Kemalist devrimlerle dayatılan batılılaşma-paryalaşmaya karşı Müslümanlar ilk defa Şeyh Said ile fiili mukavemete kalkıştılar. Bu silahlı isyan başarılı olamadı ve bastırıldı. Bundan sonra Müslümanlar Kemalist zulme karşı hep savunmada kaldılar. İstiklal mahkemelerinde ve diğer Kemalist katliamlarda yüzbinlerce Müslüman şehid edildi. 70 yıl önce Müslümanlar büyük bir ihanete uğramış ve devletlerini beklenmedik bir şekilde kökten batıcı Kemalist hainlere kaptırmıştı. İktidarı cebren ve hile ile ele geçiren M. Kemal, Müslümanlara kan kustu. Anadoluyu kan gölüne çevirdi. Bu kan gölü 70 yıldır sürüyor. Fakat son 20 senedir Müslümanlar tarafından fiilî karşılık görmektedir. Muhakkak ki daha önce de kemalizme karşı mücadele verilmiştir. Said Nursî, Süleyman Hilmi Tunahan… gibi mücahid kişiler vardır. Büyük Doğu-İbda’nın temelleri de 1940’larda Üstad tarafından Büyük Doğu’larla atılmıştır. Büyük Doğu aslında bir taarruzdur. Fakat bizim bu yazıda inceleme konusu ettiğimiz daha çok eylemcilik ve illegal eylemciliktir.

Son 20 yıla gelene kadar arada istisnaî bazı silahlı mücadele örnekleri vardır. Büyük Doğu’nun yayınından etkilenen Hüseyin Üzmez ve arkadaşlarının dönme gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı kurşunlamaları gibi. Fakat bunlar istisnaî örneklerdir.

1975 yılında GÖLGE’nin çıkışıyla İslâmcı harekete eylemci çizgi kazandırılmış, Müslümanların önünde bir korkuluk gibi duran Menemen Sendromu GÖLGE’nin bir vuruşuyla devrilmiştir. 1975 GÖLGE hareketi, İslâmcı hareketin savunmadan kurtulup taarruza geçişidir. “İslâmda boykot yoktur, İslâmda şiddet yoktur” gibi eylemsizliği İslâma yamamaya kalkan İlahiyat (Yüksek İslâm) hocalarının evleri dahi kurşunlanmıştır o zaman. Akıncı eylemleri kendini göstermiş; İslâmcı militanların küfür merkezlerine karşı yoğun akınları başlamıştır. 1979 yılında AKINCI Güç patlaması görülür. İKP-C (İslam Kurtuluş Partisi-Cephesi) adlı illegal örgütlenme ve eylemleri de o döneme aittir. İKP-C adlı illegal örgütün polis kayıtlarına kadar yansıyan dağlarda silahlı kampları söz konusudur. Birçok bombalama, kurşunlama, gösteri, bombalı pankart ve benzeri eylemlerde AKINCI GÜÇ’ün illegal kanatlarının ve İKP-C’nin imzası vardır. Zaten bir aksiyon çizgisi olarak akıncılar ismini ortaya koyan da o zamanın GÖLGE kadrosuydu. Akıncılar bir yanda legal teşkilatlanmasını sağlarken diğer yanda birçok illegal akıncı Kemalist hedeflere eylemler düzenliyordu. GÖLGE’nin ifade ettiği “Sapık Çağa, Yeni Akın” başlamıştı artık. AKINCI GÜÇ dergisi akıncı militanların şanlı taarruz haberleriyle doludur.

Küfür devletini yıkmadan İslâm devleti kurulamaz. İslâm devletini kurmak için şart olan taarruz, legalin yanında illegal örgütlenmeyi de icap ettirir. O dönemlerde GÖLGE ve AKINCI GÜÇ’te bu meseleler ortaya konmuş, pratikte de bunun temelleri atılmıştır. 12 Eylül sonrasına da yansıyacak eylem birikimi oluşturulmuştur.

12 Eylül sonrasında ise, İBDA cepheleri taarruz çizgisini yürütmüşlerdir. 1987’de türban kavgasının öncülüğü… Ayasofya gösterileri… Tavır, Öfke, Genç Adam, Oluş, Karar’dan sonra Ak-Doğuş dergileri… Ankara’da meşaleli İBDA-C gösterisi… 1991’de Körfez Savaşında ABD’yi protesto mitingi ve akabinden İBDA-C operasyonu… Taraf’ın çıkışı… Az-Zuhur, Tahkim… Eylem patlamaları… Kısas eylemleri… Küfrün bütün mekanlarının saldırı hedefi olması… Cuma gösterileri… Bu taarruzların ardından gelen şanlı Sivas kıyamı… Ve diğerleri…

İBDA, hadiselerin önünden giden bir keyfiyettir. Hadiselerin peşine takılıp gelen değildir. “Gören Göz”le hadiselere baktığımızda, olayları sürükleyen ve peşinden getiren İBDA keyfiyeti görülür. İBDA, ne yaptığını bilen bir hareket olarak, şuurlara alternatif verici, eylemciliği geliştirici ve taarruz üstünlüğünü elinde tutandır. Geriden gelenler ise nal toplayandır…

Müslümanlar artık kısas hakkına sahip çıkıyor; İBDA’nın zihinlere verdiği alternatif sayesinde böyle bir hakkı olduğunun bilincine varıyor. İBDA’nın illegal cephelerinin gözükara eylemleriyle de kısasa olan inancı pekişiyor ve bunu yeri geldikçe de kullanıyor. Sivas, kısas hakkının kullanılmasına güzel bir misaldir. Sivas’ta, “Kemalist devrim burada kuruldu, burada yıkılacak”diyerek Müslümanlar eyleme başladılar: Menemen’de 37 müslümanın idamına karar verilmişti; Sivas’ta da 37 kemalistin ölümüyle Menemen’in intikamı alınmıştır.

Müslümanlar öz yurdunda 70 yıl önce büyük bir ihanete uğramışlar; dış düşmandan bin kere daha tehlikeli iç düşmanın tuzağına düşmüşlerdir. Bütün bu acı ihanete rağmen Müslümanlar Kemalist işgalcilere karşı mücadeleden bir an geri durmamış; fakat bir müddet mecburen savunmada kalmıştır “ Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” durumudur bu. Öyle ki, fethin sembolü olan Ayasofya, “İstanbul tekrar sizindir” dercesine Batılıların isteği üzerine müzeye çevriliyor ve batıya peşkeş çekiliyordu. Bağımsızlığımızı kaybettiğimizin hazin sembolüdür Ayasofya. Lozan’ın gizli maddesi olarak müzeye çevrilmiştir. Kemalist kafirler o kadar ileri gidiyorlardı ki, küfre karşı mücadele bayrağı açan Büyük Doğu’yu susturmak için İçişleri Bakanlığından gazetelere, “Allah’tan ve ahlâktan bahsetmek yasaktır” şeklinde tamimler gönderiyorlardı.

Fetullahcı ve Enver Ören’ci hain yapılanmalar Müslümanların taarruzlarından çok rahatsızlık duyarlar. İslam savaşçılarının, küfrün merkezlerine düzenledikleri eylemleri “provakasyon” diye damgalarlar. Bunlar, Siyonist TC’nin önlerine attığı kemiği yaladıkları için ezik, sümsük ve sünepe bir Müslümanlığı devamlı överler. Cihadı, kısası, silahlı peygamber gerçeğini devamlı inkâr ederler. Böyle hain yapılanmalar şüphesiz ki Müslümanın öncelikli taarruz hedefidir.

Müslümanlar içindeki diyalogcu-teslimiyetçi hainler de İslam savaşçılarının taarruzlarından aynen laikler gibi rahatsız olurlar. Laik-kemalistlere atılan bombalar sanki bunların yüreklerinde patlamıştır. Laik yazar Toktamış Ateş’e İBDA-C’nin illegal örgütlerinin bombalı suikastı üzerine bu laik kafire “geçmiş olsun” demek için sıraya giren uzlaşmacı-diyalogcular İslâmın taarruzundan korkan ibne ruhlu hainlerdir.

Uzlaşma, İslâmın kabul edemeyeceği bir durumdur. Uzlaşmak ihanettir. Uzlaşma, İslâmı küfür rejimine yamamaktır. Uzlaşmacı-diyalogcu hainler, “Kafir devlette bizlere de yer gösterin, bir kenarda sessiz sedasız biz de yaşayalım” diye laiklerle uzlaşırlar. Bu toprakların gerçek sahiplerinin Müslümanlar olup, kökten batıcı laiklerin işgalci olduğuna bir türlü kafaları basmaz. Laik-dinsiz TC’nin gölgesinde huzur(!) ve güven (!) içinde yaşamanın Müslümana haram olduğunu bilir, ama bilmemezlikten gelirler. Gerçek Müslüman, laik-kafirlerle uzlaşma ve bir arada yaşama yolları değil, onları bu ülkeden kovmanın yollarını arar. Zaten bu inancını kaybettiği an dinini de kaybedeceğini bilir.

Küfür rejimiyle uzlaşan ve dinini satanlara bir misal olarak İBDA mimarı’nın Hakikat-ı Ferdiyye adlı eserinin 40 Hadis bölümünden bir hadis:

“Benden sonra ümmetimden bir kavim gelir. Kur’an’ı okur, dini ilimlerden de malumatları olur. Şeytan onlara gelir, “dünyalığınızı düzeltmek için hükumete sokulsanız ya, siz yine dininizde onlara uymazsınız” der. Nasıl çalıdan, -dikenden başka- bir şey alınmazsa, onlara sokulmaktan da günahtan başka bir şey elde edilemez.”

Mahmut Kaçar’ın Ankara’daki 10 Kasım çıkartması kendinden zuhurun güzel bir misali olarak taarruzdur. Her ne kadar M. Kaçar tebliğ yaptım diyorsa bile bu hareket bir taarruzdur. Çünkü Kur’an’ı bilmeyen, duymayan yoktur. Böyle bir eylemle Kemalist kafirlere suçüstü yapılmış ve ayinlerinin içine edilmiştir. Yıllarca “Kur’an okundu, nur ayini yapıldı” diye evlerimizi basan Kemalist kafirler tam atalarının huzurunda put vaziyetine geçecekken gözükara bir Müslümanın kısasıyla karşılaşmışlar ve donup kalmışlardır. Kur’an okuyanlara senelerce yaptıkları zulmün hesabı sorulmuştur. Hem de hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri bir mekanda…

İBDA-C’nin illegal örgütlerinin bitmek tükenmek bilmeyen saldırı ve bombalamalarından bıkan kökten batıcı işgal medyası “İBDA-C bombayı çok buldu” diyerek taarruzun üstünlüğüne boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Öncü İbda hareketi sayesinde taarruzun üstünlüğünü kavrayan Müslümanlar hakkını söke söke almanın avantajını kullanmaktadır. Artık savunma psikolojisinden çıkıp taarruz üstünlüğüne geçmiştir. Artık Kemalistlerin karşısında “vur tepesine, al ağzındaki lokmayı” deyimindeki ezik Müslüman yoktur. Günümüzün Müslümanı savunmada kalma yerine taarruza geçmenin avantajına inanmıştır artık.

İşte 1975 yılında GÖLGE ilk sayısındaki çıkış yazısında şöyle diyordu: “Kuytularda inleme yerine, meydanlarda güç sahibi cazibe merkezi olmanın, yalvarma yerine emretmenin avantajına inanıyoruz.”

Haklarını namlusunun ucuyla arayanların ve silahlı savaşçıların haberleriyle dolu GÖLGE dergisi çıkış yazısında şöyle devam eder: “istediğimiz odur ki; harekete dökülmeyen fikrin insan için yük olduğunu kavramış, içe dönüklük içinde kendi kendini yıpratıcı değil, daima dışa doğru yayılıcı, bunun için de her fırsatı değerlendirici, bizden olmayanların öptükleri elleri öpmemek gibi pasif bir davranış içinde değil, onların öptükleri elleri kıracak ruh ve aksiyon adamlarını GÖLGE vasıtasıyla tanımak tanıştırmak ve disiplinli bir işbirliği kurmaktır.”

Körfez Savaşı’nda Amerikan emperyalizmini tel’in mitinglerindeki İBDA’nın öncülüğü rejimi korkutmuş ve Özal’ın emriyle İBDA-C operasyonu başlatılmıştı. Bu operasyonda İBDA mimarı Salih Mirzabeyoğlu gözaltına alınmasına rağmen taarruzun üstünlüğüne inanan İBDA fikriyatına bağlı militanlar eylemlerini arttırarak sürdürmüşlerdi. Hem de her cephe ve her noktadan, düşmanı şaşırtıcı taarruzlarıyla…

Türban kavgasını ateşleyenler de İBDA’cılar olmuştur. 1987 yılında Üniversite önünde başlatılan açlık grevi bir anda kavgayı bütün yurt sathına yaymıştır. Cuma namazından çıkan Müslüman halk, polis barikatlarını yarıp okullara doğru yürüyüşlere geçmiştir. Anadolu da Müslüman halkın taarruzu karşısında polis kaçacak delik arayacak hale gelmiştir. “Aman ne olur, başörtümüze bir şey demeyin!” diye yalvarmanın yerine meydanlarda güç sahibi olarak emretmenin avantajına sahip olmuştur Müslümanlar…

12 Eylül öncesinde Müslümanların polisle sürtüşmeye girdiği anlarda söylenen, “Müslüman polis, sen de bizdensin” sloganını polis taşlamaya çeviren de İBDA hareketidir. 12 Eylül öncesinde, bir mitingdeki Müslümanlara nasılsa ses çıkarmazlar hesabı yanında 2-3 askerle emretmeye kalkan bir subayın kitle önünde bir Akıncı Güç militanı tarafından dövülmesi gibi hadiseler şuurlara alternatif verici olmuştur. Polis ve askere tavır almanın öncülüğü İBDA militanlarının taarruzlarıyla gösterilmiştir. Siyonist TC’nin polisinin siyonizmin emrinde olacağı gerçeği hadiseler içinde kitlelere gösterilmiştir.

Zaman ve mekan taarruz sahiplerinindir. Her Müslümana farz-ı ayn olan Siyonist TC’yi yok edip sünni İslâm devleti kurma vazifesi taarruzu gerekli kılar. Bu taarruzların değerlendirileceği yerler İBDA saflarıdır. Bu taarruz şuuru farz-ı kifaye değil, her Müslümana farz-ı ayn’dır.
HAFTALIK TARAF DERGİSİ – 28. SAYI – 16 ARALIK 1994
Gözden geçirilme tarihi: Mayıs 2014