Beceriksizsiniz! Kendi ayağınıza sıkıyor, görmüyor, üstelik maharet gibi sergiliyorsunuz! Dükkanınız olsa veya şirketiniz, gelir gider tablosu, semtin talep noktası, açılmaya hazırlanan yeni şirketler sebebiyle muhakkak acil tedbirler alır, ayakta durmanın yollarını hemen denemeye başlarsınız, ama “devlet” ya bu, nasılsa “sahibi var, sahibi çıkar!” ya, “su akarken doldur”cu menfaat şebekelerinin elinde oyuncak olmuş, mahalle yanarken, evinden çıkmak yerinde aynada saçlarını tarayan “birey” gibi, yanacağı kesin ülkede “imar ve bayındırlık işlerine” önem vererek günü kurtaracağınızı zannediyorsunuz! Aldanıyorsunuz ve bunu dahi bilmiyorsunuz!
Cari açığının şu kadar lira, döviz karşısında milli parasının bu kadar lira, asgari ücretinin o kadar lira, Bursa’da bile şeftalinin 17 lira olduğu bir ülkede, yüzde bilmem kaç büyümüş olmanın kıymeti yoktur! Bunun üzerine tuz biber ekercesine, “asırlık tarifleriyle Türk Mutfağı” kitabının, “gastronomi klasiği olacak” başlıklarıyla en üst düzeyde tanıtımı! Dalga mı geçiyorsunuz veya sizinle birileri dalga geçiyor, “efem, çok takdir ediliyor” diyerek sizi oyuna mı getiriyor, anlayan beri gelsin!
***
Devlet benim; biziz devlet! Devlet, millettir!
Neredeyse her danışmanınız, her kurul üyeniz, her bakan ve çevresi, kendi başına işler çevirmeye, kendi çevresini oluşturarak, dernek, vakıf, medya organı, “troll ordusu” kurmuş, bu gidişle, yani kendi yaptıklarının sebebi olarak ortaya çıkması kuvvetli gelecek için “su akarken doldur” tayfası beslemeye başlamış, şimdiden işaret taşları nevinden birbirlerini “trol orduları” eliyle hedefe koymuşken (yarın sorulduğunda, “tüm kötülüklerin sebebi oydu, arkadaşlarla işte şu haber, şu tivitle uyardık!” demenin yolu!) acil tedbirler almak yerine “saç taramak” nevinden işlerle uğraşmak! Allah, akıl fikir versin demekten başka bir şey gelmiyor elimizden!
1993’den bu yana, neredeyse 30 senedir hükümet veya hükümet kadar güçlü, ona denk imkanlar içindesiniz! Çok kullanılan, kullandığınız tabirle “milletimizin özü” olan kimleri, hangi fikir adamlarını, hangi “matbuatı”, hangi şirketleri, hangi vakıfları çıkardınız? Hangi?! Nerede?! Anlı şanlı MÜSİAD ne iş yapıyor mesela? Hangi “teknoloji”yi üretmiş; üretmiş mi yoksa “batı kulübünün acentalığı” ile mi uğraşıyor? Hangi fikir adamı “milletimizin özü”ne uygun teorik/pratik fikir üretmiş? Yoksa Ahbes’e abdest aldırıp mevcut sisteme uygun kelleler mi yetiştiriyorlar? Cumhurbaşkanlığı Sisteminin yürüyebilmesi için elzem olan hangi “sivil toplum kuruluşlarını” kurdunuz? Aktüel hareketleri “anlamlandırmak” mı düşünce kuruluşunun görevi yoksa hadiseleri “sıralamak” mı? Olanın üzerine kumda oynayan çocuk dahi iki laf sarfeder! Olmadan görmek ve engellemek, masayı yıkmak?! Nerede?
***
Ülkenin hangi konumda bulunduğunu görmeyen insanlarla iş arkadaşlığı yapmanın tabii neticesidir içinde yaşadığımız ve artacak olan “kriz tablosu!” Hayatlarında tek fiske yememiş, hep “masa başı” çalışmış vasıfsızlardır bunun sebebi! Devlet idaresi denildiğinde ilk akıllarına gelen “win-win” oluyor tabii olarak; oysa bu ülkenin ne içeride ne dışarıda, bir başkasına, hele ki kendisini boyunduruk altına almaya çalışanlara “win-win” deme lüksü yoktur! “Biz, ölümüne, ölümüne!” ise eğer, bu lafa uygun hal ve tavır içine girmek gerekiyor; “saç taramakla” uğraşmayı bırakmak ilk şart!
Birtakım “eli silahlı güçlere” hükmeden bakanlar hakkında, isterse dedikodu ve fesat seviyesinde olsun yayınlar yapılıyorsa… Açık açık “her türlü dokunulmazlık ile çekil” teklifleri verildiği alenen yayınlanıyorsa… Milletvekili, bakan olmak için istifa etmiş en önemli kurumun başı üzerinden her türlü “enformasyon” akıyorsa… Hele yolsuzluğa göz yumduğu iddia edilen eski -tevafuk- “imar bakanı” ortaya çıkıp hakkındaki her şeyin (tapeler) doğru olduğunu söylüyorsa… Oturup düşünmek gerekiyor herhalde!
Faraza diyelim, bunlar “kışkırtma” maksatlı, de-şarj için ortaya atılmış “sahte haberler”, mümkündür, ihtimaldir, bu şekilde bakarsak, böyle bir ‘planı’ akleden zeka ile “11 Eylül’de İkiz Kuleleri ABD kendisi vurdu!” diyen zekanın aynı olduğunu, yerinin çöplük olduğunu söylemek gerekir!
Faraza, bu zekanın (!) işi daha da ileri götürerek, “beyaz toroslara” da yol verdiğini, “negro”ları kullandığını düşünelim; oluyor ya, birini dövüyorlar hemen “AKP faşistleri dövdü” yaygarası koparılıyor, yatsıya kalmadan yalan olduğu ortaya çıksa da durum böyle değil mi? Faraza “negroların beyaz torosları” faaliyete geçti yaygarası da hemen ortaya atılır, reddedilir, yalan olduğu ortaya çıkar ama bu yine İkiz Kuleler gibi “çöp fikir” olarak damgalanır tarafımızdan! Çünkü zaafiyet belirtisidir ve en önemlisi şu: Niçin böyle bir şey yapılır? Sebep? Lanetli sistem, abdest aldırılarak devam etsin diye mi?
15 Temmuz böyle olmadı mı? “Sokağa çıkan halkımızın kıymeti var ama darbeyi Atatürkçü, Anayasa ve Devletine bağlı asker ve polis engelledi, silahsız halkın tek bir tankın karşısında durmasının imkânı yok!” denmedi mi? 15 Temmuz fırsatı, “fırsatı kaçırmaz” diyerek teslim ettiklerimiz eliyle başkaları tarafından çalınmadı mı? Halk o gece sokağa çıkmasaydı, “iyi oynayan kazansın” diyerek televizyondan seyretseydi darbeyi, görürdük bu lafları söyleyenlerin halini!
15 Temmuz ne ki hem! Beceriksiz darbecilerin işi! Güya orduyu idare eden beş para etmez subayların bir darbe bile yapamayacak zekaya sahip olduklarının tezahürü değil mi? Veya “tiyatro” ise, onu bile beceremeyenler, hiç değişmez dediğimiz! Mirzabeyoğlu, “yoğurttan darbeye mukavvadan hançer” der ki darbe teşebbüsü ister gerçek ister tiyatro olsun, beceriksiz görüntüsü sebebiyle bu hüküm değişmez!
Mirzabeyoğlu’nun bu tabiri, rahmetli Üstad’ın 27 Mayıs darbesi için söylediği “yoğurttan hükümete, mukavvadan bir hançer”in aynı; özneleri değişmiş, o kadar. Biz demokrat değiliz, ama madem burası demokratik ülke, kurallarına da uyarız. Kuralları koyanların da uymalarını isteriz; bu anlamda, başı sıkıştığında, demokrasi için darbe yapmaya yeltenenlere karşı her türlü hile hurdanın yapılmasına da bir şey demeyiz; tek ve vurucu bir hamle, karşıdakileri silip süpürücü tek hamle kaydıyla! Bunun nasıl olacağını da Rahmetli Üstad çok açık ifade etmiş, 27 Mayıs üzerinden:
“-… İçinde timsahların kaynaştığı bir derecede hayalim, bir kütüğe binmiş, akıntı boyunca kaçmaya çalışırken birdenbire bir gürültü… Yarı uykulu, yarı uyanık, bu gürültüyü, otelin arkasındaki bahçecikte yığılı odunların yıkılmasından geliyor sandım. Henüz “Ne oluyor?” diye düşünmeye vakit kalmadan odamın kapısı yumruklanmaya başlandı:
- Necip Fazıl Bey, kalkın!
- Ne var kuzum, ne oluyor?
- Bütün otel aşağıda, radyo başında… İhtilâl var!.. Oteldekiler sizi çağırıyor! Yorumunuzu bekliyorlar!
Yarı giyinik aşağıya koşuyorum. Radyodan tok ve kalın bir ses geliyor:
- Güvendiğiniz Silâhlı Kuvvetler Radyo’ya el koydu!
Ve malûm nakarat:
- Hareket, hiçbir sınıfa, hiçbir zümreye, hiçbir grupa karşı değildir!
Ve dışarıya karşı emniyet tedbiri:
- (NATO)ya, (CENTO)ya, bütün anlaşmalarımıza sâdıkız.
İlk ağızda bu işi Adnan Menderes’in bir tertibi ve “hükümet içinde hükümet” numarası sandım. Fakat bu hayalim birkaç dakikadan fazla sürmedi. Telefonla aradığım Menderes’in akrabasından, İzmir Mebusu Sadık Giz şöyle dedi:
- Aynı ihtimali Konya Mebusu Bibioğlu da bana telefonla bildirdi. Sanmıyorum! Hepimizi topluyorlar. Bana da gelmelerini bekliyorum.
Gerisi malûm… İhtilâl dedikleri gece hareketinin çepçevre anlatılacağı ve bir kıymet hükmüne bağlanacağı eser benim zindan çilelerime mahsus bu kitap olmadığı için alâkalı bazı noktalarına dokunup tafsilâta girişmiyorum.
Bir yazımda belirttiğim gibi, “Yoğurttan bir hükümete mukavvadan bir hançer saplanmış” ve daha ilk günlerde bu hançeri tutan ellerin hiçbir fikir sahibi olmadıkları meydana çıkmıştır.”
Kendisini Menderes’in sonuyla tehdit edenlere nasıl cevap vermesi gerektiğini birisi anlamıştır umarız. Anlamak da ilk adım; ikinci adım, “win-win”ci güruhu taltif ederek başından uzaklaştırmak ve yerlerine “Ölümüne… Ölümüne milletin özünün davacılarını” geçirmek! Memleketi “uygun şartlara” getirmek (birilerinin dediği kaos ortamı yani) tek bir fiske dahi vurulmadan en fazla bir haftalık iştir herhalde ve ardından mevcut Anayasa’da verilmiş kanuni yetkilerle “yoğurttan darbe sevdalıları”na sil-süpür gerçekleştirmek de, herhalde!
Bu kadar “pamuk ipliğine bağlı” şartlar altındayız, kimse itiraz etmesin. Ya sittin sene lanetli sistem içinde yaşanacak ve paryalık kabul edilecek, ya fırsatını azgınca bekleyenlere kurban olunacak, ya gereği üstelik hukuk içinde yapılacak!
15 Temmuz’u yaşamış bir toplumuz, Halil Kantarcıların kanlarıyla bereketlenmiş, Ayasofya’nın açılısıyla durdurulamaz hale gelmiş “tarihi misyon” arabasının hareketine kimse engel olamaz, hareketini geciktirmeye çalışırlar ki yaptıkları bu, mevcut hukuk içinde üstelik ezip geçmekten başka çıkar yol yok! Ezmezsen, üç vakte kadar ezilip yıkılacaksın! İşin tuhaf tarafı şu ki, “seni” ezmek için hareket etmeleri bile işimize yarar, milletin özüne dönmeye, sil-süpüre fırsat verir!
Kaçışı yok, Allah’ın izniyle! Kaçanlar bile “oyun içinde oyun” piyonu! “Var mısın?”
Baran Dergisi 765. Sayı