Millet bu vaziyetin hesabını sormazsa bile, Allah’ın soracağını yine en iyi siz biliyorsunuz!
7 Ekim’de bir avuç akıncı Filistinlinin gerçekleştirdiği huruç hareketinin sene-i devriyesini idrak ederken, cereyan eden hadiselerin ötesinde, gerisinde, berisinde değil de tam kalbinde yer alan memleketimizin, bütün yetkileri elinde toplamış bulunan Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir hasbihal edelim.
Sizin yapmış olduğunuz konuşmaları Yahudilerin zerre kadar umurunda olmadığını biliyorsunuz.
Siz, "Hamas Türkiye’nin ileri uç savunmasını yapıyor" derken, partinizin içi ve çevresinde çöreklenmiş mamacıların, "Ulan tam da İsrail'le işleri yerine koyuyor, para kazanmaya başlayacaktık, Hamas'ın Allah belasını versin" diye beddualar ettiğini de biliyorsunuz.
Sizin konuşmalarınızın, Gazze'de yaşanan ve kısa bir zaman zarfında sınırımıza kadar dayanacak hadiseleri teshir edici olmadığını da biliyorsunuz.
Siz, "İsrail Gazze'yle sınırlı kalmayacak, yarın sınırlarımıza dayanacak derken" başında olduğunuz devletin sivil ve askerî bürokratlarının kıçında pireler uçuştuğunu da biliyorsunuz.
Amerika tarafından Türkiye'ye karşı, Yahudi’ye destek olsun diye eğitilip, donatılan PKK-PYD'yi bir lahza bile beklemeksizin vurmanın, Ortadoğu savaşındaki simetrik dengeleri altüst edici olacağını ve bunun Türkiye için mutlak bir zorunluluk olduğunu da biliyorsunuz.
Fikirde mübhem, aksiyonda açık olmadığınız ve sürekli yapmak yerine konuştuğunuz için söylemin artık bir anlamı kalmadığını, lâfın yalama olduğunu da biliyorsunuz.
BM konuşmanızın bir kısmını Gazze'deki mazlumlara ve Yahudi mezalimine ayırdıktan sonra, konuşmanızın kalan kısmında yapmış olduğunuz temiz enerji ve çevrecilik konuşmasının "biz sizin koymuş olduğunuz çerçeveye uygun hareket ediyoruz" anlamına geldiğini de biliyorsunuz.
Yine Birleşmiş Milletler'de mutat konuşmayı yapıp ve herkesin zaten domuz gibi bildiği aynı lakırdıları tekrarlamak yerine, "burası misyonunu yerine getirmekten aciz bir müessesesidir, Gazze'de yaşananlar karşısında seyirci kalarak BM varlık sebebini yitirmiştir ve üstlenene kadar burada konuşma yapmanın bir anlamı yoktur" deyip, asıl tartışmanın fitilini ateşlemeniz ve bombayı kucaklarına bırakıp, çıkmanız gerektiğini de biliyorsunuz.
Sizin Netanyahu'nun durdurulması için teklif ettiğiniz "caydırıcı insanlık ittifakı" değil de "caydırıcı devletler ittifakı"nın zaten kurulduğunu, siyasî, askerî ve ekonomik tüm güçleriyle Yahudilerin etrafında kenetlendiklerini, bu denklemin ancak "sağına soluna bakmadan ben varım" diyecek bir babayiğitin marifetiyle çözülebileceğini de biliyorsunuz.
Eski defterleri açıp açıp, orada tesadüf ettikleri garantörlük ve güvenlik paktı gibi teşebbüsleri ısıtıp, bunun adına da dış siyaset diyenlerin, bit pazarına nur yapmasını bekleyenlerle eşdeğer olduğunu da biliyorsunuz.
İsrail'le ticaret yasak olduğu halde, yasakla alakalı bir yaptırım olmadığı için, limanlarımızdan çıkan ticaret gemilerinin başka bir limanı dolaşmak yahut navigasyon kapatıp Yahudi limanlarına yanaştığını, bu gemilerin büyük bir kısmının da yakın çevrenizdeki tiplerin olduğunu da biliyorsunuz.
15 Temmuz'dan sonra kapatılan Harp Akademilerinin yerine tamamen sizin inisiyatifinizle kurulan Millî Savunma Üniversitesi'nin, kuruluşu üzerinden daha yedi sene geçmemişken, verdiği mezunların kazan kaldırmasına bakarak, bu işlerin tabela değiştirmekle olmayacağını da biliyorsunuz.
En güvendiğiniz ve sağlam karakterli diye nitelediğiniz tiplerin bile, kendisine görev tevdi edilip, ağzına kadar necasetle dolu müesseselerdeki görevlerine gelir gelmez nasıl rezil rüsva tiplere dönüştüğünü de en iyi siz biliyorsunuz.
Anadolu'nun bağımsızlığının önündeki en büyük engellerden biri olan Türkiye ekonomisinin, en mühim zafiyeti olan Türk Lirası'nın altın gibi hakiki bir değere çıpalanmadığı sürece, burada faiz arttırıp, dışarıdan içeriye sıcak para sokup, sonra misliyle geri ödenirken bunun yeni krizlere sebeb olacağını, bunun da başka türlü bir tutsaklık olduğunu da biliyorsunuz.
5816 sayılı kanun kaldırılmadıkça ve hakikatler hür bir şekilde konuşulmadıkça milletimizin kendi tarih muhasebesini yapamayacağını, nereden geldiğimizi ve nereye gitmemiz gerektiğini tayin edemeyeceğimizi, içeride ve dışarıda neye nasıl bakmamız gerektiğinin ölçütlerini benimsenemeyeceğini, yalanlardan türeyen bir gerçekliğe mahkûm bırakıldığımız sürece hakikate yabancı kalınacağını, esas tutsaklığın bu vaziyet ve bu iklimden türeyen yahut başkalaşanlar olduğunu da biliyorsunuz.
Yarın Yahudi gelip sınırlarımıza dayandığında, kafalarına büst atarak savaşamayacağımızı yine en iyi siz biliyorsunuz.
Devletin bütün imkânlarını seferber ettiğiniz halde senelerdir bir tane içten yanmalı bir tane de jet motorunun üretilememesinin sebebinin siyasî tercihlerden değil de memleketin içine edilmiş jenisinden kaynaklandığını, itibarı tamamı zengin adamın kasasında toplanmışken kimsenin keşif dehasına ermek gibi romantik bir çileye talip olmayacağını, böylesine stratejik bir plana sağlanan kaynağa bile sadece rant gözüyle bakıldığını da biliyorsunuz.
İnsanı canavara, hapishaneleri canavar ambarına çeviren, o ambarlarda yer kalmadığında ise kurtları kuzu sürüsünün arasına salmayı adalet telakki eden sistemin hukukla ve adaletin tesis edilmesiyle uzaktan yakından alakası olmadığını da biliyorsunuz.
Bütün yayın organlarından milletimizin üzerine kanalizasyon gibi her türlü rezillik idealize edilerek akıtılırken, müfredat değiştirmekle yeni insan ve toplum davası güdülemeyeceğini de biliyorsunuz.
Parti teşkilatı ve bürokratlar Müslüman milletimize tıpkı Kemalistler gibi tepeden bakarken, karşısında el pençe divan durduğu, şirin görünmek için kırk takla attığı batıcı Kemalistlerin olası bir kriz anında pılını pırtısını toplayıp, aidiyet duygularının hakiki diyarı Batı memleketlerine defolup gideceklerini, burada bizim baş başa kalacağımızı da biliyorsunuz.
Dünyanın parası harcanarak işletilmeye çalışılan gençlik vakıflarının “nesil” yerine parsacı genç yetiştirdiğini, bütün bu organizasyonun ancak parti çevrelerinin arpalığına hizmet ettiğini de biliyorsunuz.
Saçma sapan yapım şirketlerine, medya patronlarına, oyunculara, şarkıcılara, köşe yazarlarına, gazetecilere, trollere milyarlarca lira döküp kültürel iktidar olunamadığını da bilirsiniz.
Milletimizi, uğrunda can feda bir ideal etrafında birleştirmedikçe, bizi o ideale ulaştıracak gaye ve vasıta bir fikir sistemine bağlanılmadıkça, tüm kaynaklar organize bir şekilde bu ideale ulaşmak üzere seferber edilmedikçe, belli başlı planlarda ne kadar muvaffak olunursa olunsun, yapılan bölük pörçük işlerle tam kalbine girmek üzere olduğumuz fırtınalı denizden sağ salim çıkmamızın mümkün olmadığını da biliyorsunuz.
Yapılan hizmetler bir ideale götürmedikçe, köprüler, yollar altından bile inşa edilse milletin nazarındaki değerinin üç gün bile sürmediğini de biliyorsunuz.
Şiddetle, çok şiddetle, en acayip bir şiddetle, insanlık tarihi boyunca bir eşi benzerine daha rastlanmamış bir şiddetle esas kınanması gerekenin Netanyahu falan değil, bizzat biz, siz, hepimizin olduğunu da biliyorsunuz.
“Sende benim kadar gerçekleri biliyorsun” diyen şarkıyı da biliyorsunuzdur muhakkak.
Bütün bunları biliyorsanız, sorması ayıptır, siz daha ne bekliyorsunuz?
Millet bu vaziyetin hesabını sormazsa bile, Allah’ın soracağını yine en iyi siz biliyorsunuz!
Aylık Baran Dergisi 32. Sayı, Ekim 2024