar hariç hiç kimse bunda şüphe etmez. Haricîler ilk iki halifeye karşı bu inancında doğru ve isabetli bir karara vardılar. Onlar bu hususta başarılı oldular. Fakat onlardan sonraki halifeler hakkındaki inançlarında helak oldular. Zira şeytan onlara rehberlik yaptı, Hz. Osman (RA) hakkındaki inançları konusunda onları haktan ve doğrudan uzaklaştırdı. Şüphesiz şeytan onları düşmanlarının kendisine karşı kin güttüğü bir zamanda Hz. Osman (RA)’ın hilafetini inkâr etmeye sevk etti. Ayrıca tahkim olayından sonra Hz. Ali (RA)’ın hilafetini de inkâr ettiler. Bunların ötesinde kötü inançları onları Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Amr b. As, Ebu Musa el-Eş’ari, Abdullah b. Abbas, Cemel ve Sıffin’e katılanları (RAnhüm) kâfir olmakla suçladılar. Şehristanî, Haricî fırkaların büyük günahlarını saydıktan sonra şöyle der: “Haricîlerin bütün fırkalarını bir araya toplayan ‘Osman ve Ali’den beriyiz’ sözleridir. Haricîler onlardan beri olmayı her türlü ibadetten üstün görürler… Bu inanç sadece işitilmekle bile batıl olduğu açıktır, bu inanç sapıklıktır, aklı çelmedir, hakkı bir tarafa koymaktır. Şeytan, Haricîleri bu inançlarıyla baştan çıkarmış, böylece şeytanın tebaasından olmuşlardır. Onların, bahsi geçen Resûlullah (SAV)’in Sahabelerin küfrüne inanmaları birçok sebepten batıldır: 1) Şüphesiz ki Yüce Allah (CC) Sahabelerin, insanların iyiliği için meydana çıkartılmış en hayırlı ümmet olduğunu bildirmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmuş: “(Ey ümmet-i Muhammed!) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz. Çünkü Allah’a inanırsınız.” (Ali İmran, 110)
Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “İnsanların en hayırlısı benim içinde bulunduğum asrın insanlarıdır. Sonra ikinci, sonra üçüncü asrın insanlarıdır” En hayırlı olmalarının nedeni şu ki, insanlar Hz. Peygamber (SAV)’i inkâr ederken onlar iman etti, insanlar yalanlarken onlar doğruladı, insanlar yüz üstü bırakırken onlar yardım ettiler, barındırdılar. 2) Yüce Allah aziz kitabının birçok yerinde onların hakiki ve samimi imanlarına şahitlik etmiştir. Yüce Allah (CC) şöyle buyurur: “İnsanlar içinde İbrahim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar, bu peygamber ve bu peygambere iman edenlerdir.” (Ali İmran, 68) Bu ayetteki “Bu peygambere iman edenler” sözünün ilk kapsayacağı kişiler sahabe-i kiramdır. Allah Teâlâ hepsinden razı olsun. Çünkü onlar tartışmasız bu hitabın kapsamına girecek ilk ve en faziletli kişilerdir. Fakat Allah, Haricîlerin kalbini hakkı kabul etmekten uzaklaştırdı. 3) Yüce Allah (CC) muhkem ve saygın kitabında sahabeden razı olduğunu, onların da Allah’tan razı olduklarını, onların cennetlerde devamlı kalacaklarını ve kendilerine büyük başarı olacağı ile müjdelediğini haber verdi. Yüce Allah (CC) şöyle buyurdu: “İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tabi olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar onlara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte bu en büyük bahtiyarlıktır.” (Tevbe, 100). Bu ayet, sahabenin kâfirliğine inananların sapıttığına dair açık ve net Kur’an ifadesidir. Zira bunlar Allah’ın razı olduğu kişileri kâfir olmakla suçladılar. Şüphesiz Allah’ın razı olduğu kişileri tekfir etmek Allah’a zıt gitmektir, başkaldırmadır, haddi aşmaktır. İşte bu haddi aşma Rafizîlerin ve dinden çıkan Haricîlerin sıfatıdır. Yüce Allah (CC) şöyle buyurur: “Gerçekten Allah, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, müminlerden razı oldu. Onların kalplerindeki ihlası bildiği için üzerlerine sekine, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle mükâfatlandırdı.” (Fetih, 18) Bu ayeti kerimede ise yüce Allah, Hudeybiye’ye katılan Resûlullah (SAV)’in sahabeleri olan iman ordusundan razı olduğunu ilan etmiştir. Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Zübeyr (RAnhüm) bu iman ordusunun arasında idi. Hudeybiye antlaşması sırasında Hz. Osman (RA) Peygamber (SAV)’in elçisi olarak Mekke’de idi. Resûlullah (SAV), Hz. Osman (RA)’ın yerine biat etti, kendi elini onun eline vekil kıldı.   

Baran Dergisi 477. Sayı