Geleneksel konut mimarîmiz: "Türkevi" insan, hayvan ve tabiat fıtratıyla iç içedir. Betonarme yapılar gibi ne içindekilere, ne de dışındakilere zarar verir. Beton kanserojen madde içerir ve kansere bile sebep olabilir.

Her yapılan betonarme yapı modernizmi yansıtmadığı gibi ahşapla yapılan her yapı da geleneksel değildir. Gelenekselcilik ruh işidir, ahşap yığınlarının posası ile uğraşmak değildir. İslam sanatında ana unsur ruhtur. Ruh yoksa hiçbir şeyin manası olmaz.

Bugün hangi şehrin hangi sokağında yürürseniz yürüyün tarihe, tasavvufa, birliğe, tevhide ulaşamazsınız. Çarmıha gerilmiş İsa portresini hatırlatan apartmanlar, sahte şehir kurma hevesi ile yapılan siteler, biçimsiz dükkânlar, birbirinin güneşini kapatan evler, toprağın canına okuyan beton ve asfalt, taklitten beter yapılan ve minareleri evlerin altında kalan camilerimiz, yere koyulmuş kubbeler, ses, gürültü, dehşet, havasızlık… Düzensiz mülteci göçleri, tarihi yapısı değişen şehirlerimiz, trafik kazaları, düzensiz kaldırım ve yollar… Bu manzaranın ortaya çıkardığı, 30-40 dairelik apartmanlarda yaşayan birbirine yabancı ruhsuz ve cinnet geçirmiş, aynı saatte iş için evden çıkan robotik insanlar, anlamsız kahkahalar, Starbucks’da uyduruk kahve isimleri ile hikâye paylaşan vampirler, insanı azgınlaştıran kişisel gelişimciler, komşu hakkını yiyenler, insanlık dışı hedonizm, kavga edenler, hakaretler, küfürler… Evet, saymakla bitmeyen halimiz.

Peki ya Türkevi'nin ruhunun ve kendisinin olduğu sokaklarda ne var? "Allah güzeldir, güzeli sever" ölçüsüyle inşa edilmiş evler, tevhid, dinamik hayat, bereketli ticaret, hoş bir sedâ ile yükselen ezan sesi, her an Allah'ı hatırlatan maddi ve manevi unsurlar...

Muhiddin-i İbn Arabi Hazretleri Fususu’l-hikem eserinde peygamberlerin özelliklerini izah ederken, Peygamber Efendimiz’in özelliklerinden birinin “ferdiyet ve güzellik sevgisi” olduğunu söyler. Her insan kendi başına bir ferttir ve güzellik de fert bilinci ile mündemiçtir; çünkü topluluk hakikati, fert hakikatinin saçaklar halinde temsilidir. Şahsiyeti ve güzellik anlayışı oturmamış mimar ve mühendis, toplumun zevk ve estetik anlayışını bozar. Estetik kaygıdan uzak bir yapı düşünelim ve şehrin en yoğun noktasında bulunmuş olsun. Her gün yüzbinlerce insan göz teması kuracak. Halkın aklı gözündedir hakikatine nisbeten güzellik anlayışını kaybetmiş olacak ve varacağı nokta şu an hali hazırdaki tavrımızdır. Batı sanatından misallendirecek olursak; Batı sanatının vardığı zirve nokta: "Sanatçının Dışkısı."

1961 yılında İtalyan Piero Manzoni dışkısını kaplara doldurup, Batı’nın sanat anlayışını göstermiştir. Ve bu iğrenç şey 2007 yılında 127 bin avroya satılmıştır.

Batı hangi meseleye el atmışsa oradan güzellik ve insanlık kaçmıştır. Batı’nın genlerinde bastırılmış barbarlık vardır. Bizde Tanzimat’la başlayan Batı hayranlığı günümüze dek katlanarak devam etmiştir. Jön Türkler ve İttihatçıların neredeyse hepsi Batı hayranıydı. Mesela Ziya Paşa şöyle diyor:

"Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm"

Avrupa'ya hayran ama İslam beldelerine düşman! Ziya Paşa’nın virane dediği şehirlere Le Corbusier bile hayranlıkla bakmıştır. Yarım aydınlanma, cehaletten daha tehlikelidir.

İslam Sanatı'nın muhteşemliği, mükemmelliği, temizliği, insanlığı, her konudaki hüsn'ü bakanları kendine hayran bırakır ve Allah'ı hatırlatır.

“Müslüman’ın giysisi, hem Allah’ın halifesine yakışır tarzda hem de kolayca abdest alıp namaz kılabileceği esneklikte olmalıdır. (…) Bir insan ruhuna en yakın şey önce giydiği giysi sonra oturduğu evdir. İslam ümmetinin iki yüzyıllık takva sırrı da budur. İçinde bulunduğumuz manevi krizden kurtulmanın tek çaresi maneviyatın, mevcudiyetini sürdürmesine olanak sağlayan ve ibadeti kısmen de olsa kolaylaştıran ortamı yaratan o şanlı medeniyete dönüştür.” (1) Peygamber Efendimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor: “Şu üç şey Ademoğlunun saadetindendir; Saliha bir hanım, geniş ev, rahat binek.” Tanzimat dönemine kadar kadınların eteklerinde sonsuzluğu temsil eden motifler bulunmaktaydı, geniş evlerde oturulmaktaydı; fakat Tanzimat’la beraber eteklerdeki sonsuzluk motifi gitti ve geniş evlerden, apartmanlara geçiş yapıldı. Bir anlayış ve zevk kayması yaşandı.

İslam mimarisinin temelleri Peygamber Efendimiz’in evine kadar dayanır. Mescid-beyt modeli yani Müslümanların hem toplanıp namaz kıldığı hem de toplantı yaptığı karargâh olmuştur. Martin Lings, bin iki yüzyıl boyunca ümmetin evlerinin neden ve nasıl camilerin uzantısı olur sorusuna cevap olarak Efendimizin evinin, caminin bir uzantısı olduğunu ifade ederek cevaplar. Camii, İslam şehirlerinin karakterini oluşturur. Her camii yeni bir sokağı, caddeyi, mahalleyi ve şehrin merkezini temsil ederdi. Merhum Mimar Turgut Cansever, İstanbul’da Unkapanı’nın niçin yapıldığını şöyle cevaplar: Süleymaniye Camii’ni şehrin merkezi olmaktan çıkarmak için, der. Unkapanı, İstanbul trafiğine bir çözüm değil kör düğümdür.

İslam mimarisinde şehirlerin ve evlerin genel kurgusu kadınlara göre yapılır. Evler geniş bir hole açılır. Salona veya mutfağa açılmaz çünkü kadının sahasıdır. Pencereler dahi kadınlara göre tasarlanır. Geleneksel mimaride evin ön cephesi, üç çıkma cepheden oluşur. Orta cephe kısmı bir çıkma halinde daha öndedir ve diğer iki kısım sağ ve sol kısmında bulunur. Tasarımının bu şekilde olmasının sebeplerinden biri haremlik-selamlık meselesine dikkat edilmesidir. Sokakta yürüyen kimse evin içini göremez, kapının önüne gelen kişileri yan çıkma cephelerden kadın rahatlıkla görebilir. Müslümanlar için evin ehemmiyetini mekân anlayışında Muhiddin-i İbn Arabi Hazretleri şöyle ifade eder: “Mekânlar latif kalpleri etkiler. Nasıl ki ruhani meskenler fazilet bakımından farklıysalar cismani meskenler de fazilet bakımından farklıdır.” Evlerin dışına verilen ehemmiyet içine de verilmiştir. “Evin içinde de, mekân anlayışı mobilya ve eşyanın nisbi yokluğu ile kendini gösterir. Eşya kalabalığı yoktur; sert, dayanıklı malzemeler pek azdır. Daha çok yerinden oynatılabilen, yeri değiştirilebilen, katlanılabilen ve dizilebilen yastıklar, halılar, hasırlar ve siniler bulunur. Ev neredeyse mevsimlere bağlı olarak ya da sadece ihtiyaca veya arzuya göre birçok işe yarayabilecek saf bir uzaysallık, donuk kayıtsız bir mekân olarak karşımıza çıkar.” (2) İslam-Türk mimarisinin ana karakteristiği dinamik olması ve her an şartlara göre değişebilmesidir. Allah daima şen’dedir, ayeti kendini şehirlerde, sokaklarda ve evlerde her an gösterir. Akıp giden hayata karşı, dinamik bir değişim gösteren anlayış barındırır. Geleneksel İslam-Türk mimarisinde ev eşyaları hayatı kolaylaştırmak için varken, Batı mimarisinde gösteriş ve kendini üstün kılmak için vardır.

Geleneksel mimari de dünya hayatında geçici olduğumuz, bir bakıma ev eşyalarının kolay ve taşınabilir olmasıyla hayata işlenmiştir. Cenabı Allah, Kuran’ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor: “Siz ebedi kalacağınızı sanarak malikâneler mi yapıyorsunuz?” Bundan dolayıdır ki yapı malzemesi olarak ahşap kullanılmıştır. Betonarmenin yüzyıllık tarihi var olduğundan geçmiş dönemlerde kullanılamaz. Yapı malzemesi olarak taş da çok az kullanılmıştır. Hafif yapı malzemeleri kullanılmıştır (Horasan harcı gibi). Mesela Japonlar ibadet ettikleri yeri ahşaptan yapıp her yirmi senede bir yenilerler ve hatta Tokyo’yu bambularla inşa etmişlerdir. Bu yüzdendir ki kâğıt şehir olarak da anılmıştır. Depreme karşı en büyük mukavemetin hafif yapılarla sağlanacağını anlayan Japonlar mimarisini bu şekilde geliştirmiştir. Ta ki ABD, ikinci dünya harbinde atom bombasını kullanıp şehri kül edene kadar…

Geçicilik meselesinin sadece bu dünyada fani olduğumuzu hatırlatan bir yönü yok. Aynı zamanda sınırlı mekânda, sınırsız zamanı yaşatmaktır. Eşyalarla kalabalık olmayan, her an taşınabilir evlerle sınırlı mekânda sınırsızlığı yaşamışlardır. Mevsimlere göre değişebilen yapılar kesin sınırlar kabul etmez.

Geçici yapılarda yükseklik aranmaz. Yani dikey mimari yerine yatay mimari gelişir. Yine Ayet-i Kerimede “Görmedin mi, Rabbin Ad kavmine ne yaptı? Yüksek sütunlarla dolu İrem’e ne oldu? Ki onun benzeri, başka ülkelerde meydana getirilmemiştir.” Bundan dolayıdır ki İslam mimarisinde çok büyük yapılar inşa edilmemiştir.

KAYNAKLAR

  1. Martin Lings, Öze Dönüş, çev. Zeynep Kot, İnsan Yayınları, İstanbul, 2012
  2. Necmüddin Bammat, İslam’da Mekan Anlayışı, çev. Sadık Kule, Şehir Düşünce Dergisi, İstanbul, 2015

Aylık Baran Dergisi 10. Sayı

Aralık 2022