Arkasına sığınılan tek bir kişi var bugün ve iş onun da hatırının kalmayacağı noktaya doğru gidiyor! Her çürük meyve gibi, yanındaki/çevresindeki üç beş sağlam meyveyi de çürütmeye başlayanlar, acımasızca atılmak zorundadır ki; torbadaki diğer meyveler sağlam kalsınlar!
17/25 Aralık öncesini düşünün. Hatta 2014’ün ilk yarısını... “Maklubeciler ve Kaşık Sallayanları Şirketi!” Kimdi bunlar? Zerre kadar İslâmî hassasiyeti olmayan, tek hassasiyeti açıkta veya oruç gününde viskisini içerken yakalanmak, “kapak olmaktan” korkmak olanları hatırlayın!.. “2. Cumhuriyeti” insanımıza matah bir şeymiş gibi hedef gösterenleri hatırlayın… Gülenistlerin artıkları ile beslenmeyi “fisebillillah millete hizmet” ve arada aldıkları bir iki müdür koltuğunu “kadrolaşma” olarak gören safdilleri hatırlayın... Ahmakça bir şehvete kapılıp, darbe gibi operasyon yapan Gülenistlerin etraftan çekilmeye başlamasıyla görüldü ki, başkalarının şehveti çok daha büyük, ahmakça ve sefihceymiş, Gülenistler bunları meğer baskı altında tutarak görülmesini engelliyormuş! İpinden kurtulan sığır gibi etrafta dolaşmaya başladılar. Dolaştıkları yerde devirdikleri çamları birileri kayda geçirip “servis” ettiğinde de “FETÖ kumpası” diye yılışık bir şekilde açıklama haysiyetsizliğini gösteriyorlar üstelik! Elbette bu servis işini en sistemli yapanlar Gülenistler ve Kemalistler, orası ayrı… Başkalarının yanlış veya yanlış gibi görülen iş ve sözleri üzerinden kendini doğrulatma, daha doğrusu mecbur kılma onursuzluğu devri artık kapandı; ama çürümüş ve çürütenler bunu görmüyorlar.
Gösteririz, Allah'ın izniyle!
*
Bu şahıslar “her şeyi sineye çekmemiz gerektiği”ni söylüyorlar. “Bulunmaz Hint kumaşı imiş” bunlar çünkü. “Kumpaslar yapılırken Reis’in yanında dik durmuşlar.” çünkü! Mefhum-u muhalifi olarak acaba, “Reis’in etrafı kumpasçı ve sefil sefihlerle dolu” demek mi istiyorlar? Öyleyse bile bizi bağlamaz, “Reis” düşünsün. Kendi çete savaşlarını memleket meselesi olarak gösteren çer-çöpleri artık herkes çürüksünüz diye damgalamalıdır.
Reis’in konuşma metinlerini tertipleyen, arşivciliğiyle bilinen ve “Angara” vekili olan biri ile ismi Pelikan’a çıkmış çete arasında kavga var mesela. Pelikan vakti zamanında “maklubeye kaşık sallayanlar”dan oluşuyor çoğunlukla… Angara milletvekilinin 15 Temmuz sonrası yazdığı yazılarında, “tipik ve bayağı” türünden bir “tarihselci” olan profesör ünvanlı Mustafa Öztürk’ü “FETÖ ile mücadelede sembol” olarak göstermesi, elbette unutulmaz. Bu ikisinin “tarikatların denetlenmesi” gerekliliği üzerine yazıları da…
“Mevlana’yı anma törenleri” bağlamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Türkçe salavat ve dua” ile “Mevlevî ayini gösterisi” tertiplemesi üzerine neredeyse Ak Parti içinde yer alan çetelerin tüm unsurlarının ortaya çıkıp “CHP kafası işte bu, Türkçe ibadeti getirmeye hazırlanıyor.” türü laflar etmesi ve burada da Murat Bardakçı’nın “kılavuzluğunda” yürümeleri dikkat çekici.
Bu laflar ortalıkta dönerken Isparta emniyetince gözaltına alınan “FETÖ’cü kadınların” sözde çıplak aramalara tâbi tutulmaları gündemdeydi. Bahsettiğimiz çeteler de istisnasız “FETÖ yalanı” diyerek ortaya çıktılar malum.
Bunların hemen üzerine de “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi” isimli, birçok kanun maddesinde değişiklik yapılmasını havi bir teklif, çok önemli, hayati bir teklifmiş gibi alelacele komisyona sürülüp oldu bitti ile genel kuruldan geçerek çıkarıldı. Başlığının afili görülmesine bakmayın, dert kitle imha silahları değil, Irak, Suriye ve Filistin’de “5’li Çete”nin pisliklerine ve açtığı problemlere engel olmaya çalışan silahlı veya silahsız teşekkül ve şahıslara yönelik sert tedbirler alınması ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Avrupa Birliği’nden sonra Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın yani “5’li Çete”nin hâkimiyetini tanımasına yönelik bir düzenleme bu.
Bu üst üste gelen üç hadise üzerinden Ak Parti içinde yer alan çetelerin, milletin değil kendi menfaatleri için “kavga ettiklerini” tespit etmek mümkündür.
*
Türkçe Mevlevî şovunda ortada CHP ve İmamoğlu ismi geçmese, çetelerin tek laf edeceklerini düşünmek, muhal! Angara milletvekilinin sembol yaptığı tefsircinin “Türkçe ibadet” edilmesine itirazı yok, çok önceden bunu söylemişti zaten. Diğer çetenin hakimiyetinde olan yayınlarda da “rengarenk derviş kıyafetli kadın semazenler” zaten var ve bunların ekserisinin hele başlarında olan Can Paker'in “namazla niyazla” ilgileri zaten pek yok, dolayısıyla ibadetin dilinin de zerre kadar ehemmiyetinin olmadığını buradan anlayın. Kısaca CHP goygoyu dışında burada söyleyecekleri hiçbir şey yok.
Çıplak arama ortaya çıktığında sessizliğe bürünmeleri, bir başka çete unsurunun, ki bayan veya kadın üstelik bu, “inanmıyorum” demesi, polislerin yanında saf tutması elbette unutulmaz. Ardından geçmiş senelerde çıplak aramaya maruz kalan kadın ve erkeklerin ortaya çıkıp açıklama yapmaları üzerine, hiç şüphesiz çete unsuru veya geçimini “sosyal media”dan sağlayanların öncülüğünde “bu kadını” savunanların ortaya çıkması da unutulmaz.
15 Temmuz’un hemen ertesinde, 16 Temmuz’da, silahlı çatışma ile teslim alınanlar olsa belki “kanun ve yönetmelikler çerçevesinde” mazur görülebilecek “darbecilerin ters kelepçeli ve iç çamaşırlı” fotoğraflarını gözlerinizin önüne getirin. Onların ezici çoğunluğu kendiliğinden (üstelik sabahın ilk ışıklarından itibaren) askerî savcıya teslim olan, saatlerce bulundukları üslerde savcı ve polise derleme toparlama esnasında yardım eden, hiçbir zor kullanmada bulunmayan insanlardı. Evet, tabiatıyla şüpheli kategorisindelerdi; ama teslim olmuşlardı. Başlarına gelenler de malûm! Genelkurmay’ın yayınladığı bildiri (hâlâ websitesinde) ile neredeyse kahraman ilan edilen Akın Öztürk’ün evinden kendi giderek teslim olduktan sonraki fotoğrafını gözünüzün önüne getirin. Hulusi Akar’ın yaveri Levent Türkkan’ın halini de!
15 Temmuz ile birlikte işkence ve kötü muamelenin şiddetli bir şekilde arttığı hususunda da bu çetelerin unsurları dışında herkes hemfikir; kaldı ki sefih unsurlar da biliyorlar bunu, sadece inkâr ediyorlar.
Şimdi onlara da müjde (!) verelim öyleyse. Seslerini çıkarmadıkları ve destekledikleri konvansiyonel silahlarla ilgili BM boyunduruğu kanununun geçmesiyle, ellerinde bulunan STK üzerinden bir anda “terörü finanse etmek” ile suçlanıp, BM “silahlı gücü” başkanlığında kolluk güçlerinin yapacakları operasyonlarla ters kelepçeli olarak gözaltına alınıp kötü muameleden sayılmayan “ıslak havlu”lu sorgudan geçmelerinin önünde kendi tuzu kuru egoları dışında hiçbir engel kalmamıştır.
Daha geçenlerde ABD tarafından kara listeye alınan iki önemli kurumun başında olanların, hem de Türk kanunlarına uygun olarak gözaltına alınıp sorgulanması önünde de engel kalmıyor. Bunu bir kenara koyun… Üstünü kapatmaları gerekirken bu sefil sefihler eliyle lüzumsuz yere büyütülen “MİT Tırları” dosyasından Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çoktan başvuru yapılmıştı. Rıza Zarrab dosyası ABD’de, üstelik burada basına düşmeyen ses kayıtlarıyla hazırda bekletilmekte. Peki ilk akla gelen bu iki hareketli dosyada hedef olarak kim alınabilir? Tüm bu çürümüş ve çürüten asalakların arkasından iş çevirdiği “Reis!”
17/25’den sonra, 2014 yılında külliyede yapılan milli bayramlardan birinde “Benim çocuğumun kaderi Bilal ile niye bağlansın!” denilebiliyorsa, bunlar ve çeteleri hala orada durabiliyorsa... Meclisten geçirilmeye çalışılan bu kanun ile kader bağlarının koparılmaya çalışıldığını söylemek insafsızca olmaz herhalde!
*
15 Temmuz’da milletin zaferi üzerinden onursuz bir anlaşma ile Mavi Marmara’ya saldıran İsrail’in sorumluları “parası verilerek” affedilmiş, bir milletin tarihine “onursuzluk” olarak yazılacak madde ile mağdurlar başka makamlar nezdinde dava açar ve kazanırlarsa şayet, tazminatı Türkiye Cumhuriyeti’nin ödeyeceği ilave edilmişti. Yurtdışında açılan bir dava üzerinden öğreniyoruz ki, herkesin bildiği maddeler dışında çok daha onur kırıcı gizli maddeler de mevcutmuş.
Peki bu kanun teklifi resmîleştiği takdirde herkesin bildiği maddeler dışında gizli maddeler olmayacağının güvencesi var mı?
Veya en azından, bu kanun resmîleşmeden önce, yurtdışındaki basında ismi teröre destek olanlar (yardım yapan dernekler, vakıflar olarak anlayın bunu) diye geçen, Türkiye kanunlarına göre kurulmuş ve faaliyette bulunan STK ve idarecileri ile, yukarıda bahsettiğimiz iki dosya (MİT Tırları ve Zarrab Dosyası) için kesin bir güvence alınmış mıdır, buna dair evrak verilmiş midir?
Ak Parti’nin içinde yer alan “çeteler/gruplar” kendi menfaatlerini memleket faydası olarak göstermekte hüner sahibiler. Aslında neredeyse hiçbirinin diğerlerinden farkı yok ve içlerindeki çok az sayıda samimi insan ise ancak “kapıları tıklanınca” uyanacak. Bu anlaşılıyor.
“2023 başka kimin hedefi?” diye sormuştuk. Çok açık yazalım, komisyonda görüşülmekte olan kanun teklifi, içerideki polisiye darbeler ve saçma sapan, içinde bin hesap bulunan 15 Temmuz teşebbüsü ile indirilemeyen Erdoğan’ın kanunî bir şekilde ve devletlerarası hukuk rezilliği ile sıkıştırılmasının önünü açacaktır. İHH veya başka “selefi örgüt” denilen kurumlar değildir hedef, yazılacak iki evraka bakar mesele ve Erdoğan ülke dışına bile çıkamayacak hâle getirilir. Veya bununla sıkıştırılır, tehdit edilir, her şeye evet demesi sağlanmaya çalışılır.
Erdoğan’a gelince! O hâlâ ve hâlâ “Yahu bana küfredenler varmış sizde!” diyebildiğine göre, tatlı tatlı uyutulmaya devam ediyor. Ona buradan seslenelim. Kendisinin tek müşteki olduğu Dalaman soruşturmasının, suikast dosyasında ceza almış sanıklar dışında ve kendileri otelden “havalandıktan 15 dakika sonra” gelen ekibin bahsi bulunan, yani 15 Temmuz’un çorap söküğü gibi çözülebileceği kilit dosyanın üzerinin kapatılma safhasında olduğunu yazdık buradan, hem de kimse yazmazken. Kendisine suikastı yapanların gerçekte kim olduğuna dair makaleler ile iz sürdük. Evet, “Beyefendi...” demedik, dümdüz Erdoğan dedik. Ama arkasından iş çeviren, etrafına kuyu kazanlardan olmadık. Hele mecliste konuşulmaya başlanan kanun teklifi gibi kendisini iki evrakla hapse bile artırabilecek “cicili ambalajlı” tuzaklarla hiç uğraşmadık.
Biz söyleyelim, sert bir şekilde yazalım, kötü yine biz olalım önemli değil, kendi ayağına sıkacağını görmesini sağlarsak, ne gam!
Baran Dergisi 729.Sayı