Statükonun alışkanlık halinde dayattığı hayat tarzı, İslâm inkılâbına karşıdır. Güya, eleştirdiğimiz, eleştirirken bile alışkanlıklarımızı hiç bırakmaya yanaşmadığımız bu hayat tarzı, ıslahatçıdır ve devrimden nefret eder.
Bir sosyal etkinlikle yazımıza başlayalım:
Sabah namazından sonra ormanlara gidiyor, orada bir saat yürüyüş veya koşumuzu yaptıktan sonra denize iniyor, orada da bir müddet yüzdükten sonra deniz kenarında mükellef kahvaltımızı yapıyoruz. Ve saate bakıyorum. Evde olsam, hâlâ uykuya doyamamış bir mahmurlukta yeni kalkmış olacaktım ve belki de suratı asık iştahsız kahvaltıya oturacaktım. Hanımla kıldan tüyden meselelere tartışmakta işin cabası...
Yukarıda anlattığım, herkesin gıpta edeceği bir program. Fakat belli bir düzene yönelik hayat tarzı haline gelirse verimli olur.
Mühim olan düzenli yapmak, yoksa birkaç kere yapılan hayat tarzı olmuyor.
Mesele işi hayat tarzına dönüştürmekte. İşte burada zorlanıyoruz ve keyfi hayat tarzının esiri oluyoruz. Çünkü keyfilik kolayımıza geliyor ve bu kolaydan çok şey kaybediyoruz.
İdeolojimize göre yaşamayı her alanda sürdürmeliyiz. Zaten ideoloji, fert ve toplumun inşaındaki gerekli fikirler manzumesi değil mi?
Bir Müslüman (İBDA’cı) ideolojisine göre yaşamalı, hayat tarzı böyle olmalı. Her işte nisbet noktamız ideolojimiz olmalı. İdeolojimizin boşluk bıraktığını düşünmek, İslâm’ın hasrı dışında bir şeyin olduğunu kabul etmek demektir ki, bu inancımızla çelişir.
İdeolojimize göre yaşamayı zevk haline dönüştürmeliyiz; sporundan yeme-içmesine kadar. Önce zor gelen bazı şeyler cehd ile, sabır ile kolaylaşır, tabiî hale gelmeye başlar. Yeter ki başlangıç aşamasında vazgeçmeyelim, işin başındaki zorluktan yılmayalım.
Aslında çoğu şeyden, işin zorluğundan ziyade kendi psikolojik duvarlarımızdan vazgeçiyoruz, kendi kendimize ördüğümüz duvarların esiri oluyoruz. Böylece en büyük düşmanımız olan nefsimize yenik düşüyoruz. Ve modern (batı) hayat tarzına istemeden de olsa kayıyoruz.
Bakıyorum da, lafta modern hayat tarzına karşıyız ama hayat tarzımız aynen öyle. Yememizden tutun da, evi-işi-dişi arasında sıkışmış hayat tarzımız ve böyle bir koşturmaca içinde geçmekte olan ömrümüz bunun ispatı. Hatta bu koşturmaca dan zevk alır hâle gelmişiz. Bu koşturmacanın arkasına sığınıyor, mazeret hatta zaruret olarak gösteriyoruz.
Hayat tarzımız bozuk... Müslümanım, Akıncıyım, İBDA’cıyım diyenlerin bir kısmının da hayat tarzı bozuk; Müslüman’ca değil, Akıncıya göre değil, İBDA’cıya göre değil. Bakıyorum da bazı arkadaşlar çok çabuk dökülüyor, hayat tarafından yutuluyor. Halbuki hayata karşı yutulmamak için son nefesimize kadar planlar yapmalı, her daim kendimizi muhasebe etmeliyiz. Bize dayatılan “hayat tarzını” kabul etmeyip, ideolojimize göre hayat tarzımızı yaşamalıyız.
İslâm her şeyden önce irade davasıdır, irade gösteremeyen, bir müddet sonra şahsiyetini de kaybeder. Yok olur gider...
Modern hayat tarzından dolayı, ne hikmetse vaktimiz yok; fakat iş davaya gelince nefsimiz bin bir bahane buluyoruz. Fakat mertlik de bizde kalacak ya, mangalda kül bırakmıyoruz. Laf bol, iş az...
Hayat tarzımız bozuk dedik... Müslümanın modern hayat tarzına uyması çok saçma, çok uyumsuz. Ömrün bir hazine olduğunu ve vakitin nakit demek olduğunu bilen Müslümanın bozuk para (dünya) uğruna ömrünü ziyan etmesi, ahirette geçer akçeye kıymet vermemesi Müslümanlıkla bağdaşmaz; tamamen materyalist, dünyevî ve pragmatist bir yaklaşımdır. “İmansız İslâmcılık” buralarda başlıyor ve “hayat tarzı”na dönüyor.
Nerede bizim hayat tarzımız, nerede bu hayat tarzı? Namazını kılan da böyle, işi beynamazlığı vuran da böyle. Hele hele dini mastürbasyon aleti olarak görenlerin ham sofulukları iğrenç olduğu gibi onlara bakıp da sırıtanların durumu da iğrenç.
Hayat tarzın nasılsa öyle birisin, demektir. Lafa değil, işe bakmak esas olduğuna göre, şeriat de zahire göre hükmettiğine göre bu böyle... Mesela Müslüman göbekli olmaz, mesela Müslüman her an ölecekmiş gibi boynu bükük fakat dünyaya karşıda başı dik olur. Günde 1500-2000 kalori yakıyorsun ama, 5000 kalorilik yiyorsun! Neden? Yediklerimizin yarısı fazla olmuyor mu?
“Yaşamayı fikir, fikri yaşamak bilmek.”
“İnkılâp mânâsını nabzında duymak.”
İşte hayat tarzımız bu iki düsturdaki gibi olmalıdır. Eğer böyle değilsek, kendimizi hesaba çekilmeden önce hesaba çekmeliyiz.
Evi-işi-dişi arasında kaybolan insanların vakti de hiç yoktur ve hep dava ile ilgili işler ertelenir. Aslında kendi faydasına olan işler bunlar ve kaybeden kendisi olacak. Aslında hayatı yaşamıyor, bir koşturmaca içinde sürünüyor; dünya görüşünden kopuk sanal bir hayat içinde kaybolup gidiyor.
Aslında ahlâksız bir hayat; çünkü eşya ve hadiseler karşısındaki tavrımız ahlâktır. Bunun fikri de ideolojidir. İdeolojisiz hayat, ahlâksız hayat demektir.
Dünya görüşümüze göre hayat tarzını şahsiyetimizde oturtamıyorsak, robot gibi köle gibi yaşayıp gidiyoruz demektir. Eğer buna yaşamak deniyorsa...
Şekspirin, “yaşamayı bilmiyoruz çünkü ölümden korkuyoruz” dediği durum.
Üstad Necip Fazıl’ın işaret ettiği üzere ki onun hayatı da bize örnek. Yine Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği ve yaşadığı gibi:
“Ölümden korkmasaydınız daha sıkı sarılırdınız hayata...”
Yaşam tarzlarının en üstünü cihad meydanlarıdır. Hem en derin, hem en uzunu. Ruhî motivasyondan yoksun maddî zevkler peşinde koşmak ve bir türlü tatmin olamamak nerede? Serdengeçti olarak uçlarda yaşamak nerede?
“Hayat Tarzı” Davası...”
Ölüm sınırında yaşamak, yaşamanın en ilerisi... Hayatı daha derinden daha doyarak ve hissederek yaşıyorsun...
Bandırma isyanları esnasında 2 saat uyku ve birkaç lokma ile dolu dolu yaşamış, şimdiye kadar tatmadığımız zevkleri tatmıştık.
Üç gün süren isyanlar boyunca günde iki saat uyumuş ve günde 22 saat doya doya yaşamıştık. Anılarımda anlattığım bu hususu tekrardan vermekteki maksadım, başka bir açılıma mevzu olmasın. Şimdi sorarım hangisi daha iyi ve daha uzun yaşamak... Evde 8-10 saat horul horul uyumak mı, yoksa 2 saat uyuyup 22 saat en heyecanlı bir şekilde yaşamak mı? Yüksek İslâm Enstitüsü boykotlarında da, özlediğimiz hayatı-eylemi gerçekleştirmenin heyecanıyla, imkanım olmasına rağmen iki gece hiç uyumamış ve hiç de uykusuzluk hissetmemiştim. Haklı bir savaş, yeme de yanında yat. Hani insanlar zevk peşinde ya. İnsanlar heyecan olsun diye actıon(ekşın)-heyecan sporlarına yöneliyorlar. Savaş bunun en üstünü. Bilhassa haklı bir savaşın doyumu olmuyor? Şöyle bir misal daha verebilirim. En büyük General Halid Bin Velid Hazretlerinin dediği gibi: “Cihad meydanlarında aldığım zevk, zifaf gecesinde yoktur.”
Hayat tarzının en üstünü cihad ve ölüm sınırında yaşamak. Bunun için ecdadımız mehter marşında şöyle demiş:
“Gafil ne bilür neşve-i pür şevk-i vegayı
Meydan-ı celadetteki envar-ı safayı”
(Gafil ne bilir neşe dolu savaş gürültüsünü
Yiğitlik meydanındaki şenliğin parıltısını)
Bir de şu husus. Acılar insanı olgunlaştırır ve acı duyan hayatı daha uzun yaşar. Çünkü dolu dolu yaşıyor. Rehavet ve atalet içinde vaktin geçmesini bekleyenler gibi değil. Kapitalist hayat tarzının esirleri gibi değil... Uzun yaşamayı idealize edenlere duyurulur.
Cihadın bütün hastalıklara şifa olduğu Hadisle sabit. Önce zor gelen bu vazife, bir müddet sonra zorluklara alışmaya ve işin keyfine varmaya varır. Tıpkı namaza başlarken önce zorluk duyulur, alışılınca da kolaylaşır. Fakat hiçbir zaman da otomatlaşmamak gerekiyor. Otomatlaşanlara bakıp da namaz kılmamasına bahane bulanlar, sırıttıklarından beter olanlardır.
Şeriata ve kendilerine “köylü kurnazlığı” yapan zavallı tipler, nefs pişkinliği içindedir...
Hayat tarzı denince, hangi dünya görüşünün hayat tarzı?
Dünya görüşünü hayat tarzına çeviremeyenler, mensub oldukları dünya görüşünü hayat tarzlarında her an yalanlıyorlar demektir. Dünya görüşünün dilini avantaj olarak kullanıp, onu bunu eleştirerek üste çıktığını zanneden ve nefsi doyuma erenler, zamanın hakkını vermeyen ve zaman dışına düşen zavallılardır, bir tür yobazlardır. Bu zavallıları yakınlarımızda görebiliriz...
Mevzu yobazlıktan açılmışken: Bir yakasız gömlek, bir parça sakal veya başa takılan bir bez parçası, al sana İslâm’ı yaşamak. Böyle İslâmî bir hayat tarzı olmaz. Hayat tarzı şekil demek değildir. Bir dünya görüşü olmadan hayat tarzı oluşmaz ve birkaç şekil şartı ile de olmaz. Nice sakallı, nice türbanlının hayat tarzı düzenle uyum içinde, pragmatist ve modernisttir...
Anlayış... İslâma Muhatap Anlayış... BD-İBDA İslâma Muhatap Anlayışı... Müslümanın hayata bakış tarzı farklıdır; dolayısıyla bu mânâ her alanda tütmek zorundadır. Birkaç göstermelik şekil değil, küllî bir anlayışın doğurduğu bir kombinezasyondan, bir dil ve diyalektikten, tarz, kültür ve edadan bahsediyoruz. Bünyeleşmesi ve hayatın her alanında tecelli etmesi gerek.
Uğrunda ölecek bir davası olmayanlar, ölmüş demektir canlı cenaze demektir, Üstadın tabiriyle “hayat süren leşler” dir.
Uğrunda ölecek bir davası olan ise; -zaten itikadı gereği eceli gelene kadar yaşayacaktır– her günü dolu dolu yaşayan şehidlik adayıdır... Şehidlik şuuru taşımayan ise, şehid olamaz; ne şekilde ölürse ölsün. Bu ifadenin tersi de doğrudur.
Müslüman, dünyevî-seküler bir hayat tarzına mahkum olamaz, çünkü inancına göre dünya geçici, asıl hayat ötede. Dünya insan için yaratıldı, insan ise ahiret için yaratıldı. Dünyanın maddî mecburiyetlerini, ruhî mecburiyet gibi sunan ve aslında yarım imanlı olan “Allahsız İslâmcılık” yahut “İmansız İslâmcılık” dikkat etmemiz gereken tehlikedir. Bizim imanımıza, canımıza, çoluk çocuğumuza kasteden İmansız İslâmcılığın hayat tarzından uzak olmalıyız. Kendi dünya görüşümüzün dilini ve aksiyonunu kuşanmalıyız. Karınca kararınca da olsa illa ki amel-aksiyon. Yoksa, yok!..
Statükonun alışkanlık halinde dayattığı hayat tarzı, İslâm inkılâbına karşıdır. Güya, eleştirdiğimiz, eleştirirken bile alışkanlıklarımızı hiç bırakmaya yanaşmadığımız bu hayat tarzı, ıslahatçıdır ve devrimden nefret eder. Bu hayat tarzında insan, hayvanî hayat alışkanlıklarının esiri olmuştur, eşi-işi-dişi arasında, düzenin çarklıları tarafından öğütülmektedir. “Ne yapalım, hayat meşgalesi” diye de mazereti hazır, ölümcül bir tuzaktır...
İnsan bir müddet sonra alışkanlıklarıyla yaşıyor: reaksiyoner oluyor, tepki gösterdiğinin varlığına duacı oluyor. Varlık sebebi olarak, karşı olduğunu görüyor. Şöyle bir siyasî misal: Kürtçü hareket varlığını Türkçü harekete tepkiye borçlu ve Türkçü hareketin ortadan kalkmasını şuur altından istemez; çünkü kendi tepkisel varlığı da sona erecek. Varlığını düşmanına borçlu olan hareketin, düşmanın tamamen yok olmasından korkması gibi. Düzen yıkılacak altında biz kalacağız diye düşünmek de böyledir.
Bazı Müslümanlar da, alışkanlık haline getirdikleri statükodan yana hayat tarzlarını öyle savunur hale geliyorlar ki, düzenin yıkılmasından düzen sahipleri kadar korkar oluyorlar... Bu bir zihniyet bozulmasıdır, şuur çürümesidir. Düzenle mecburen olması gereken bazı maddî bağları, manevî bağa dönüştüren ve böyle yaşamayı alışkanlık haline getirenlerin, önce şuurlarda-anlayışlarda temizlenmeleri gerekir.
Hem maddî varlığımızı sürdüreceğiz, hem de manevî hayatımızı yaşayacağız. Şahsiyetimiz her iş ve sahada tütmelidir. Maddî varlığımızı sürdüreceğiz diye, manevî varlığımızı satmamıza gerek yoktur.
“Hayat tarzı”nı bize düzen dayatmasın, nefsimiz de dayatmasın!
Gece mideyi doldurduktan sonra “lok” gibi televizyonun karşısına çökmek yahut bilgisayara takılmak. Güzel sunuculu veya bol yerli dizili kanalizasyonlarda gezinmek... E, ne yapalım tek eğlencemiz televizyon deniyor. İslâmın ilk emri “oku” iken bu ne kültürsüzlük, bu ne anlayışsızlık, bu ne seviyesizlik?.. Neyin eğlencesi?
Müslümanın dinlencesi-eğlencesi de Allah’ladır. İçinde Allahın bulunduğu dinlence-eğlence, çok daha keyiflidir.
Batıcı düzen evlere kadar televizyon ve internet servisini boşuna yapmadı. Buna alet olmamız ve esiri olmamız düşünülemez. Yani leş gibi televizyonun karşısına oturmak ve uyuklayana kadar kalkamamak doğru bir hayat tarzı mı?
Hayat tarzımıza uygun olanı bulabiliriz; yeter ki istek ve irade gösterilsin. Bu cezaevinde de temin edilebilirken, dışarıda olanların mazeretleri, daha doğrusu modern hayat tarzının esiri olmaları nasıl kabul edilebilir?
Bir şeyi düzenli yaparsak hayat tarzı haline gelir ve “damlaya damlaya göl olur”. Eylem birikimimizden bir çok şey doğar, hem kendimize hem çevremize...
Çevremize dedikodu ve miskinlik saçmamanın ve bunun vebaline girmemenin yolu, en küçük çaplarda dahi olsa düzenli ve faydalı işlerdir. Zor geliyor diye faydalıyı bırakıp, faydasız kolaya sapmamalıyız. En küçük çaplarda da olsa “vesileye yapışın!” emrine uymalıyız!
Aylık Dergisi 37. Sayı, Eylül 2007