-2022 nelere gebe-

Önce şurada anlaşalım. 15 Temmuz her ne kadar göz önünde cereyan eden bir hadise olsa da, birçok "karanlık bölge"ye sahip bir darbe teşebbüsüdür. MİLET buna DİRENMİŞTİR. Ortada "belirsizlik" varken (neyin ne olduğu belli değilken, köprülerin askerler tarafından tutulmasının basına düşmesiyle KENDİLİĞİNDEN ortaya çıkan kitleyle) sokakların hareketlenmeye başlaması, önce başbakan Binali Yıldırım'ın, peşinden Erdoğan'ın açıklamalarıyla sokakların taşması, istenildiği kadar "komplo teorilerine meze" olarak kullanılsın, bu gerçeği değiştirmez.

15 Temmuz’un dönüm noktası

BİZİM nazarımızda darbenin kırılma noktası, Erdoğan'ın Marmaris'te "al-getir operasyonu"ndan kurtulmasıdır; Marmaris saldırısının da iki katmanı olduğunu söylemek gerekir: Birinci katman, Erdoğan'ın otelden ayrılmasının hemen akabinde gelen ve otel ile çevresini mermi yağmuruna tutan, otelin içinde onu arayan, iki polis memurunun birinin uzun bir kesici aletle, diğerinin mermi ile şehit edilmesine sebep olan "1. Ekip"in saldırısıdır; ikinci katman ise, Erdoğan'ın İstanbul semalarında Atatürk havalimanının "temizlenmesini" beklerken, otele gelen, kullandıkları mühimmat ve silahlar, varış için tercih edilen helikopterler ve görüntülere yansıyan yürüyüş kolu nizamı itibariyle verilen emri uygulamaya çalışan, başaramayınca da yaya olarak bölgeyi terkeden, mahkemelerde yargılanan "2. Ekip." Erdoğan'ın "1. Ekip" eliyle kuvvetle muhtemel olarak katli gerçekleştirilemeyince -bu saat 01:30-02:15 arasıdır- darbe "kırılmıştır", o saat itibariyle olan gelişmeler, mahkeme savunmalarında "öznelerden" bahsedilmeden Akıncı Üssü'nde bulunan subaylar mahkemelerde anlatmıştır.

15 Temmuz'un evvelki darbeler gibi (12 Eylül gibi) "HAREKAT PLANI"nın OLMAMASI da, onu diğer darbelerden farklı ve tek bir hedefe odaklı planlanmış olduğunu gösteriyor olsa gerek: Erdoğan'ın katli veya "al-getir" ile Akıncı Üssü'ne getirilmesi, basın toplantısıyla bunun ve istifa ettiğinin ve "teknokratlardan oluşacak geçici hükümet kurma çalışmalarının başladığının" açıklanması! "1. Ekip"in katliam teşebbüsünün akim kalması, "Ana" uçağına karşı kendisi takip eden savaş uçaklarınca ateş açılmamasını da açıklar. Geceyarısı itibariyle tüm ülkede "terör alarmı" sebebiyle "emre itaat" ile kışlalardan çıkan birliklerin, ister işin terör alarmı değil darbe teşebbüsü olduğunu anlamaları ile, ister halkın sokağa çıkmış olmasıyla veyahut başka sebeplerle kışlalarına geri dönme faaliyetine girmeleri, önemlidir bu noktada. Uçağı düşürmeleri işleri zorlaştıracaktı.

BİZ darbenin bu tarafıyla ilgilenmeyeceğiz bu makalemizde.

15 Temmuz’un kilidi Marmaris ve Akıncı Üssü

Önceden beri varolan, pek farkedilmeyen veya üstünde durulmayan Gülenist çete içindeki kliklerin birbirleriyle savaş manzarası, 2010 referandumu ile su üstüne çıkmış, ardından 17/25'de belirginleşmiş, 15 Temmuz'da da inkâr edilemez bir şekilde ortaya dikilmiştir.

15 Temmuz darbe teşebbüsünü anlayabilme ve çözebilmenin en kolay yolu, iki kilit davanın üstüne acımasızca gidilmesiydi; Marmaris suikast davası ve Akıncı Üssü Davası. Gerek kolluk gerek adli güç bu iki davayı da savsakladı, önemli noktaların üzerine gitmedi, üstelik kapattı. Marmaris davasında dosyaya girmiş olan meşhur "3 helikopter soruşturması"nı ancak 2018 ortalarında açtı Muğla savcılığı, Ankara savcılığı müdahale etti, dosyayı kendisine göndermelerini istedi, oraya "kapalı protestolarla" gönderildi, Ankara savcılığı da "uyuttu", ardından da 2018'de Muğla savcılığı (ki o safhada adliyede tayinler ve yeni atamalar yapılmıştı) tek müştekisi TC Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olan dosyayı açtı, iki sene "soruşturdu" merakla bekledik neticeyi, ardından da hiçbir basın açıklaması yapmadan, Marmaris davasından yargılanan sanıkların ve avukatların sesleri de çıkmadan 2020 senesinin Aralık ayında "KYOK" ile kapattı! Kapatılan bu dosya, "1. Ekip"in soruşturulmasıydı. Yani Marmaris'te katliam yapanların! Kapatıldı.

Marmaris ve YSK davalarında savunmalar

Akıncı Üssü dosyası da ileri safhada ikiye bölündü. Kamuoyu zannediyor ki, Akıncı Üssü davasında, sadece o gece orada bulunanlar yargılanıyor! Akıncı Üssü dosyası ikiye bölündü; Genelkurmay Çatı Davası olarak bilinen, varlığına hiç kuşku olmayan "Yurtta Sulh Konseyi/YSK" üyelerinin yargılandığı "ana dava" ile, Akıncı Üssü'nde bir şekilde bulunan teknisyen dahil herkesin ve yanlarına Eskişehir, Konya, Kayseri gibi diğer şehirlerde Akıncı Üssü ile bir şekilde irtibatlı olanların yargılandığı "Akıncı Üssü davası"... "Yurtta Sulh Konseyi (YSK) Davası"nda yargılananlar, YSK üyesi olarak mimlenenler. YSK'nın "sayısı" üstünde ise "rivayet muhtelif" tabii.

Buna rağmen, evet tüm bunlara rağmen, 16 ve 17 Temmuz günleri basına düşen görüntülere bakıldığında -en azından bana göre- ortada gariplik olduğuna inanmak gerekiyordu. Üzerlerinde sadece iç çamaşırı kalmış, ters kelepçe yapılmış halde yere yatırılmış subaylar, askerler, ardından suratları dağılmış, kan içinde görüntüler... Kimse "ama onlar insanımızı öldürdü" demesin! Onların sabah saatlerinden itibaren teslim sürecini başlattıkları belli, kayıtlara geçmiştir, hiçbir çatışma olmadan teslim olmuşlar, hatta üs içerisinde bulunan silahları dahi askeri savcılık ve inzibatla beraber toplayıp bir yere "çatmış"lar, yani "arbede" söz konusu değil. Bakın burada "hukuka bağlılık" gibi "sonraki iş"ten bahsetmiyorum. Savaş hukuku veya "ahlakı"nda dahi "teslim olana" yani "aman dileyene" artık bir şey yapılmaz, adalete teslim edilir, gereği yapılır, bunu geçiyorum. Çırılçıplak soyulmuş, ters kelepçe vurulmuş birilerine KABA DAYAK VE SİSTEMATİK İŞKENCE YAPILMASINDAN bahsediyorum. Bunun, ismi başkadır işte! (**)

İşkence ile alınmış ifadeler, mahkemeye çıkana kadar ara ara emniyete götürülüp alınan ifadeler, yargılamanın başlamasıyla REDDEDİLMİŞ ve bahsettiğim delillerle savunmalar yapılmıştır. İşte "kontrollü darbe" denmesinin "zemini" de budur: Suç üstü yapılmış insanları kuvvetli delillerle itham edip şeksiz şüphesiz cezalandıramıyorsanız, iddianameniz tel tel dökülüyor ama buna rağmen, işkenceyle alınmış ifadeleri "akışa uygun" diyerek kabul edip hükmü buna göre kuruyorsanız, darbelere direnmiş biri olan beni bile ikna edemezsiniz! 

Kontrollü darbe iddialarının zayıf dayanakları

Gülenist çetenin videolarla kafa şişiren bir grubunun iddiasıydı "kontrollü darbe...” Darbenin "kırılma" noktası olan Marmaris suikast davasındaki "karanlık bölgeler" üzerinden söylüyorlardı bunu. İddiaları, 15 Temmuz'u Erdoğan, Akar ve Fidan'ın birlikte planladıkları, Erdoğan'ın açıklama yapıp bölgeyi terk ettikten sonra da "devlet başkanına suikast yapılmasının" uluslararası sözleşmelerde "suçlu iadesi zorunluluğunu" getirmesi sebebiyle, boş otelde masum "otel misafirlerine" silahlı saldırının planlandığı vs. Bir müddet bununla idare ettiler. Ardından Cihat Yaycı'nın adının öne çıkarıldığı "fetömetre" uygulaması üzerinden yürüdüler; sonra zaten var olan videolardan "Cihat Yaycı'nın da o gece Marmaris'te olduğunu" söyleyip, bunun üzerinden yürüdüler. İşin garip tarafı, Hande Fırat ile yapılan telefon görüşmesi üzerinde çok durdular, "Erdoğan'ın o gece yaptığı basın açıklamasını yayınlamadılar" diye yaygara kopardılar ama Cihat Yaycı'nın görüntüsünü de o videodan buldular! Yayınlanmayan videodan! Bir müddet de bunun üzerinde durdular.

2021 sonu ve "şimdi" itibariyle de, en utanmaz salakları olan Adem üzerinden de "Erdoğan'ın o gece otelde olduğuna emin misiniz?" demeye başladılar. “Erdoğan’ın Ata uçağına bindiği doğru mu?” (*) diye başlayan arsız yaygaranın akabinde onunla paralel olarak ortaya atılan bir iddia bu. Bununla birlikte, Ergenekon sanıklarından laz birinin "aman diyorum aman, vatandaşlarımızı uyarıyorum, İKİ BAKAN VE BİR MÜDÜR ERDOĞAN'A ÇEKİLME BASKISI YAPIYOR!" propagandası başladı. 

Yukarıdaki paragraftaki iddialar önemlidir, bunu söylemek gerekiyor. Birbiriyle BAĞLANTILI olduğunu da söylemek gerekiyor. İddiacıların birbirleriyle bağlantılı olmasını değil ama; çünkü iki iddiacı grup da TEKMEYİ YEMİŞ GRUPTUR ve darbeden bu yana geçen süreçteki "duyumlarıyla" intikam çıkışına hazırlandıklarının işareti olarak görmek gerekir. Bu iddiaları "önemsemek" gerekir, çünkü "güvenlik ve istihbarat bürokrasisi" içinde de konuşulmakta ve "yayılmaktadır." Düşünün, "İBDA-C terör örgütü üyesi" olarak "n'ettiğimin hukukları" eliyle damgalanmış biri olan BEN dahi bunu duymuşsam, "güvenlik ve istihbarat bürokrasisi" içindeki çetelerin aparatı olanlar veya işbirliği yapanlar NELER DUYMUŞLAR VE BİLİYORLARDIR! Onun için "önemsemek" gerekiyor.

15 Temmuz gecesi Erdoğan Marmaris'te miydi?

İddiaya göre Erdoğan Marmaris'te değildi. O gün veya daha önceden "bilinmeyen bir yere" gitmiş, Marmaris'te olduğunu söylemiş, darbeyi yönetmiştir. Uçağa binerken hiç görüntüsü yoktur, inerken de yoktur, birdenbire havalimanında ortaya çıkmıştır. İddia bu.

Buraya "dikkat çekmek istiyorum", Gülenist çetenin en salağı tarafından, daha önceki (bahsettiğim zemin üzerindeki) iddiaları kendisi söylememiş gibi, "etraf karışsın" yollu olarak ortaya atılan, epey yerde dillendirilmesi ayrı mesele, "güvenlik ve istihbarat bürokrasisi" içerisinde de AYNI ANDA DİLLENDİRİLMESİ, önemlidir. BENİM için daha da önemlisi, ARKADAŞ ÇEVREMDE DE ÇATLAK BİR SES olarak bu iddianın dillendirilmeye başlanması, neredeyse şaşkınlığa sevk edecek şekilde İNATLA da savunulmasına tahammül sınırlarımı zorlayarak katlanmam sebebiyle, bu "basit meseleye" eğilmek gerektiğini düşündüm. Çünkü, içinde olmadığın hiçbir “oyun”un ne tarafı ne savunucusu olmak gerekir; sızıntılar ve ortaya çıkan açıklamalar üzerinden ve en önemlisi BAĞLISI OLDUĞUN DÜNYA GÖRÜŞÜ FAYDASINA hadiseyi gerekirse küçük bir el feneriyle tahlil etmek, dayanak noktanı inşa etmek, dışındakilerin söylediklerini papağan gibi tekrar etmemek, “şuur süzgeci”nden geçirmek ve ama en önemlisi İNATÇI OLMAMAK gerekir. TARAFIZ BİZ! İBDA’YIZ! Özellikle böyle saçma sapan ama ÇOK TEHLİKELİ BİR YALANI inatla telaffuz etmek, kendini de inkâr etmeye, yok etmeye meze olmaktır. 

Milletin milis gücü: İBDA

15 Temmuz bir yerlerde "palazlandı", orada yoktuk, birileri tarafından uygulama sokuldu, orada yoktuk, darbe merkezinde olanların savunmaları alındı, orada da yoktuk, iddianameler hazırlandı, orada da yoktuk, yargılamalar başlandı, orada da yoktuk. Ankara'nın koridorlarında hazırlanan "teslim olma ve yargı süreçlerinde" YOKTUK, açık.

Bu böyle; böyle olduğu için de İbda olarak kafamızda darbeye ve içindekilere dair "who is who?" sorusunun cevabı, hem meydanlardaki görüntüler, hem iddianame ve savunmalar, hem de birebir temasla aldığımız -ve "süzdüğümüz- bilgilerle şekillenmiştir.

Yayınlanmayan video iddiası

Gelelim Marmaris iddiasına.

20 Kasım 2016 tarihinde, darbeden dört ay sonra, Rusya'nın Sesi "Sputniknews"in Türkçe sayfasında şöyle bir haber var: "Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz gecesi yaptığı ilk konuşma, 4 ay sonra yayınlandı!" (1) Görüldüğü üzere Erdoğan'ın Hande Fırat ile yaptığı konuşmadan önce gerçekleştirdiği ilk konuşmadan bahsediliyor. Başlıkta "4 ay sonra yayınlandı" diyor ama, YANLIŞ, haberin içeriğiyle çelişiyor zaten; haberde kaynak olarak Ruşen Çakır öznesinin fonlarla kurulan "medyascope" sayfası gösterilip, "Medyascope’ta yer alan habere göre, Marmaris’te yayınlanan yerel Gündem gazetesinin sahibi Temel Irmak tarafından çekilen video, darbe girişimi gecesi Facebook üzerinden yayınlandı" deniliyor.

Neymiş?

Konuşma, üstelik canlı olarak facebook üzerinden yayınlanmış. Canlı yayını yapan Temel Irmak'ın meclis darbe komisyonuna verdiği ifadede, "Cumhurbaşkanımız, açıklamasına başlamadan önce 'Canlı yayın yapan var mı?' diye sordu. Tek yanıt benden geldi, 'Facebook üzerinden canlı yayındayım sayın Cumhurbaşkanım' dedim. Ardından Cumhurbaşkanımız 'Demokrasiye sahip çıkın' mesajını vurguladığı konuşmasını yapıp, soruları yanıtladıktan sonra açıklamasını tamamladı." dedi. (2) Görüldüğü üzere, o gece Erdoğan Marmaris'te, 00:04'de kaldığı otel binasının önünde yerel basına ve haber ajansı temsilcilerine "MİLLETİMİ DEMOKRASİYE SAHİP ÇIKMAYA ÇAĞIRIYORUM" açıklamasını yapıyor. Bu satırların yazarı da o gece o yayını seyredenlerdir.

Peki bu "konuşması yayınlanmadı?" meselesi nedir o halde?

"Karanlık bölgeler" dedik ya, işte tam odur bunun sebebi. Ruşen'in fonlu sayfasında bakın ne deniyor:

"- Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür’ün bugün kaleme aldığı “O gece Erdoğan’ın ilk konuşmasına ne oldu?” başlıklı yazısı, 15 Temmuz darbe girişiminde karanlıkta kalan önemli bir noktaya parmak basıyor. Övür yazısında, Marmaris’te tatil yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CNN Türk’te Hande Fırat’a konuşmadan yarım saat kadar önce 00.05’te Marmaris’te yerel gazetecilere konuştuğu, ancak bunun ana akım medyada yayınlanmadığını vurguluyor. Erdoğan’ın konuşması anında yerel Gündem gazetesi sahibi Temel Irmak tarafından Facebook’ta canlı yayınlandığını belirten Övür, “Ama ne hikmetse bu yayını ne ajanslar ne de televizyonlar görüyor” diye sorguluyor. Sabah gazetesi yazarı, yazısını şu cümleyle bitiriyor: “Çok açık, medya toptan o ilk konuşmayı görmedi. Arkasında büyük tezgâhlar, korkulardan kaynaklanan beklentiler aramayalım ama bu durumun da peşini bırakmayalım, neden acaba?"

Niye? Niye göz göre göre yalan yazılıyordu? Ki, bu "yayınlanmadı" yalanı hala geçerli ve hala tekrarlanır durur.

Cevabı basit: Krizden fırsat çıkarma ve hem yerel hem de genel olarak, hem sivil hem devletin elindeki "basın kuruluşlarına" müdahale etme, tepe noktalarda görev değişiklikleri yaparak yerlerine "kendi kamplarından" insanları yerleştirme! 15 Temmuz ertesi, Anadolu Ajansı, TRT, Basın İlan Kurumu ve "ana akım medya" denilen grupların idari mekanizmalarının nasıl birden değiştirildiğini hatırlayın. TBMM 15 Temmuz Komisyonuna verilen ifadeleri okuyanlar için, bu "yalanın" niçin söylendiği çok aşikardır.

Bir yalanın yayılmasının sebeb-i hikmeti

Ve asıl konuya dönelim. Gülenistlerin en utanmaz ahmağı Adem’in laflarının üzerinden, dün söylediklerini inkâr ederek ortaya atılan "Erdoğan o gece Marmaris'te değildi!" arsız yalanının sebebi nedir? Bu yalanın "güvenlik ve istihbarat bürokrasisi" içinde de AYNI ANDA DİLLENDİRİLMESİNİN "sebeb-i hikmeti" nedir?

Bilmiyoruz! Net.

Ama ihtimal dairesinde konuşabiliriz.

15 Temmuz'un üzerinden 6 (altı) sene geçti. Altı sene içerisinde daha önce sistem dışına çıkarılmış veya sessizleştirilmiş ekiplerin bir kısmı tekrar ortaya çıktı, bürokrasi içerisinde yer edindi. Bulundukları mevkiiler itibariyle de pek çok şeye vakıf oldular, iş yaptılar ve iş yaptırmadılar. 15 Temmuz'a dair "efsaneler" dökülmeye başlandı bu süreç içerisinde. "Karanlık bölgeler." Türkiye'nin 100 yıl önce çıkarıldığı topraklara girişini engellemeye güçleri olmadığını anladıkları için, "suyuna giderek" iş içerisinde engeller çıkararak geciktirme yolunu tercih ettiler. Mesela, Anadolu için hayati bir mesele haline gelen Suriye'de işi Rusya'ya bağladılar. Bayırbucak Türkmenlerini, Türkmen Dağı'nı zor kullanarak "Abdülhamid Han Tugayı"nın elinden aldılar, boşalttılar, pisliğin içine batmış "2. Sahil Tümeni"ne verdiler, HTŞ de bir gece baskınıyla orayı tamamen ele geçirdi. Böylece Esed-Rusya'nın "terörist çetelere saldırı" yapmasına, Türkmen Dağı ve bölgeyi tamamen ele geçirmelerine "zemin" hazırladılar. Suriye'de sadece "karakollar" mevcut kısaca. Suriye politikasını tekrar eski hale getirmeye çok az bir vakitleri kaldı.

Bu arada, 2021 içerisinde, alttan alta "sistem tartışması" başlatıldı. Milletin oyuyla başlayan "cumhurbaşkanlığı sistemi" yerine "güçlendirilmiş parlamenter sistem" ortaya atıldı. "Daha derin" yerlerden de kulaklara "1921 Anayasası" üflendi. (5) Dikkat ederseniz, iki tartışmada, Milletin iradesiyle başlayan "cumhurbaşkanlığı sistemi"nin değiştirilmesine odaklıdır. İkisi de "Kurucu Önder"in sistemine dönüştür. "Bu anlamda" bakıldığında, MİLLETİN TERCİHİ YERİNE "KURUCU ÖNDER"İN TERCİHİ’nin yanında yer almaktır.

Gülenistler bu arsız yalanı yayarken, Aydınlık yazarı Ergenekon sanığı laz prof da, "iki bakan bir müdür Erdoğan'ı devirmek istiyor" diyerek "topa" girdi, hatırlarsanız. Birbirini tamamlayıcı mı, çelici mi, "gördüm" deyici mi, orası okurlara kalmış, ama iki yapının da defedilmiş ama silinememiş köklere sahip olduğunu düşünmek gerekiyor. Ergenekon sanığı prof'un iddiasındakilerin kim olduklarını tahmin etmek (sallamak veya!) kolay, ilk akla gelen isimlerin yeni sistem ile barışık olmadıkları da malum. 15 Temmuz gecesi durumları da ancak "efsaneler" ile anlatılıyor zaten. 15 Temmuz öncesinde de haklarında birçok iddia çıkmıştı, doğru veya yalan ama bunları hala gazete arşivlerinde bulabilirsiniz. Bütün bunların üstüne de altı muhalefet partisinin tam da "28 Şubat" (2022) günü "güçlendirilmiş parlamenter sistem" etrafında geniş bir toplantı ve açıklama yapacaklarını koyun!

Erdoğan 15 Temmuz'da "gizli bir yerden" kontrollü darbeyi yönetti, şerefli TSK'yı tuzağa çekti, yüzlerce insanımızı şehit etti, yaraladı, ardından da diktatörlüğünü ilan etti, sarayını inşa etti ve oradan "silah ve uyuşturucu kaçakçılığından para kazanmaya" başladı!

Sert oldu değil mi?

Bunun üzerine oynanma vakti gelmiştir ve artık sahnede o vardır. Bunun için "evrak tertibi" de yapabilirler. Marmaris saldırısının organizasyonunu yapan tuğgeneralin, bölgeden Ankara'ya gelip 17 Temmuz'da devletin bir kurumuna teslim olduktan sonra oraya verdiği ifadeyi sızdırabilirler, üzerinde oynayarak mesela. "Görünmeyen kral" diye mahkemelerde bahsettiği kişinin kim olduğuna dair o kuruma verdiği (gerçekten de samimi, işkencesiz) ifadenin bir kısmını sızdırabilirler. Veya şimdi Hable-MİT-oğlu cinayetinde de ismi geçen Enver Altaylı üzerinden, faraza diye salladığımızı düşünün, onun 15 Temmuz gecesi ve öncesi bazı AK partililerle yaptığı konuşma ve mesajlaşmalarını servis edebilirler ki, hedef olarak kimi alacakları da aşikardır.

15 Temmuz'un tüm günahını yık Erdoğan'a, devir onu, tekrar eski sisteme dön! Arsız ve utanmaz yalanının sebebi, BİZCE budur. Ama garip olan şudur ki, Erdoğan buna izin vermez. Evet, onun "oyun kurma" kapasitesi yok, fakat kurulan oyunlardan kurtulma ve krizi fırsata çevirme kapasitesinden kimse kuşku duymasın.

Anlamak gerekiyor. “Kurucu Önder”in dokunduğu her şeyi tekrar geri istiyorlar. Bunu “cicili ambalaj” içerisine koydukları “özgürlük, diktatörlük” gibi ağızlarına hiç yakışmayan laflarla millete yutturmaya çalışıyorlar. Geçmişleri şaibeli, geçmişleri karanlık insanlar demokrasiden bahsediyorlar. Başaramazlar. Ancak ama “güvenlik ve istihbarat bürokrasisi” buna uyarsa, işler o zaman terse dönebilir. Açıkça yazmak gerekir, o bürokrasinin içinde de buna meyyal tipler var. Hem de 17/25 ve 15 Temmuz sonrası gelenler bunlar. Erdoğan’ın bir daha “milletimi demokrasiye sahip çıkmaya çağırıyorum” açıklamasını yapması için şartlar oldukça müsait. Ama karşı taraftakiler “müsait değil!” İşte “çılgınlık” zamanları da böyle olur zaten.

BİZ neredeyiz peki?

“Ne şucuyuz ne bucuyuz; tarafımız sadece İslam!” Buradayız! Eski sistemi geri getirmek isteyenlerin, hele bunu “28 Şubat”ta açıklama yüzsüzlüğünü yapanların yanında olmadığımız kesin! “Mahmut Övür’ün resmettiği Erdoğan’ın” da yanında olmadığımız kesin!

Notlar:

(*): https://www.youtube.com/watch?v=6J6oWUnsX-0

(**): 5 Aralık 1999 ve 25 Ocak 2000'de Metris'e yapılan askeri harekatları yaşamış biriyim. Oradan biliyorum. 5 Aralık 1999'da, durduk yere tüysüz oğlu tüysüz bir öznenin organizesinde, "doğunun kaplanı" binbaşı alüminyum pardon binbaşı Bakır komutasında üst araması için köşeye çekilmiş, her tarafı "robokop"larca çevrilmiş İbdacılara ellerinde metal çubuklarla saldıranlar, ilk etapta "kaptıkları" üç arkadaşımızı "malta"da kurdukları "koridordan" geçirmiş, kapıya yanaştırdıkları arabaların içine çırılçıplak ve ters kelepçe ile tıkmış, orada da saldırmaya devam etmişlerdi. Bir anda işler Allah’ın izniyle terse dönünce olanları da binbaşı alüminyuma sormak lazım. 25 Ocak ise vahşetti. TSK'yı ele geçiren bir grup aşağılık sürüsünün vahşetini orada herkes gördü. Kendi aralarındaki çatışmayı da gördük, ayrı mesele. 5 Ocak gibi yapmaya kalksalar da, o derece ileri gidemediler, saldırı vahşetti, "devlet sözüyle anlaşma" akabinde saldırılar sonlandırılınca teslim alınanlar yine "koridor"dan geçirildi, soyma ve dövme gerçekleştirilmedi ama saç ve sakallarımızdan hoşlanmadılar ki, sıfır numara kaba traş yaptılar, saatlerce arabada bekletip, aç, susuz, tuvalet ihtiyacını dahi gidermeden "sürgüne yolladılar" bizi. Kumandan Mirzabeyoğlu'na yaptıkları ise alçaklığın, soysuzluğun, köğekliğin resmiydi. Bunları yaşamış biri olarak, 15 Temmuz'daki o görüntüler ve işkencelere, "hukuka bağlılık şeyiyle" karşı çıkmıyorum, NEFRETİN RESMİ OLDUĞUNDAN karşı çıkıyorum. Bu da "devletin işi" denilmesin sakın, hayır, devlet "cansız"dır, onu hareket ettiren kim ona bakarım, işte BİZE nefretle saldıran kim ise, 15 Temmuz ertesi, tüm dosyaları şaibe altına sokacak işkenceleri YAPANLAR DA ONLARDIR!

Kaynaklar:

1: https://tr.sputniknews.com/20161120/cumhurbaskani-erdogan-15-temmuz-ilk-yayin-1025892099.html

2: https://www.gundemgazetesi.net/temel-irmak-o-gece-ve-sonrasini-anlatti-67368h.htm

3: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ovur/2016/11/19/o-gece-erdoganin-ilk-konusmasina-ne-oldu

4: https://www5.tbmm.gov.tr//develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=1842

https://www5.tbmm.gov.tr//develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=1844

5: https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1921-anayasasi/

   https://www.indyturk.com/node/249316/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/birinci-meclis-1921-anayasas%C4%B1-8