Gece 12’yi geçti. Benim dışımda herkes uykuda. Bense, yalnız başıma yazımın başındayım. Mekânım balkon. Gece 12’yi geçti yazımın başında balkondan yıldızları görebiliyorum. Yaz mevsiminin en sıcak demlerinde yıldızlar da bambaşka güzel görünüyor. Gece, zamanın nabzını en iyi duyduğun andır. Gece, yalnızlığı sevenlerin sarayıdır. Gece, ilham perilerinin uçarak kadife kanatlarıyla kalbinde yer ettiği en verimli dakikalardır. Doğrusu nasıl bir yazı çıkacak merak ediyorum. Evet, balkondayım. Hem de geniş bir balkonda. Yıldızlara bakarken yıldızları vesile edinerek tefekkür etmenin yolunu arama telaşındayım. Kâinatın Efendisi “Yıldızlara bakarak tefekkür etmeye çalışın” diye ümmetine nasihatte bulunmuş. Böylesi bir yerde, böylesi bir anda O’na uymamak olur mu? Bir de fikirlerine nisbet kurduğun Büyük Doğu-İbda mimarları aklındayken onlara layık olmak gerek. Okuyucuya bu kurucuların ihtişamına leke sürmeden bir yazı çıkarmak derdindeyim. Anlayacağınız derdim büyük. Evet kardeşlerim fazla iddialı, büyük söylemlerde bulunmak istemiyorum. Derdim büyük. Bir Müslüman olarak hepimizin derdi büyük olmalı. Dertlerimiz büyük olmazsa ailemiz, vatanımız, dinimiz adına problemlerimizi çözemeyiz. Derdimiz büyük olmazsa kendi kendimizi aşmak ve yenilenmek şiarını elde edemeyiz. Dertlerimizi büyük ederken dertlerimizle hemhal olmanın yolunu-yöntemini bulmalıyız.

Ankara’da Bahçelievler’de tam “Anıtkabir” karşısında bir muhite ailece taşınmışız. Çocukluk ve gençlik yıllarım burada geçti. Apartmanımızın adı Onel Apartmanı. Devlete ait bir müessesede çalışan on kişi birlikte arsa alıp yine birlikte on daireden oluşan dört katlı apartmanı yaptırmışlar. İsmi buradan geliyor. Aynı işyerinde çalışan ailelerin hepsi apartmana taşınıp yaşıyorlar. Öylesine güzel komşuluklar, öylesine güzel arkadaşlıklar var ki, hayat inanılmaz huzurlu ve mutlu geçiyor. Aynı işyerinden on arkadaşın birlikte yaptırdıkları apartman bitince peki nasıl yerleşmişler? Kura çekmişler. Kime hangi numara çıktıysa o kişi o daireye taşınmış. Ah babam ah! Ah garip ve çilekeş anam ah! Kurada bizim nasibimize en alt kat çıkmış. Yani balkonsuz ve en dar ev. Zavallı annem bu daracık evde mutfağa sığmazdı. Kendi kendime “baba ne şansızmışsın çeke çeke bunu mu çektin?” derdim. Evet dostlar yaklaşık yirmi beş yılım bir apartmanın en alt katında balkonsuz bir evde geçti. En alt katta oturmak bilir misiniz ne zordur? Dört katın bütün yükü sizin omzunuzdadır. Ev karanlıktır. Güneşten nasipsiz evinizde, kasvetli bir ortamda oturup durursunuz. Perdeleri kapalı tutmak zorundasınızdır. Sebebi ise apartmana giren ve çıkanlar evin içini çok rahat görmektedir. Mahrem olunması uğruna perdeler kapanmak zorunda. Ah babam ah! Ah garip ve çilekeş anam ah. Alt katta oturmak öyle zordur ki sokağın bütün gürültüleri en yoğun sizin evinizden duyulur. Ne güneşin batışı ne doğuşu size nasip olmaz. Perdeyi açıp gökyüzünü temaşa etme imkânı yoktur. Şimdi anladınız mı? Şu an ellerim tuşlara giderken yıldızlarla içli dışlı yanımda mehtabı andıran demli çayla yazı yazmanın keyfi ne demek. Şimdi anladınız mı yıldızları seyrederken gökyüzünün azametini ve yüceliğini hissetmek ne demek. Şükür, sonsuz şükür. Yarabbi, içinde ben de olmak üzere tüm Müslüman kardeşlerimin verdiğin nimetlerine şükretme iradesini kavi tut.

Bu anlattıklarım içinde en acı olan şey ise aynı apartmanda üst katta arkadaşınızın evine gidip gelmektir. Arkadaşınızı evinde oynarken evlerinin genişliğinin ferahlık vericiliğine ve balkonlarında oturmanın zevkine erdiğinizde tekrar kendi evinize gelip karanlığa gömülmeniz ne acıdır. Ah babam ah bu üst kattan nasıl kura çekmedin. Üst kat ne de ferah ve güzelmiş. Mavi gökyüzünü görmek sonsuzluk duygusunu tatmak ne muhteşemmiş. Üst katta kuşları görüyor, bulutların şekilden şekle girmelerini seyrediyorsun. Sahi bir de bodrum katları vardı. Apartman hizmetlilerinin oturduğu yer. Ben alt katta bunları düşünürken o zavallılar kim bilir ne düşünüyorlardır. Onların ne düşündüklerini bile düşünmek inanın yine benim derdim olmuştur. Alt katta oturmak zordur. Üst kattakilerin bütün ağırlığı sizin omzunuzdadır. Acaba hafif kamburluğum buradan mı gelmiştir?

Anlayacağınız yıllar yılı geniş bir balkonda oturma hayaliyle yaşadım durdum. Nihayet o muradıma ulaştım. Muradlar güzel olsun. Muradlar gerçekleşsin. Balkon denince anlayacağınız benim balkona dair intibalarım her daim müspet oldu. Balkona dair rahmetli Sezai Karakoç’a ait şiiri görünce yeni bir bakış açısı elde ettim. Rahmetli ne yazmıştı:

BALKON

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken
Çocukların
Anneler anneler elleri balkonların
Demirinde
İçimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanır ölü
Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
İnsan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların…

Ne güzel bir şiir. İnsanı sarsan ve tüylerini diken diken eden muazzam bir ifade yoğunluğu. Rahmetli kent hayatında yüksek binaların yapılmasına karşı. Yüksek binaların yapılması ile birlikte insanlar birbirini tanımaz oldu. Aileler geniş aileden çekirdek aile yapısına indi. Komşuluk bitti. İnsanlar ekran ile büyülenmiş, şimdi de cep telefonlarına mahkûm olmuş birbirinden habersiz yaşayıp duruyorlar. Ailelerde dede ve nineler yok. Olsa da bu evlere sığmazlar. Onların yeri kendi akranlarıyla son demlerini huzur evinde geçirmek. Onlar daracık evlerinde beş altı çocuk yetiştirip büyütmüşler, bir de üstelik varlarını yoklarını vererek çocuklarını evlendirmişler. Fakat, dedim ya onlar çocuklarının geniş evlerine sığmazlar. Her çocuğun ayrı odası olmalı. Torunlarından onlara yer bulmak mümkün değil. Gönüller dar oldu mu anlayacağınız her yer dar oluyor. Bu evlerin yapısı ve ruhu birlikte yaşamayı temin etmiyor. Rahmetli Sezai Karakoç belki de bahçeli müstakil evde yaşadığı içindir ki böylesi bir ürpertici duygu ve düşünce yoğunluğu vermiş şiirine. Kendince haklı. Bu şiir beni oldukça sarstı. Yüreği olan kimi sarsmaz ki? Sezai Karakoç’a hak verirken benim balkona bakış açım da hep yerinde durdu. Uzun zamandır bu mevzuda şiir yazma arzumu içimde taşıdım. Sezai Karakoç’un yazdığı şiir çoğu zaman bana engel oldu. Onun balkona bakışının tesirinde nasıl kaldıysam bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Balkona dair bana ait duygu ve düşüncelerin yıllar yılı perdelendiğini hissettim. Bu perdeyi açmaya bir türlü elim gitmedi. Velhasıl şiir yazamadım. Hem yazacağım şiir rahmetlinin şiirinin altında kalmamalı idi. Davamın hakkını gayet güzel bir şekilde yerine getirmeliydim. Şiiri yazıp kendi kendime okurken Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun tebessümünü hayal etmeliydim. Sakın derdim Sezai Karakoç’u aşmak gibi anlaşılmasın. Sezai Karakoç’un balkona bakışıyla benim bakışım zaten farklı. Okuyunca insanların kendi bakış açısını gayet yerinde vermişsin demeleri yeterliydi. Okuyucuların “Sezai Karakoç da bu mevzuda şu bakış açısı ile şiiri yazmış, ikiniz de balkona dair biz okuyuculara bir zenginlik ve farklı bakış açıları veriyorsunuz” ifadeleri yeter de artardı. Nihayet içimde pişen bu mevzuu pıtrak gibi bir anda açıverdi. Umarım beğenirsiniz.

BALKON

Dört duvar arası düşsen çığlığa
Balkon oturduğun nazlı bir beşik
Yokluk pençesini atsan varlığa
Berzahta yer alan sırlı bir eşik

Derinden derine nefes alırken
Balkonda oturanlar neyi düşünür?
Güneş dağın ardında kaybolurken
Hangi hatıralar göze görünür?

Kalbinin gölünde yüzer bir kuğu
Gecenin koynunda oynar gölgeler
Sevgilinin saçı uçan bir buğu
Neşeyle barışık yaşar hüzünler

Kurtarılmış bölge evlerde balkon
Yıldızlar sağnak sağnak rahmet olur
Çayın visale erdiği yer balkon
Sigara dumanı kıvrılır durur.

Aylık Baran Dergisi 7. Sayı

Eylül 2022