Allah Kur’an’ında “Allah katında din İslâmdır” diye buyurur ve insanlara dünya hayatını tanzim için “Mutlak Ölçüler” bildirip Peygamberler gönderirken, İslâmı hayattan tecrid eden kişi, ne kadar “Allaha inanıyorum!” dese dahi “Allahsız” olmaktan kurtulamaz. Çünkü bu, “güneşe evet, ışığına hayır!” demek gibi bir çelişkidir ve baştanbaşa doğruluk ve samimiyet ifadesi olan İslâmla uzlaşamaz bir tavırdır. İslâm olmayanların Allah inancı ise ruhçu fakat Allahsızdır; tevhid akidesine şirk katan Hıristiyan ve Yahudilerde olduğu gibi. Bizim “Allahsız-imânsız Müslümanların” Yahudi ve Hıristiyanları cennete koyma isteği de, bu paralellikten olsa gerek!
Allahın sıfatlarından ve emirlerinden birini inkâr insanı küfre götürür. İslâmın toplum dini olmasını reddeden ve dinin vicdanlara hapsedilmesini onaylayan zihniyet de “Allahsız”dır; her ne kadar lafta Allaha inandığını söylese de. Hem Allaha inan, hem Allahın kâmil kudret sahibi olduğuna ve herşeyi (kâinatı, insanı, insan aklını vs.) kuşattığına inanma, bu kabul edilemez. Allaha sınırlama getirip bir takım işlerden tecrid etmek, Allah inancıyla bağdaşır bir durum değildir.
Üstad Necip Fazıl’ın Amerika ve Rusya ile ilgili şu tesbiti, “lafta Müslüman gerçekte Allahsız” çelişkili durumuna benzerdir:
“Ne tezattır ki, maddecilik yatağı Rusya, resmî fikirde maddeci, hususî hayatta mistik, Amerikalı ise inanışta antimateryalist yaşayışta maddecidir.”
Amerikanın, yükselen İslâm devrimini perdelemek için Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğanla yürüttüğü “Ilımlı İslâm” projesi, “Allahsız Müslümanlık”a denk gelir. Lâik- batıcıların istediği Müslümanlık da böyle bir şey zaten; kolu- kanadı kırık, ayakları kesilmiş kuş misali. Dün Kemalist laikler uğraştı dini asliyetinden uzaklaştırıp kukla haline getirmeye (28 şubat bunun en yakın misalidir), bugün müslüman kisveli laikler aynı şey için uğraşıyorlar. Dün, dış cepheden İslâma saldırıyorlardı, bu tutmayınca bu sefer içeriden tahribat yolunu seçtiler. Amerika, başarısız olan Kemalist laikleri tasfiye edip, İslâm inkılâbının yolunu kesmek üzere Müslüman laikleri (Fethullah, Tayyip vs.) görevlendirdi. Zaman, Yeni Şafak, Türkiye gibi çevreler aynı plana dahiller, içlerinde bazı istisnalar bulunsa dahi. Belki bu istisnalar ile müslümanları aldatmış bulunuyorlar, “Doğru Yol” çizgisini savunuyor görülerek.
İslâm “hayat nizamı” olduğuna göre, çağımızda da İslâma muhatap anlayışın dünya görüşüne ihtiyaç vardır. İnsan ve toplum meselelerini İslâma nisbetle çözen bir İslamî dünya görüşü olmadı mı, Müslümanları Allahsızlaştırma-dünyevîleştîrme kolaylaşır. Mutlak Ölçüler’den hareketle ortaya konmuş sistem çapında Tatbik Fikri olmazsa, eşya ve hadiselere nasıl bakacak Müslüman? Tatbik- Vasıta Fikri yani BD-İBDA- İslâma muhatap anlayışı bu ihtiyaçtan ortaya konmuş olup küfrün teslim alamadığı tek Kurtuluş Yolu’dur.
Çağın ihtiyaçlarına ve küfrün bütün fitnelerine (ortaya attığı meselelere) karşı tutarlı sistemini ortaya koyan İBDA fikir manzumesi, Allahsızlığa karşı sağlam bir Allahçı çizgiye sahip olmamızı sağlar.
Batı, - kilisenin bilimle çatışması sonucu- hayattan dini uzaklaştırmış ve maddeci ve hazcı bir felsefeye dalmıştır. Biz (Osmanlı) ise, akla (bilime) da hakkını veren dinimizin değerleriyle Batıyı her sahada sıkıştırırken rehavete kapılmamız ve Tatbik- Vasıta sistemimizi yenileyemememizin sonucu tökezler ve gerileriz. Batı ise asırlık mağlubiyetleri sonucu  (Haçlı seferleri ve Endülüs İslâm Devleti vasıtasıyla) muhasebesini yapıp Rönesans hamlesiyle öne geçmiştir. Ve peşpeşe gelen mağlubiyetler sonucu bize dayatılan ise, “aydınlanma-bilim-özgürlük” kılıfları altında kültürümüz ve değerlerimizden uzaklaşma. Harf devrimi, Kemalist Devrimler, Batıcı hayat vs. ile köleleşme olmuştur. Düpedüz Allahsızlık da denilen bu dışyüz devrimleri tutmayınca, şimdi devrimler yumuşatılıp “Ilımlı İslâm” projesiyle “Allahsız-imânsız Müslümanlık” dayatılmaktadır. Aslında birbirlerinden farkları yok.
Asliyetiyle İslâmı temsil eden çağımızın İslâma muhatap anlayışı İBDA diyalektiği ölçüsü şudur: Eşya ve hadiselerde  Allahı birleme (tevhid), âlemde ne var ise onda Allahın tuğrasını görme ve gösterme... Böyle bir dünya görüşü ve diyalektiğine nisbet içinde olmalı Müslüman, aksi takdirde Allahı yarattıklarından dışlamış olur, bu da Yaratıcı yı tanımamakla eş anlamlıdır... İşte mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, kuantum fiziğinden, evrim teorisine kadar herşeyin hakikatini, İslâmda gösteren bir dil ve diyalektik, bir dünya görüşü sahibi olarak Allahçılığın temsilcisi oluyor; “Allahsız çağa vurulan bir yumruk” oluyor, “sapık çağa bir akın” oluyor. Allahçılık veya Allahsızlık önce zihniyette inşa oluyor dedik, onun için bu fikriyat bu kadar mühim.
“Teoride Müslüman, pratikte kâfir” tesbiti de, “Allahsız Müslüman” tâbirine dek geliyor. İnandığın gibi yaşamazsan,-ki bunun için yaşadığına tatbik edeceğin sistem çapında Tatbik Fikri lazım-, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın. Yukarıda işaret ettiğimiz tehlikeye düşersin. Bir müddet geleneğin kırıntılarıyla gidersin ama yenileyici ve motive edici fikir yoksa şuurda bozulma ve dağılma başlar.
“Allahsız-imânsız Müslümanlık”a birkaç misâl: Önce İrancı, sonra mezhepsiz şimdi de “Yemyeşil Şeriat Bembeyaz Demokrasi” diye kitap yazarak Allahsız-lâik çizgide (Allahsız Müslüman da aynı şey demek) seyreden Bugün gazetesi yazarı Mehmet Metiner. Benzer bir misal Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç sapığıdır. Müslümanlığı dejenere etme çizgisinin temsilcisi AKP’nin Devlet Bakanı M.Ali Şahin, aynen Mehmet Metiner gibi İslâm devletini reddederken –ki, hiçbir Müslüman İslâm devletini istememezlik edemez-, “eskiden taklidî lâiktim, şimdi tahkikî lâik oldum” diyebilmektedir. Aynen lideri Tayyip Erdoğanın, “hamdolsun faizleri % 10 a düşürdük” demesinde olduğu gibi, İslâm’ın yasakladığını İslâmî terminoloji ile ifade etmek gibi bir çelişkiye de düşebilmekteler. Bu kişilerin eski hallerini bilen biri olarak ifade edebilirim ki, Tayyip de dahil zaten bunlar eskiden de İslâmcı değillerdi, İslâma muhatap anlayışa bağlı Doğru yol- Kurtuluş Yolu çizgileri yoktu, şiî veya mezhepsiz idiler; şimdi ise yine sapık bir yoldalar, yani farkeden birşey yok, gizli imansızlıkları daha açık oldu sadece;
İBDA tahkikî imanı temsil eder, sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun İBDA Diyalektiği eserinin takdiminde belirtildiği üzere: “Bu eser... İnsan ve toplum meselelerine “Kurtuluş Yolu” hakikatine uygun olarak yanaşabilmenin “ilmî” hâlidir. Ve, bilerek veya bilmeyerek İslâm’a hainlik edenleri enselemenin biricik anahtarıdır.”
Zayıf imanlıların bazıları yeni şartlar karşısında imanlarını kuvvetlendirip tahkikî imana geçemedikleri gibi taklidî iman seviyesini de koruyamazlar ve “Allahsız Müslümanlık” çukuruna yuvarlanırlar... Ateist- tanrı tanımazlar yazımızın konusu dışındadır ve “Allahsız Müslümanlar”dan daha iyi bir seviye belirtirler. Bir nevi kafir-münafık farkı gibi, münafığın kafirden beter olması gibi.
İslâm binasını zayıf görüp onu dışından payandalamaya çalışan kuru akılcı mezhepsiz reformcular da “Allahsız” kategorisine girer. Çünkü vahyi esas almayıp kendi akıllarını esas alırlar. Zahid-ül Kevserî Hazretleri buyuruyor: “Mezhepsizlik dinsizliğe giden köprüdür.” Zaten reformcular İslâmı modernize etme projelerinde yer alırlar, dini tahrip edici rol oynarlar.
“Üç dini birleştirme” çabaları şii Cemalettin Afganî’nin, “dinlerarası diyalog” ise mason Muhammed Abduh’un görüşüdür ve bizdeki reformcular da bu sapıkların hayranıdır. 13. sayımızdaki Ali Nar hocamızın röportajında sapık fikirleriyle beraber bunlar isim isim belirtilmiştir.
Müslümanların sahilsiz bir derya gibi içinde yüzdükleri en büyük tehlike şu, bu günah değil, İslâm ahlâkına bîgâne kalmalarıdır. Meseleyi böyle işaretliyor Abdülhakîm Arvasî Hazretleri... İslâmî şuur süzgecimiz olan BD-İBDA’dan ve onun aksiyonundan uzak durmak, zihniyetlerde bozulmaya, İslâmı toplumdan tecride ve son tahlilde küfür rejimini benimsemeye yol açar ki, yukarıda bunun sebebini büyük veliden işaretledik.
Allah bu tehlikeden hepimizi korusun. Amin.
 
Baran Dergisi 14. Sayı
12.04.2007