Herkesin hakikati kendine. Hiç kimse hakikatim yok demiyor. Kalplere Rabbimiz tarafından nakşedilmiş kablî düşünce (peşin hüküm), bir hakikat var. İnanmıyorum diyen bile inanmamaya inanıyor ve kendi hakikatini anlatarak kendine taraftar bulmaya çalışıyor. İnanmıyorsan o halde susup kendi dünyanda kavrulup gitmen gerek. Öyle yapmıyor; derneğini kuruyor, kitaplarını basıyor ve kendi dünya görüşünü kitlelere yayma çabasında bulunuyor. Yani anlayacağın hakikatten kaçış imkanın yok. Sen de inanıyorsun bizim inandıklarımıza karşı gelerek. Herkes samimisi ve sahtesiyle sunî ve gerçeğiyle kendi hakikatini hayatın bulanık dehlizlerinde yaşayıp gidiyor. Rabbimse rahmet sıfatıyla hangi hakikat olursa olsun kendi hakikatini samimi ve doğru yaşayana hedefini gerçekleştirme imkânını bahşediyor. Aslında hadise bu kadar basit ve net. Neticeyi tutarlı olan ve davasının samimisi kesilen elde ediyor. Senin Müslüman olman, “inandım” demen, doğrudan sana bir şey kazandırmıyor. Ölçülerin var; ölçülerine riayet ederek medeniyetini kuracak, izzet ve şerefini koruyacak, bütün insanlığa numune olacaksın. Senin davan “Sen hem kendin için hem de başkası için varsın.” diyor. Sen bir tarafınla ferd olarak derinliğine, diğer tarafınla cemiyet olarak genişliğine yaşamak zorundasın. Aksi takdirde ne ferd olarak, ne de cemiyet olarak ayakta durabilirsin. Ferd ve cemiyet arasında denge kuramazsan ahiret ve dünya hayatını tehlikeye atar, huzur ve mutluluk bulamazsın. Herkesin hakikati kendinde. Hakikat değişmez olandır, değişirse hakikat değildir. Peki hakikat çok olamayacağına göre bütün insanlığı arayış ve çırpınışa sevk eden hakikatin hakikati nerede. Hakikat “tek” ferdin hakikatinde. Hakikat-i Ferdiyye’de; iman halinde şeksiz ve şüphesiz Allah Resûlü’nün hakikatinde. O’nun ölçülerine nisbetle iyi, doğru ve güzel arayışımız olacak; O’nun ölçülerini esas alarak kötü, yanlış ve çirkin hedeflerimizi tayin edip uzak duracağız. Allah için sevgi ve nefret kutuplarımızı belirleyip bütün hayatımızı her nefesi ibadet fırsatı bilinciyle yaşama gayreti içinde olacağız.

Beka meseleleri söylemleriyle her günümüz geçip gitmekte. Mü’min her an kalp hakikatinde mündemiç ruh ve nefs kutupları arasında mücadeleye şahit olarak, iman ve küfür arasında beka meselesi yaşar. Ölene kadar bu mücadelenin bitmeyeceği şuuru ile sabredip şükrederek, korku ve ümit arasında gidip gelerek imtihanını başarılı geçirme telaşı içinde hayatını sürdürür. Şimdi herkesin dilinde beka mevzuu. Herkes meşrep ve dünya görüşüne göre beka meselesinin çerçevesini çiziyor. Herkesin tesellisi kendince var. Beka mevzu kiminde işsizlik, kiminde PKK terörü. Kimine göre CHP’nin, kimine göre AK Parti’nin varlığı. Uzat uzatabildiğin kadar... Öyle bir coğrafya, öyle bir ülkedeyiz ki saymakla bitmez. Bir Müslüman olarak tüyler ürperten bir açıklama: Ülkemizde bu yıl boşanma sayısı evlilik sayısını geçti. Evet, Müslüman için çıldırması gereken bir hâl. Yıllardır büyükler bizi şöyle avutup durdu: İşte Avrupa’da aile kalmadı, nüfus çoğalmıyor, kadın kadına, erkek erkeğe evleniyor, bu hâl Avrupa’yı tüketip bitirecek. Biz Müslüman bir memleketiz, bizde aile sağlam. Oh ne alâ! Avrupa bitecek biz yükseleceğiz. Ne oldu da kendinden bildiğin insanların 17 yıllık yönetiminde boşanma sayısı evlilik sayısını geçti? 

Reis erkekti, reisleri ikileştirdin. Güya reis erkekken erkeği müstebit kadını mazlum ilan ettin. Aslında hakikî muhabbet ve sevginin kurduğu yuvada kimse reislik peşinde değildi ki. İslâm edep ve terbiyesinde herkes yerli yerini bilir, alanını çizer, vazife ve mükellefiyetlerini yerine getirip yaşardı. Herkes reis olduğu ve olacağı yeri bilir, insanî olarak hadiseler karşısında kimi zaman sabrederek, kimi zamansa şükrederek bir yastıkta ömür sürerlerdi. Anlayacağınız eşeğin aklına karpuz kabuğu koydunuz, mutlu beraberliklere ve düzene çomak soktunuz. Ne oldu da Aile Bakanlığı kurulan bir dönemde evlilik sayısı boşanma sayısının gerisinde kaldı . Sakın Aile Bakanlığı yapan hanımefendilerin KADEM’den (Erkek düşmanı feminist Batı zihniyetli, Ehli Sünnet’e yamuk bakan) tiplerin başa gelmesi etken olmasın? Dünya hukuk tarihinde zalimliğin tescili sayılacak numune bir karar verdiniz. “Kadının beyanı esastır.” Cumhuriyet döneminde İstiklâl Mahkemeleri’nde Üç Alilerin “sanığın asılmasına, delillerin daha sonra toplanmasına karar verilmiştir.” zihniyetinden ne farkı var bunun? Kadının beyanı esastır; niye, erkek insan değil mi? Kademcilere göre zaten erkek hep ezen, kadın hep ezilen. Erkek ne yapsa onlara yaranamaz . Kadın narin ve nahif, erkekse kaba ve zalim. “Kadının beyanı esastır.” Gel de erkek olarak çıldırma. “Seni gidi bin yılların kadın sömürücüsü, evden uzaklaştırma koluna kelepçeyi takma.” Bütün kararlar erkeği aşağılama ve kadını aşağılatma üzerine. Ve haliyle kadın ve erkeği dağıtan, birbirine düşman kılan zalim bir süreç. Hepimizin babası ve annesi yok muydu? Hepimiz babamız ve annemizin kucağında sağlıklı nesiller olarak büyümedik mi? Halbuki hakikatin hakikatine göre kadın ve erkek olarak insanî hakikati ortaya koyup, o hakikat üzerine yeniden birlik ve beraberliğimizi tesis etmeliydik. İnsanî hakikat; Allah ve Resûlü’nün hakikatinde eriyip her şeyimizi ona göre belirlemeliydik. İnsanî hakikat ne diyor: “Dünyanızda üç şey bana sevdirildi; kadın, güzel koku ve gözümün nuru namaz.” Evet, erkek ve kadın Allah katında birbirine sevdirildi. Madem fıtratımızda birbirimizi sevmek var, o zaman bu dünyayı birbirimize zehir etmeyip aile kurarak geleceğimizin meyveleri çocuklar yetiştireceğiz. Birbirimizi Allah (c.c.)’ün birer emaneti olarak görüp ahirete götürücü vesile addedeceğiz. İslâm’a göre -Kademci zihinleri Batı düşüncesiyle hareket edenlere göre değil- kadın erkekten yaratıldı. Bu yüzden erkek, kadınsız eksik ve noksan kalıyor. Kadın ise erkeksiz kendini her daim gurbette sayıp vatansız bir ortamda yaşayarak özgüvensiz görüyor. Erkek, erkek olma hakikatini kadına; kadın ise kadın olma hakikatini erkeğe borçlu. Bu iki zıt varlık “her şey zıddıyla kaim olur” hakikati mucibince birbirine muhtaç. Allah’ın bütün mahlûklardan üstün tuttuğu iki güzel varlık. Birbirlerine göre birbirlerinin olmazsa olmaz unsurları. İnsan, erkek ve kadın olarak doğar doğrusundan daha doğru olan; insan, erkek ve kadın olma istidadıyla doğar. Erkek kadına muhataplığı çerçevesinde, kadınsa erkeğe muhataplığı ölçüsünde erkek ve kadın olurlar. Birbirlerine muhatap olmadan birbirlerini işlemeden layıkı veçhile erkek ve kadın olamazlar. Birbirlerine muhatap olmazlarsa sûreten erkek ve kadın hakikatini yaşatırlar. Evet bütün gayemiz erkeğin eksiğini giderici kadını, kadınınsa gurbet hayatına son verici erkeği nikah dairesi çerçevesinde buluşturmak olmalı. Erkek ve kadın, hakikatlerini bilirse evlilik, aile güçlü olur. Aile güçlü olursa, vatana millete hayırlı evlatlar yetişir. Sokak, mahalle, şehir velhasıl bir millette birlik ve beraberlik şuuru neşv ü nema bulur. Ekonomi , terör hepsi bir bir kolayca aşılır. Bu dilimizden ve hakikatimizden pay almayıp iş yapıyor görüntüsü altında çalışanlara yazıklar olsun. Yazımıza hakikatimize ayna olacak tablolarla son verelim. Vesselam.      

Reşahat’tan Altın Tablo
Şeyh Havend Tahur… Dış ve iç ilimlerde çok yüksek. Babasının talim ve terbiyesiyle Allah ehlinin yüksek tabakalarına ulaşmış. 

Türkistan’a gidip orada Hoca Ahmed Yesevî hanedanı büyüklerinden Tenkuz Şeyh ile sohbet ediyor. Tenkuz Şeyh’in evine inince, Şeyh eliyle yemek pişirmeye koyuluyor. Şeyhin öyle bir zevcesi varmış ki, ev işlerini görmekten hoşlanmaz ve zaten bilmezmiş. Bütün ev işlerini Şeyh görürmüş … Tam yemek hazırlanırken, odunları alevlendirmek için Şeyh yüzünü ateşe yaklaştırıp üflerken, kadın birdenbire içeriye giriyor ve Şeyhin arkasına bir tekme attığı gibi Şeyhin kafası kül ve kora bulanıyor. Şeyh başını kaldırıyor ve yüzünü sildikten sonra işine devam ediyor. Hiç ses çıkarmıyor ve Şeyh Havend Tahur Hazretleri’nin bütün suallerini cevaplandırıp müşküllerini çözüyor. 

Şeyh Havend Tahur Hazretleri, Şeyh Tenkuz ile sohbet ederken ona sormuşlar:

Siz ki bütün suallerimizi cevaplandırdınız ve müşküllerimizi çözdünüz. Bunca kemallerinize rağmen zevcenizin cefasına nasıl tahammül ediyor ve yaptığı edep dışı hareketleri nasıl olup da mukabelesiz bırakıyorsunuz?

Şu cevabı almışlar:

BİZDE BU KADAR İLİM VE HAL MEYDANA GELMESİNE SEBEP, DÜNYA CEFASINA TAHAMMÜL ETMEMİZDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.

İhyau Ulûmî’d-Dîn’den Peygamber Tablosu
Peygamberler haberlerinde: Yunus Aleyhisselâm’a bir cemaat misafir geldi. Yunus Aleyhisselâm onları yedirmek için mutfağa girip çıkarken, karısı ona zahmet veriyor ve o da buna katlanıyordu. Buna karşı şaşıran misafirlere: “Şaşmayın, bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü ben Allahu Teâlâ’ya şöyle dua ettim: Ya Rab bana çektireceğini dünyada çektir!” Allahu Teâlâ da: “Senin cezan falancanın kızıyla evlenmektir, onu al.” buyurdu. “Ben de işte onun bu haline sabrediyorum.” dedi. Kadının boşboğazlığına sabretmekte, nefsi terbiye, gazabı teskin ve ahlâkı güzelleştirme vardır. Tek başına kalan veya Salihlerle arkadaşlık eden kimsenin, içyüzü belli olmaz. (…) Ahiret yolcusuna düşen vazife, insanı harekete geçiren, hiddetlendiren bu gibi vasıtalarla kendisini denemek, güzel huylu olmak için bu gibi can sıkıcı müşküllere sabretmeye alışmakla, bâtınını (içini) kötü vasıflardan arıtmaktır. Esasen aile gailesine sabretmek, riyazet ve mücahede olmakla beraber, onların maişetini deruhte etmek başlı başına bir ibadettir. Bu da evlenmek ile alâkalı faydalardandır. 

Hazreti Ömer Efendimiz’den Altın Tablolar
Peygamberimize kızı Hz. Hafsa’yı vererek kayınpeder ve Hz. Ali efendimizin Hz. Fatıma’dan olma kızı Ümmü Gülsüm’ü alarak damat olma bahtiyarlığına eren kalem ve kılıç kahramanı Hz. Ömer (r.a.) bir gece Medine-i Münevvere sokaklarında geziyordu. Bir ara bir evin içinde anne-kız arasında geçen konuşmalar kulağına geldi. Kadın kızına o gün sütleri çok az çıktığı için geçim zorluğu çekeceklerinden şöyle seslenir. “Kızım sütün içine biraz su dök ki çoğalsın.’’

Kızı “Emir’ül-Müminin, süte su katmayınız, diye emir buyurmadı mı?” dedi .
Annesi “O burada değil, bizi görmez.” diye ısrar etti.
Kızı “Ömer burada değilse Rabbi buradadır. O bizi görüyor.” dedi.

Hz. Ömer bunu işitince evi belirledi. Eve gelip oğluna “Senin için bir kız buldum. Onu sana alayım” buyurdu. Sabah olunca kadının evine geldi. “Kızını benim oğluma istiyorum.” buyurdu.

Kadın “Bunu kalbimden dahi geçirmeye cüretim yoktu.” diye şaşırdı.

Hz. Ömer “Kızından işittiğim bir söz çok hoşuma gitti, onun için istiyorum” buyurdu. 

Sonra o kızı oğlu Asım’a aldı. Abdülaziz o kızın çocuğudur. Abdülaziz’den de Emirü’l-Müminin Ömer b. Abdülaziz Hazretleri vücuda geldi. Onun hilafeti esnasında da kurt kuzu ile beraber dolaşırdı. 
***
“Erkeğin ağzının laf yapmasına aldırış etmeyin. Kim emaneti koruyor ve insanların namuslarına saygı duyuyorsa ona değer verin ve işte erkek odur. Kişinin namaz ve orucuna değil; onun aklı ve sadakatine bakın diyen Hz. Ömer’e (r.a.) bir kadın gelip “Ey Müminlerin emiri, kocam çok kötülük yapmaya başladı, az hayır işliyor.” dedi. Hz. Ömer (r.a.) eşinin kim olduğunu sorunca kadın “Ebu Seleme” dedi. Hz. Ömer (r.a.) onun sahabeden biri olduğunu anladı ve “Senin kocan hakkında hayırdan başkasını bilmiyoruz.” dedi. Sonra da yanında duran adama “Sen ne dersin?” diye sordu. Adam “Ben de bundan başkasını bilmiyorum.” dedi. Daha sonra haber gönderip eşini çağırttı ve kadına da eşinin arkasında durmasını söyledi. Hz. Ömer (r.a.) adama “Bu kadını biliyor musun?” deyince adam “Hangi kadın?” dedi. Hz. Ömer (r.a.) “Eşin” dedi. Adam “Ne demek istiyorsun?” deyince Hz. Ömer (r.a.) “Senin çokça kötülük işlediğini ve az hayır yaptığını söylüyor.” dedi. Adam “Ne de kötü söylemiş, Allah’a yemin olsun ki, o kadınlar içinde en fazla elbisesi olan ve en rahat edenlerdendir; fakat ne yazık ki eşinin ilişkide bulunmaya gücü yok.” Ömer (r.a.) kırbacını alarak kadına doğru yönelip “Ey kendi kendisine düşman olan, onun gençliğini yok ettin, malını yedin, sonra da gelmiş onu olmadık şeylerle suçluyorsun.” dedi. Kadın “Bu sefer beni affet, Allah’a yemin olsun ki beni bir daha burada göremeyeceksin.” diyerek uzaklaştı.

Onu Neden Boşuyorsun?
-Çünkü Onu Sevmiyorum
Hz. Ömer (r.a.) hanımını boşamak isteyen bir adama “Onu neden boşuyorsun?” diye sorunca adam “Onu sevmiyorum” cevabını verdi. Hz. Ömer (r.a.) yoksa bütün aileler aşk üzerine mi bina edilmiş? Nerede hakkı gözetme ve takdir etme? (vicdan, dürüstlük ve itina)” dedi. Keşke aşk ateşinden yana ailenin yıkılmaması ve çocukların sokaklara düşmemesi için insanlar kendisini feda etse.
***
Hz. Ömer (r.a.)’den. “Kendi ailesinin içinde çocuk gibi olan, kendisine ihtiyaç duyulduğu zaman da evinin reisi olan kişiyi severim.” (Dışarıda erkek gibi olan)
Çocuklara büyük bir itina gösterir, onları sever ve öperdi. Çocuklarını hiç öpmeyen valiye görev vermediği bilinen bir durumdur.

Bir anne ve babanın tek çocuğu vardır. Bu yüzden Hz. Ömer (r.a.) çocuğun cihada çıkmasını engellemiş, çocuktan anne ve babasına bakmasını istemiştir. Çünkü anne ve babaya bakmak, onların ihtiyaçlarını gidermek, kalplerini huzura kavuşturup mutlu etmek de cihaddır. Bu hususta çocuğa şöyle söylemiştir: “Anne ve babanla birlikte ol. Hayatta bulundukları sürece kendilerine bakmak suretiyle cihadda bulun. Sonra nasıl istersen öyle yap.”
***
Bir kadın darmadağın ve perişan olan kocasıyla birlikte Hz. Ömer (r.a.)’in yanına geldi. Kadın kendisine şöyle söyledi:

Ey Müminlerin emiri! Beni bu adamın elinden kurtar. Hz. Ömer (r.a.) onlara baktı ve ferasetiyle kadının kocasına neden nefret duyduğunu idrak etti. Mecliste oturan arkadaşlarından birine adamı yanına almasını, banyo yaptırmasını, tırnaklarını ve saçlarını kestirmesini ve daha sonra kendisine getirilmesini emretti. Hz. Ömer (r.a.) arkadaşları istenenleri yerine getirdikten sonra, adamla birlikte döndüklerinde Hz. Ömer (r.a.) adama karısının elinden tutmasını ima etti. Adam eşinin elinden tutunca kadın dedi ki: “Ya Abdullah Müminlerinin emirinin huzurunda böyle mi davranılır?” Daha sonra kocasıyla çıkıp gitti. O zaman Hz. Ömer (r.a.) şöyle konuştu: “Eşlerinize karşı böyle davranın. Onların sizler için nasıl süslenip püslenmesini isterseniz, onlar da sizin süslenip güzel giyinmenizi isterler.”

***
Karısına hile yapan, saçlarını boyamak suretiyle kendisinin küçük olduğunu sahtekarlıkla karısına yutturan adama vurarak şöyle der:

“Milleti oyuna getirdin.”
***
Genç kızın hatalarını ortaya çıkarmaya ve başkalarına söylemeye yönelen babaya ikazda bulunmuş ve şu anlamlı sözleri söylemiştir:

“Allah (c.c)’ın gizlediğini ilan etmeye kastın mı var? Vallahi, onun hakkında herhangi bir kimseye bir şey söyleyecek olursan, seni herkese ibret olarak cezalandıracağım.”
***
Hz. Ömer (r.a.) bir adamın eşlerini boşadığını ve bütün mallarını çocuklarının arasında taksim ettiğini öğrendi. Çünkü öleceğini tahmin ediyordu. Kendisini çağırdı ve şöyle dedi:

“Öyle sanıyorum ki, şeytanın sesi sana hoş gelmiştir ve senin öleceğini duymuştur. Senin kalbine yaptığın bu kötülükleri yerleştirdi. Çok uzun süre yaşayacağını sanmıyorum. Vallahi sen kadınlarını geri getirecek ve kendilerine mallarını vereceksin. Aksi takdirde mirasını ben onlara vereceğim.” 
***
Ali Ulvi Kurucu’nun Hatıratından Tablo
Mustafa Sabri Efendi (kendisi o anda Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislam makamındadır) medrese ziyaretinde Yusuf adlı bir genç talebe görür. Genç, edebi, hal ve hareketleri, ilme olan istidadı sebebiyle Mustafa Sabri Efendi’nin hoşuna gider. Medreseden çıkarken baş müderrise “bu genç evli mi, bekar mı?” diye sorar. Gencin bekar olduğunu öğrenen Mustafa Sabri Efendi baş müderrise “bu genci benim kızımla evlendirelim.” der. Baş Müderris “Garip bir annesi olan, başka kimsesi olmayan fakir aile çocuğudur.” der. Mustafa Sabri Efendi “Hiç önemli değil kimi varsa gelip kızımı istesinler, ben kızımı buna vereceğim.” der. Bunun üzerine gençle konuşan baş müderris gençten şu cevabı alır: “Fakir bir durumdayım, halim ve vaktim yerinde olmadığı için bu işin üstesinden gelemem.” Baş müderris bunu Mustafa Sabri Efendi’ye aktardığında şu cevabı alır: “Fakir makir olsun fark etmez kızımı istemeye gelsin.” Evde hanımına da durumu aktarır, fakir lakin başarılı ve temiz bir medrese talebesinin genç kızlarına talip olduğunu ve vermek niyetinde olduğunu söyler. Şeyhülislamın eşi olan kadının bu durum içine sinmese de eşine karşı gelemez. Kabullenmekten başka çaresi yoktur. Yusuf adlı genç, medrese hocası ve gariban annesiyle Mustafa Sabri Efendi’nin kızını istemeye gelir. Lakin yanlarında muhteşem bir bohça vardır. Mustafa Sabri Efendi’nin hanımının gözleri sevinçten dolayı pırıl pırıl ışıldamaktadır. Eşi “Hoca Efendi fakir insanlar diyordun lakin çok güzel bir bohça getirmişler.” diyerek memnuniyetini izhar eder. Mustafa Sabri Efendi “Allah yardım etmiştir” diye karşılık verir. Oysa işin aslı Mustafa Sabri efendi eşinin ve kızına talip talebenin haberi olmadan üçüncü bir şahsa masrafları tutan bir meblağ bohçayı hazırlatıp talebeye ulaştırır ve eve gelirken bu bohçayla gelmesini salık verir. Mustafa Sabri Efendi hem eşinin gönlünü ferah tutar hem de talebe ve annesinin haline halel getirmemiş olur.

Yıllar sonra devrim olmuş… Âlimler asılmakta… Batı düşünce ve yaşayış tarzı tâhkim edilmekte… Mustafa Sabri Efendi tıpkı Mehmet Akif Ersoy gibi yurttan kaçarak soluğu Mısır’da almıştır. Mustafa Sabri Efendi İslâmî mücadelesini sürdürmekte. Yine bir başarılı talebe Mustafa Sabri Efendi’ye olan hayranlığı ve sevgisinden dolayı akraba olma isteği ile torununu istemektedir. Mustafa Sabri Efendi talebenin bu isteğinden oldukça hoşlanır. Lakin talebeye şöyle der: “Benim torunum hal ve hareket olarak sana münasip değil. Senin ilim öğrenmene engel olur.”


Baran Dergisi 651. Sayı