Ümmet olarak yine bir Kurban Bayramı’nı ifa edeceğiz. Sık sık yazılarımda ifade ettiğim gibi bayramları ilk idrak etme yaşlarım okul tatili dönemlerime denk gelmişti. Karnemi alır almaz dede-nine ile torunun hasretini bitiren, boynu bükük yeşil ve daha sonra sararan buğday tarlalarında toprak kokusunu biteviye yaşadığım, gökyüzü ile yeryüzünün visale erdiği köyüme büyük bir coşkuyla giderdim. Köyüm dediysem… Şimdiki çocuklar gibi bir elimde cep telefonu saatlerce bir odaya kapanıp vakit geçirmezdim. Şimdiki çocuklar gibi bir elimde cep telefonu tabiattan nasipsiz, yağmurdan mahrum yaşasam yaklaşık üç ay tatil geçer miydi?

Zamana en iyi ilaç mutlu bir şekilde nefsini oyalamaktır. Yoksa zaman geçmek bilmez, hayat sıkıntılı bir hal alır. Zaman uzar ve mekan sana dar gelir. İnsan sevdiklerinin yanına giderse sevdiği mekana vasıl olursa en güzel tavır o insanlarla hemhal olmak, onlarla sırt sırta verip çalışmaktır. Çalışma şartları ne kadar zor olursa olsun. Evet, ne kadar zor olursa olsun diyorum. Haziran, temmuz, ağustos ayları köyümüzde öyle yoğun çalışma süreci vardı ki. Tarla sür, tırpanla çayır, fiğ, arpa, buğday biç; mercimek, nohut yol, hayvanların ihtiyacı olan otu getir ve saman yap saymakla bitmez. Öyle yoğun ve yorucu ki… O yoğun ve yorucu tempo ve ortamda bayram gelince öyle sevinmiştim ki… Bir anda yaşadığım zaman ve mekanda bambaşka zaman ve mekan boyutuna gitmiş gibi hissetmiştim kendimi. Akıntılı bir nehirde oradan oraya savrulup giderken bir göle ulaşmış bir kuğu edasında dinlene dinlene zaman ve mekanda yüzer olmuştum. Nefessiz kalmış bir durumdayken bir dağın zirvesine çıkmış saçlarım savrulur bir halde derin nefesler almış içimi sonsuzluk iştiyakı veren rüzgarlarla doldurmuştum. Köyümdeki insanlar benim baş ve kalp gözümde bambaşka bir beden ve ruh kalıbına bürünmüşlerdi. Herkesin bakışları ve bu akışlardan akan ruh halleri bambaşkaydı. Bayram bende bu olsa gerek… Zaman ve mekan algısının değişmesi. Hayatın katman katman olduğu ve her katmanda duygu ve düşünce dünyasının zenginleşmesi.

***

Üstad Necip Fazıl’ın raporlar kitabında bir grupla ilgili beni şöyle cezbeden (hangi görüşü cezbetmez ki) bir görüşüne muhatap oldum. Onlar İslam adına karşı kutbu korkutsalar belki bu onların şanından olurdu. Fakat bunlar onu yapmadı. İslam’ın izzet ve şerefini lekeleyici bir mahiyette İslam’dan tiksinmeye vesile oldular. Nitekim Osmanlı yükselme dönemimde Avrupa’ya korku salarken hiçbir zaman Avrupalı gözünde İslam adına tiksinti uyandırmamıştır. İslam’a muhatap anlayışa dair altın bir levha. Müslüman mizaç hususiyeti gereği ister sevgi isterse korku kutbundan olsun vakur bir edayla heybet ve vakarını koruyarak tebliğ ve telkinde bulunabilir. İslamafobi konferanslarının düzenlendiği sevgi peygamberi söylemleri ile İslam’ ı eksik ve güdük gösterici zihniyete ne güzel bir cevap. Mesele hangi mizaçtan olursan ol derin ve ince Müslüman edasında yapman gereken ince siyasetten haberdar olman. İç ve dışa dönük fetih hamleni bu usule dönük yapman. Ne diyordu Şah fikrin maliki Salih Mirzabeyoğlu. “İslam kılı kırk yarmanın değil kırk bin yarmanın rejimi.” Ne mutlu bunu böyle bilip nefsinde yaşatanlara. İslam böyle yaşatılırsa insanları fetheder hakimiyetini tesis eder.

***

Aydınlanma düşüncesi ile birlikte ortaya çıkan fikirler ve ideolojiler. Kimi ferdi kimi ise cemiyeti gösterici mahiyette. Bu fikirlerin çoğu mevcut durumun aksak ve eksikliklerini görüp bu aksaklık ve eksiklikleri giderici fikirler. Hepsinin de var oluşu kendisinden önceki mevcuda bağlı. Hiçbir zaman kendiyle kaim olmayan. Hepsinin ortak özelliği insanı ve cemiyeti kuşatıcı ahlak getirememeleri, yaşanılan dünyayı cennet yapma hayalleri. Olgulara mahkumiyet ve insanın sonsuz yaşama iradesine gözleri kapalı kalmaları. İnsanı nefsi ayartıcı şeylerle aldatmaları kör bir kuyu içinde sanal bir alemle oyalamaları. İnsan ve cemiyeti tek yönle ele almaları. Oysa ezeli ve ebedi İslam öyle mi? İnsanın her iki yönüne hitap edici ve ihata edici. İnsanın hem bu dünya hem de ahiret hayatının ana şifrelerini verici. Her fikrin, ideolojinin kendine ait zaman ve mekan kavramları ve bunlara bağlı olarak medeniyet tasavvurları vardır. Hangi fikir hakimse şehirleri, sokakları; insan ve cemiyet münasebetlerini kendi dünya görüşünü hakim kılıcı bir şekilde düzenlerler. Hangi fikir hakimse hakim olduğu alanda fikrinin tecessümü halinde hukuki, siyasi ve iktisadi hayatı belirleyip diğer görüşleri yaşayanlara bir yer gösterirler. Bütün mesele hakim olup olmama ile bu hakimiyete bağlı olarak yer tayin etmede. BÜTÜN MESELE; MÜSLÜMAN KENDİSİNE YER TAYİN EDİLMESİNE RAZI MI OLMALI YOKSA HAKİM OLMA RUHUNU YAŞATIP KENDİ DIŞINA YER Mİ TAYİN ETTİRMELİ? İlk durumda küfre rıza gösterme vardır ki ayniyle küfürdür. Her dünya görüşü hakim olduğu bir düzende daha huzurlu ve mutlu olur. Kendine ait ritüelleri daha iyi yapar. Niye çünkü fert ve cemiyet nizamı fikrine göre şekillenmiştir.

***

Yıllar öncesinden aklımda kaldığı kadarıyla bir haber. Doğu illerimizde bir şahıs zannedersem bir keçi kurban alıyor. Kendisi bir apartman sakini. Kurbanı ertesi gün kesecek ya. Keçiyi dairesinin balkonuna koyuyor. Keçi ne yazık ki balkondan atlayıp düşüyor ve birinin de ölümüne sebep oluyor. Kurban sahibine bir anda “Sen ne biçim adamsın apartmanda böyle yaşanır mı? Bu ne medeniyetsizlik…” Daha birçok haklı ve suçlayıcı cümleleri sırala. Kurban sahibi İslam’a ait bir ibadeti yapacakken ne gibi kötü durumlara yol açıyor. Bir bakıma İslam’a ait bir ibadeti çirkinleştiriyor.

Bu haberden sonra bir anda kendimi hayallerime vererek kurban kesenin yaşadığı başka bir alem kurdum. Bu şahıs ve ailesi on yıllarca orada oturuyor. Evleri müstakil ve bahçeli. Tıpkı komşu evler gibi. Münasip zamanlarda bahçeye inerek ağaç altında oturup yıldızlardan haberli sohbet edebiliyorlar. Çaylarını sanatla demleyip komşularını davet edebiliyorlar. Ne altlarında ne üstlerinde bir ev var. Ne üstte olup eziyorlar ne altta durup eziliyorlar. Komşularla yan yanalar. Hiçbiri diğerinin güneşini engellemiyor. Hiçbiri balkondan çıkıp komşusunu rahatsız edecek şekilde halı silkelemiyor. Her biri kurbanlarını önceden alıp bahçelerine koyuyorlar. Evin bütün fertleri günlerce kurbanı sevip okşayıp yedirip içiriyorlar. Kurban günü de kurbanlarını kimseye zarar vermeden kesip tertemiz ibadetlerini ifa ediyorlar. Etlerinin üçte birini fakire fukaraya ayırıp çocuklarla o evlere gönderiyorlar. Yaşadıkları yer mahalle ortamı olduğu için herkes yaşadığı muhite hakim ve kim ne yapar kim fakir biliyorlar. İşte böylesi bir ortamda dıştan bakan için ne estetik bir görüntü var. Kurban ibadeti ne güzel duygu ve düşüncelere salıyor insanlara.

Evet, batı düşünce yaşayışın hakim olduğu bir düzende hiçbir ibadetimizi doğru ve düzgün yapamayız. Bu düşünce ve yaşayışın hakim olduğu yerde sığıntı ve ezik bir şekilde yaşamaya mahkum olur hepimiz balkona kurbanını koyan insan durumunda çaresiz bir şekilde ibadet yapar istenmeyen vakalara sebep olabiliriz. O halde bize düşen bu topraklarda hakim olup kendi dünya görüşümüze uygun hukuki, siyasi ve iktisadi düzenimizi kurmak olmalı. Bakın görsünler o zaman medeniyet neymiş, fert ve cemiyet arasında nasıl bir ahenk ve uyum sağlanırmış. Fert ve cemiyet birbirleriyle nasıl kaynaşıp komşu olurmuş. İnsanlar birbirini gözetici ve mahremlerini koruyucu nasıl teneffüs ederlermiş. Velhasıl son kertede iş devletleşmeyi zorunlu kılıyor. Devlet bir toplumun maddi manevi yekun kıymeti.