Uzun bir süredir Türkiye konvansiyonel olmayan bir istiklâl harbi veriyor. Gezi Olayları ile ayaklanma, Hendek Operasyonları ile vatanı bölme teşebbüsü, 17/25 Aralık sürecinde emniyet ile yargının darbe girişimi, 15 Temmuz’da askerî darbe teşebbüsü ve akabinde günümüze dek uzanan süreçte onlarca muharebe yaşandı. Bu muharebelerin neredeyse hepsinden muzaffer olarak çıkmasını bilen Türkiye, yalnız bunlardan birinde, iktisad muharebesinde adeta batağa saplandı.
İlk başlarda yabancı yatırımcının Türkiye’deki yatırımlarını çekmesiyle başlayan süreç, 2018 senesinin Ağustos ayında Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Türk Lirası’nı direkt hedef alan açıklamasıyla pik yaptı ve ardından muhtelif yaptırımlar, not kırmalar, yatırımlardan kaçınmalar derken Türkiye ekonomisi çökmedi; fakat bugüne dek bu muharebeyi zaferle de neticelendiremedi.
Şimdilerdeyse Türkiye’yi bölüp parçalayıp bir daha sorun çıkartamayacak hâle getirmek isteyenler, adeta memleketin aşil topuğu hâlindeki iktisadî zaafımızı bir iktidar değişiminin vesilesi olarak kullanmak üzere yeni bir cebhe açmış bulunuyorlar.
Bir taraftan TL’nin değer kaybı ve yüksek enflasyon ile hayat şartları her geçen gün zorlaşırken, bu sıkıntılardan kaynaklanan tepkinin meyvesini toplamak üzere yedi benzemezden çanak yapıyorlar. Doğacak tepkiyi kendi lehlerine kullanmak üzere Ak Parti’nin senelerdir bünyesinde kusamadığı, yanında ve yöresinde barınan, düzenin arazlarından nemalanan şeref ve namus fakirleri zenginlerin bütün kirli çamaşırlarını da bu esnada ortaya saçıyorlar. Tüm bu süreç esnasında yaşanan dalgalanmaları fırsat bilen, Cumhuriyetin kurulduğu günden beri milletimizi söğüşleyen Batıcı “3000 Aile”nin servetlerine servet katmaları da cabası…
Tüm bu yaşananlar fikir planında da vatandaşa bir türlü izah edilemediği için, yaşanan sıkıntılar neticesinde çobandan kaçan kuzu kurda sığınıyor.
***
Bugün Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan Erdoğan’ın önünde son derece zor bir seçim süreci ve bu süreçten çıkması için bağımsızlık harbinin iktisat muharebesini kazanmaktan başka çaresi bulunmuyor.
Erdoğan bilindiği üzere bugüne kadar pek çok muharebeye girdi ve bunların hepsinden güçlenerek çıkmasını bildi. Şimdi, bu sefer girmesi gereken muharebe ise öyle zannediyoruz ki bugüne kadar verilen tüm kavgaların toplamından daha meşakkatli.
Biz, birazdan uzun uzun anlatacağımız adımların atılması neticesinde bu zaferin kaçınılmaz olduğu kanaatindeyiz. Kısaca özetleyecek olursak, Türkiye’nin bir ân evvel Türk Lirası’nı sağlam bir kazığa bağlamak adına matematikî olarak son derece müsait olan bir adımı atması ve Türk Lirası’nı altına endekslemesi icab ediyor. Türk Lirası’nın altına endekslenmesi sayesinde elde edilecek faydalardan yazımızda uzun uzun bahsettik. Bunun yanında tasarrufların hakikaten yatırıma dönüşmesini sağlamak üzere yeni bir finans modelinin geliştirilmesi, bilhassa çip üretimi gibi hem yüksek kazançlı hem de stratejik yatırımların vatandaş ortaklığıyla hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi gerekiyor. Yapılacak yatırımlar için ihtiyaç duyulan ek kaynağı da bize kalırsa dışarıda aramaya lüzum yok. Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de yastık altındakilerle beraber 8 bin ton civarında altın bulunuyor ve bu para söğüşlenmez de ekonomiye kazandırılabilirse Türkiye üzerine bir Türkiye daha kuracak kaynak da kendi öz kaynaklarımızdan sağlanmış oluyor.
Buraya kadar bahsettiklerimiz izlenecek yolu gösteriyor. Bu yolda yürümenin verilecek bir de kavgası var tabiî. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugüne kadar statükonun pek çok kanadıyla kavgaya girdi ve bunları kazanmasını bildi. Şimdiyse, senelerdir rant, talan ve faiz ile milletimizin iliğini kemiğini emenlerin bu kapılarını kapatmak, sermaye ve finans çevreleriyle de bunun kavgasını verip hesabını sormak gerekiyor. Bu milletin bir kuruşunu dahi çalanların affedilmesinin tek şartının çaldığını geri getirip iade etmek olacağı bir hesaplaşma…
Erdoğan seçimlere kadar Ak Parti çevresinden başlayarak bu kavgaya girişir ve bahsedeceğimiz iktisadî adımları hızlı bir şekilde hayata geçirirse, önümüzdeki seçimlerde bugüne kadarki tüm başarılardan daha büyüğünü elde etmesi işten bile değil.
Türkiye’nin İstiklâl Harbi’ni kazanmak, İktisad Muharebesini kazanmaktan geçiyor. Diğer türlüsü ise ya umumî savaş yahut kayıtsız şartsız teslim hâlidir ki, biz her zaman bu büyük değişim ve dönüşüm sürecinin kolay yoldan olmasından yanayız!
Bir memleketin kendisine has para birimi değerinin tamamıyla yurt dışından gelecek para akışına endeksli olması düşünülebilir mi? Yâni dışarıdan para geldiği kadar değerlenen, dışarıdan gelen paranın muslukları kısıldığındaysa değer kaybeden ve tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibi memleket ekonomisinde krize sebeb olan bir para birimi.
Olabilir, oluyor… Türk Lirası, yukarıda bahsettiğimiz para çeşidine tam mânâsıyla uyuyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri tarafında yer aldığımız “Demokrasyalar” isimli Batı, ona, onun emir ve direktiflerine uyduğumuz ölçüde piyasamıza para pompalıyor, aksilik ettiğimiz nispette de piyasamızdaki parasını çekerek, bizi krizden krize sevk edip, terbiye ediyor. Tabiî böyle söyleyince zannedilmesin ki Batı Türkiye’de belli başlı yatırımlara fon sağlıyor, yatırım gerçekleşiyor ve bir yandan biz kazanırken, diğer taraftan da onlar yatırımlarının karşılığında kazanç elde ediyorlar. İşin iç yüzü böyle değil tabiî ve böyle olmadığı da Türkiye’de gerçekleştirilmiş/gerçekleştirilmemiş olan yatırımların hâlihazırdaki vaziyetinden belli; kimse babasının hayrına Türkiye’ye finansman sağlamıyor.
Batılılar, Türkiye’de tüketicinin ithâl Batı mallarını rahatlıkla satın alabilmesi için piyasayı dönem dönem paraya boğuyor; biz onların mallarını satın alıyoruz ve ardından piyasaya pompalanan paranın geri ödenmesinin vakti geldiğinde, her seferinde bir kez daha kur-faiz döngüsü içine düşerek, kriz üstüne kriz yaşıyoruz.
Batılıların yanı sıra tabiî bir de bıyıklı Batılılarımız var bizim, “bıyıklı yatırımcı” diye anılan. Bunlar da memleketimizde yaptıkları işlerden elde ettikleri tasarrufu döviz cinsinden yurt dışına kaçırıyor ve ardından bu tasarrufları sanki yabancı yatırımcıymış gibi memlekete tekrar sokmak suretiyle hem birçok teşvikten istifade ediyor ve hem de dünyanın hiçbir yerinde elde edemeyecekleri, faiz vesaire gibi üretim dışı sahte enstrümanlardan yüksek kazançlar elde edip, kazançlarını döviz cinsinden tekrar yurt dışına çıkartıyor ve bu işi bir kısır döngü hâline getirerek, servetlerine servet katıyorlar.
Piyasaya pompalanan paranın geri ödemesi geldiğinde yaşanan krizlerin en ciddi yansıması ise her seferinde karşımıza enflasyon olarak çıkıyor. Devlet, bozulmuş gelir gider dengesini tesis etmek üzere finansmanı sağlamak için Türk Lirası’nı sulandırmak yoluna gidiyor ve enflasyona sarılıyor. Böylelikle Türk Lirası’nın değeri diğer para birimleri karşısında düşerken, sabit gelirliler başta olmak üzere Türk Lirası üzerinden kazanç sağlayan vatandaşın cebinden parası, daha doğru bir ifâdeyle parasının değeri çalınmış oluyor ve aradaki farkın finansmanı, cebindeki paranın değeri çalınan vatandaşa ödetilmiş oluyor. Sabit gelirliler ile Türk Lirası üzerinden iş yapmak zorunda kalan küçük esnaf dışında kalanlar böylesi dönemlerde ister yerli üretim ister ithâl mal olsun fiyat hesaplamasını döviz kuruna göre yaptığı için, bütün yük sıradan vatandaşın omzuna binmiş oluyor.
Bir ülke para biriminin diğer para birimlerine karşı değer kaybetmesi, aslında onun elini ihracatta kuvvetlendirir. Meselâ Çin kendi para birimi Yuan’ı Amerikan Doları karşısında zayıf tutmayı bir devlet politikası olarak benimsiyor ve bu sayede düşük fiyatlı üretim gerçekleştirerek ihracatta elini kuvvetli tutuyor. Bizde de dikkat ediyorsanız son yıllarda bunun propagandası sıkça yapılıyor; fakat Türkiye gibi ara üretim gerçekleştiren, ihracatı ithalata ve dolayısıyla dövize bağımlı ülkelerde ise böylesi bir avantajdan istifade edilemiyor. Hattâ biraz evvel ifade ettiğimiz gibi, tamamıyla yerli imkânlar ile üretilen ürünlerde bile fiyatın belirlenmesi noktasında Türk Lirasına güven olmadığı için döviz üzerinden fiyatlandırma yapıldığından tamamen yerli ürünlerde bile öyle ahım şahım bir avantaj sağlanamıyor.
Şu sıralar ekonomistlerin en çok üzerinde durdukları husus dışarıdan yatırımın gelmiyor olması. Yâni dışarıdan “yatırım”lar gelmeye devam etse, bu “yatırım” denilen parayı biz tekrar ithâl mallara kolay bir şekilde erişim için kullansak, harcasak ve ödeme günü geldiğinde aynı kriz bir kez daha tekerrür etse hiç sorun yok!
Ve tabiî tüm bu şartların üzerine ilâveten yaşanan global salgın dolayısıyla devletlerin para emisyonunu genişletmek yoluna gittikten sonra şimdilerde sıkılaşma politikaları izlemeye başlamış olmaları da işin tuzu biberi olmuş vaziyette.
Bugün ülkemizde yaşanmakta olan ve dün birçok benzerini yaşamak durumunda kaldığımız iktisadî krizleri yalnız tek bir sebebe bağlamak elbette söz konusu değil. Yalnız krize çözüm getirilmek istendiğinde de bir yerden başlamak icab ediyor ve bize kalırsa tüm iktisadî faaliyetlerin merkezinde yer alan Türk Lirası’nı ele alarak işe başlamak gerekiyor.
Para, en umumî tabire göre mübadele, değiş tokuş vasıtası. Paradan yerine getirmesi beklenen fonksiyonlar ise mübadele vasıtası olması, standart kıymet ölçüsü olması ve tasarruf vasıtası olması.
Türk Lirasına paranın fonksiyonları açısından bakacak olursak:
Türkiye’de bugün market alışverişi dışında Türk Lirası üzerinden yapılan pek bir alışveriş kalmamış vaziyette. Kalan alışverişin fiyatlandırması da yine döviz üzerinden anlık olarak gerçekleştirildiği için bir mübadele vasıtası olmaktan ziyade elde edilen kazancın dövize aktarılması noktasında ara bir mübadele vasıtası muamelesi görüyor.
Türk Lirası, bir paradan beklenen en önemli fonksiyonlardan biri olan standart değer ölçüsü vasfını da yerine getiremiyor, yâni satın alma gücünde bir istikrar arz etmiyor. Biraz evvel saydığımız ve saymadığımız sebeplerden ötürü, Türk Lirası kendi başına zaten bir değer arz etmiyor! Sürekli olarak dışarıdan gelecek olan yatırımlara bağlı olarak değer kazanan yahut kaybeden, memleket içindeki üretimin bile dövize destek, Türk Lirasına köstek olduğu bir ülkenin para biriminin dış faktörlerden bağımsız olarak bir değer arz etmesi mümkün olabilir mi? Olabilir tabiî; fakat bu hâliyle değil, ileride değineceğiz.
Tasarruf vasıtası olma vasfına gelecek olursak, bu kadar kaypak bir para birimini kim, niçin tasarruf vasıtası olarak kullansın ki? Zaten memleketimizdeki ana tasarruf enstrümanlarına baktığımızda altın, döviz, emlâk ve hattâ belki dünyanın hiçbir yerinde emsâli olmayan otomobilin geldiğini görüyoruz, Türk Lirası’nın bu alanda esamisi bile okunmuyor.
Kendi memleketinde bile varlık sebeblerini yerine getirmek noktasında bu çapta bir acziyet içinde olan para biriminin yurt dışındaki itibarını konuşmaya bile lüzum yoktur sanırım.
TÜRK LİRASI’NIN İTİBARI
Tabiî şartlarda, “para biriminin itibarını geri kazanması” gibi bir ara başlık üzerinden bu bahse geçmemiz gerekirdi, ne var ki Cumhuriyet tarihi boyunca kendi başına bir şahsiyet ifâde edememiş Türk Lirası’nın iade-i itibara değil, başlı başına yepyeni bir şahsiyet kaynağına ve bu şahsiyet kaynağından itibar bulmaya muhtaç olduğu tartışma götürmez gerçekliktir.
Türk Lirası’nın itibarsızlığı ile iktisadî hamleler bize kalırsa bir paradoks arz etmektedir. Şöyle ki, bugün yerli üretim anlamında hangi hamle yapılırsa yapılsın, bu üretim neticesinde elde edilecek olan kazanç Türk Lirası üzerinden değil de döviz başta olmak üzere diğer enstrümanlar üzerinden tasarrufa dönüşeceği için Türk Lirası’nın bu şekilde itibar kazanması mümkün değildir. Diğer taraftan Türkiye henüz yeni yeni yurt dışına açılan bir ülke olduğu ve bugün Türk Lirası ancak Suriye’nin kuzeyinde geçer akçe olduğu için dünya çapındaki mübadeleden de şahsiyet bulması kısa ve orta vadede mümkün görünmemektedir. Ruhî bakımdan Türk Lirası’nın itibar kazanması yahut itibarını muhafaza etmesi treni ise Rahip Brunson’un kur tehdidine karşı serbest bırakıldığı gün kaçmıştır.
Burada saydığımız yahut saymadığımız, şartları doğuran sebeplere tek tek yahut bir bütün hâlinde bakıldığında görülecektir ki, bugün Türk Lirası’nın itibar kazanması için dolaylı değil, doğrudan yollar dışında bir seçenek yoktur.
PARA: KARŞILIĞI ALTIN OLAN SENET
Para, artık umumî bilgi hâline geldiği üzere karşılığı altın olan senet olarak doğdu. Yâni eldeki kaime, karşılığının altın olduğu bilinen paraydı. Bu vaziyet 1971 senesine kadar da sürmüştü. Kısaca bakacak olursak:
1944 senesinde, -henüz İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllar- Amerika’daki Bretton Woods isimli kasabada gerçekleşen Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı’nda, İkinci Dünya Savaşı sonrası büyük darbe alan dünya ekonomisi ve para sistemine yeni bir düzenleme getirmek, savaştan zarar görmüş bölgeleri yeniden kalkındırarak ekonomik istikrarı sağlamak maksadıyla bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda IMF ve Dünya Bankası’nın kurulması ile beraber ayarlanabilir kur sistemine geçilmesi kararlaştırılarak, diğer ülke para birimlerinin Amerikan dolarına endekslenmesi kabul edildi. Dolar ise başka bir ülke para birimi yerine altına sabitlendi (1 ons altın 35 Amerikan doları olacak şekilde). Amerikan Merkez Bankası FED, bu anlaşma karşılığında, yabancı merkez bankalarına arz edecekleri dolar karşılığında sabitlenmiş fiyattan altın satmayı taahhüt etti. Amerikan dolarının dünya çapında rezerv para hâline gelmesi de bu anlaşmayla başladı.
1971 senesine gelindiğinde, Amerikan dolarının devalüasyona uğraması, ABD’nin içine düştüğü ekonomik buhran sebebiyle altın standardından vazgeçmesi ve 1973 yılında sanayileşmiş ülkelerin paralarını dolar karşısında dalgalanmaya bırakma kararı, para sisteminin tamamen çöküşüne neden oldu. Yom Kippur Savaşı sonrasında OPEC’te Yahudileri destekleyen Batılı ülkelere karşı alınan petrol ambargosu kararı, Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle’ün Fransa’nın elindeki dolar cinsinden mevduatı karşılığında altını almak üzere Amerika’ya yollaması, Amerika’nın Vietnam hezimeti ve Soğuk Savaş’ın zorlu şartları, bu çöküşte belirleyici faktörler arasında oldu.
1973-1974 petrol şokunu izleyen yıllarda, OPEC ülkeleri, ellerindeki büyük dolar fazlasını Avrupa piyasasına sundular. Avrupa Bankaları, bu dolarları, ödeme dengesi problemi içinde olan petrol ithâlatçısı ülkelere kullandırdı. Petrol ihraç eden ve ellerinde dolar fazlası olan ülkelerden gelen fonlar, petrol ithâlatçısı ülkelere plase edildi ve böylelikle PETRO-DOLAR piyasası doğmuş oldu.
1944 senesinde, Bretton Woods Konferansında Amerikan dolarının altına endekslenmesiyle kurulan ve 1971 senesinde çöken global para sistemi, bu sefer gayr-ı resmî bir şekilde, doların petrol üzerinden kıymet bulmasıyla yeniden teşkil edilmiş oldu.
Petrol ticareti üzerinden yeniden itibarını kazanan; fakat bu esnada altın gibi bir varlık değere endeksini kaybeden Amerikan doları, ilerleyen yıllarda Amerika’nın siyasî ve askerî gücü vesilesiyle milletlerarası ticaretin de biricik vasıtası hâline dönüştü.
Amerikan doları milletlerarası ticaretin hâlen biricik vasıtası olmasına rağmen, 1971 senesine kadar 1 ons altın 35 Amerikan dolarına tekabül ederken, bugün ise 1 ons altın 1725 Amerikan dolarına tekabül etmektedir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra “Tek Kutuplu” bir dünya düzeni hayali kurulurken bunun yerine çok kutuplu bir dünya düzeni gerçekliğiyle karşılaşılması neticesinde rakamlardan da görüleceği üzere Amerikan doları da aslına bakacak olursak sürekli değerden düşmektedir. Bununla beraber unutulmaması gereken bir gerçekliktir ki, Amerikan doları ile altın arasında hasıl olan fark, bugünkü dünya ekonomisindeki balon paranın ne çaplara ulaştığının anlaşılması bakımından da mühimdir.
2008’de yaşanan Mortgage ve hâlihazırda daha başında olduğumuz vurgulanan global salgından kaynaklanan krizle beraber en çok konuşulan meselelerden biri de para rejimi olmuştur. Merkez bankalarının çaplarına göre dünyayı sahte paraya boğmasına, bunun da global enflasyonu köpürtmesine imkân tanıyan bu düzenin artık sürdürülemez olduğu noktasında hemen herkes hemfikir bulunmaktadır.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” diye formüle edilmiş kölelik siyasetini terk edip, Türkiye’nin tarihî misyonuna uygun olarak İslâm ülkeleri başta olmak üzere dış politikada inisiyatif alıp, bağımsız bir şekilde hareket etmeye çalıştığımız günden beri Türkiye ekonomisinin hedef olduğunu biliyoruz. Yâni Türkiye yeni bir düzene geçiyor ve bunun sancılı sürecini idrak ediyoruz. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Sorun şu ki, Türkiye siyasî olarak yeni bir düzene doğru adım adım ilerliyor; fakat eski düzenin köhnemiş vasıtalarını yenilemeyi bir türlü akıl edemiyor. Bunlardan birisi de para rejimi. Yukarıda elden geldiğince detaylandırdığımız üzere mevcut hâliyle Türk Lirası Türkiye’ye hizmet etmiyor, bilakis zarar veriyor. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni düzeni için, yeni de bir para rejimi gerekiyor.
Bugünün şartları göz önünde bulundurulduğu takdirde, Türk Lirası’nın itibarını kazanması için kullanılabilecek dolaylı yolların bir alternatif olmadığını, ancak doğrudan itibar kazanması gerektiğini ifâde etmiştik. Doğrudan itibar kazanma bahsini açacak olursak, Türk Lirası’nın bugün yeniden paradan beklenen fonksiyonları yerine getirebilmesi için kendisinden daha büyük bir itibara/şahsiyete bağlanması gerektiği ve bunun da paranın varlık sebebi dolayısıyla altın olacağı açıktır.
TÜRK ALTIN LİRASI
Resmî rakamlara göre emisyon hacmi 28 Temmuz 2022 itibarıyla 303 milyar 863 milyon 235 bin 397,5 TL. Tedavüldeki basılı paranın dışında, bankalara tanınan haklar dolayısıyla artık iyiden iyiye dijitalleşmiş olan paranın toplamı ise, altın ve döviz mevduatları ile beraber 3 trilyon TL civarında bulunmaktadır.
Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın kasasında 457,7 ton civarında bir altın stoku bulunmaktadır. Bu da 463 milyar 650 milyon 100 bin TL’ye tekabül etmektedir. Yâni bugün Merkez Bankasının emisyon hacmine göre; Türk Lirası bugünkü satın alma gücünü sabit tutmak kaydıyla rahatlıkla altına endekslenebilir. Bu da paranın üzerine karşılığındaki altın değeri yazılıp yeniden bir altın senedi hâline getirilerek gerçekleştirilebilir. Altına endeksli para devlet bankasına götürüldüğünde, Merkez Bankası’nın para üzerindeki meselâ %10’luk hakkı düşülerek, altın olarak paranın karşılığı alınabilir.
Bu arada, Dünya Altın Konseyi Başkanı’nın açıklamasına göre, Türkiye’de yastık altındakiler dâhil olmak üzere 8 bin tonluk bir altın varlığından söz edildiğini de unutmamak gerek. Bu altınlar da Türk Altın Lirası üzerinden, bankaya getirilen altına karşılık %5-10 arası bir farkla Türk Altın Lirası’na dönüştürülerek pekâlâ ekonomiye kazandırılabilir.
Ruhî nisbetin kurulması ve Türk Lirası’nın itibar kazanması için ismine “altın” ilâve edilmesi ve Türk Altın Lirası olması hem içeride ve hem de dışarıda meydana getireceği müsbet psikolojik tesir dolayısıyla isabetli olacaktır.
Bu değişimin Türk Lirasında direkt ve onunla beraber meydana getireceği dolaylı iyileşmelere bakacak olursak:
Bir kere en başta Türk Lirası’nın bir paranın haiz olması gereken asgarî fonksiyonlardan olan mübadele vasıtası, standart kıymet ölçüsü ve tasarruf aracı vasıflarını yeniden kazanması bu sayede gerçekleştirilebilir.
Bu hamleden sonra fiyatların belirlenmesinde standart değer ölçüsü olarak Türk Altın Lirası kullanılacağı için kurdaki hareketlilik dolayısıyla fiyatlarda bu çapta bir oynaklık ve karşılıksız para basılamayacağı için de enflasyon olmaz, insanların kazancı değerini korumuş olur. Hâl böyle olunca da Türk Altın Lirası tabiî olarak tercih edilen bir mübadele vasıtası hâlini alacaktır. Ayrıca baştan sona ruhî amillere bağlı iktisadî düzen üzerinde böylesi bir realizasyonun bakış açılarında meydana getireceği pozitif değişimin ise paha biçilemez tesirler meydana getirmesi kaçınılmazdır.
Bir diğer husus ise Türk Altın Lirası’nın direkt olarak bir tasarruf enstrümanı hâlini alacak olmasıdır. Günümüzde dünya çapında neredeyse bütün para birimleri altın karşısında erir, uzun vadede ise yine bütün para birimleri altın karşısında değer kaybederken, insanımız tasarruflarını değerlendirmek için o zaman dövize niçin yönelsin?..
Yine yerli imkânlarla gerçekleştirilen üretimin fiyatlandırılması bu sefer ya Türk Altın Lirası üzerinden yapılacak yahut döviz üzerinden yapılsa bile Türk Altın Lirasına dayanan ekonomi kur dengesizliği yaşamayacağı için ihracat avantajını elinde tutacaktır.
Bugünkü mânâda bir enflasyon olmayacağı için, vatandaş, Türk Altın Lirası üzerinden elde ettiği kazancın cebinden çalınmayacağının psikolojik rahatlığı içinde olacak, paraya güveni artacaktır.
Bugün dünya ekonomisinin ancak %1’i eden Türkiye ekonomisi üzerinde operasyon yapabilmek için, bu sefer dünya çapındaki altın fiyatlarının manipüle edilmesi gerekecektir ki, bu takdirde zaten bütün dünya para birimleri böylesi bir manipülasyondan dolaylı yollardan etkileneceği için bu yolla Türkiye siyasetini dizayn etmek imkânı ortadan kaldırılmış olacak, kimse ekonomik bağımlılığımız üzerinden Türkiye’ye direktif veremeyecektir.
Türk Altın Lirası’na geçilmesinden sonra paranın değeriyle bugünkü gibi oynanamayacağı, faiz oranları sınırlı kalacağı ve dolayısıyla para üzerinden para kazanma imkânı da daralacağından, servet ve tasarruf sahipleri daha fazla gelir elde etmek için üretime yahut üretim finansmanına yönelmek zorunda kalacaktır. Bu da tabiî olarak durağanlaşan ekonomiye dinamizm getirecek ve para sirkülasyonun hızlanmasına, servetin tabana doğru yayılmasına ve dolayısıyla hakiki bir iktisadî büyümeye sebeb teşkil edecektir.
Türk Altın Lirası’nın yabancı paralar karşısında satın alma gücünü muhafaza ediyor olması dolayısıyla memleket içindeki, adına sunî kazanç diyebileceğimiz, birçok rant kapısı da kapanmış olacak ve gelir dağılımındaki eşitsizlik nisbeten daralacaktır.
GLOBAL İKTİSADÎ DÜZEN
Bugünkü dünya düzenini, birkaç Batılı ülkenin, dünyanın geri kalan diğer milletlerini ekonomik bakımdan sömürmesi şeklinde rahatlıkla tanımlayabiliriz. Başta İslâm âlemi olmak üzere, onunla beraber üçüncü dünya ülkesi şeklinde tanımlanan ülkelerin neredeyse tamamının yeraltı kaynakları, zenginlikleri ve emeği Batı tarafından sömürülmekte ve bunun karşılığında kimi milletlere karnını doyuracak kadar kazanç sağlamaları bile çok görülmektedir. Hâl böyle iken, mevcut dünya düzeni yalnız bizim değil, bugünkü düzende muktedir konumda bulunmayan, nemalanmayan herkesin meselesidir yahut meselesi olmalıdır.
Bilindiği üzere bugün hâkim olan iktisadî görüşün kaynağında üretim/emek değil, finans var. Finans sistemine dayanan iktisadî görüş, dünya çapında geçer akçe olan rezerv paraya da hâkim olması dolayısıyla geri kalan bütün ülkelerin ekonomileri üzerine hegemonya kurmuş vaziyette. Finans, ihtiyaç duyulan kaynakların uygun şartlarda sağlanması ve etkin bir şekilde kullanılmasıyla ilgili faaliyetler şeklinde tanımlanıyor. Öyleyse finans ekonomisi için de, para kaynaklarını ellerinde tutanların, emek ve üretim gibi hakiki iktisadî faaliyetlerde bulunanların ihtiyaçlarının karşılanmasına ve bu kaynakların kendi çıkarlarına göre kullanılmasına olanak sağlayan iktisadî düzen diyebiliriz. Yâni ziraî ve sınaî iktisadî faaliyetleri emeğimizle biz gerçekleştireceğiz; fakat bunun çerçevesini ve kurallarını, bu faaliyetlerin gerçekleşmesi için finanse eden Batılılar belirleyecek ve finansmanı ellerinde tuttukları için de hem bu konumlarını muhafaza edecek ve hem de bizim gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerin tamamından nemalanacaklar. Ayrıca eğer ki onların belirlediği çerçevenin dışına çıkacak olunursa da, bugün Türkiye’nin muhatab olduğu şekilde, cezalandırma yetkisini ellerinde bulunduracaklar.
Soğuk Savaş sona ermeden evvel, her iki taraftan da güvenlik endişesi duyan birçok memleket bu zihniyete güvenlik karşılığında ram olmuş olabilir; fakat artık böyle bir dünya olmadığına göre, kim, ne sebeble bu düzene boyun eğsin ki? Evet, bugün hâlen statükodan nemalanan pek çok kişi, aile, şirket ve hatta rejim mensubu var dünyada. Onlar bu iktisadî kölelik düzeni sayesinde servetlerine servet katıyor ve olası her değişimin önünde durabilmek için ellerindeki birikimi kullanmaktan da çekinmiyorlar, doğru; fakat bir devlet, milletin geri kalanının bayrağı çektiği yerde kaç gün ayakta durabilir ki? Düzenden nemalananlar, meşruiyetlerini yitirdikleri ândan itibaren ellerinin altında ordu gücü bile olsa, millete rağmen ayakta kalamazlar.
Hâsılı kelâm, statüko bugün her ne kadar bilhassa bizim üzerimize çullanmış bulunsa da, bu yalnız bizim değil, bugünün muktedirleri dışında geri kalan herkesin meselesidir.
BÜYÜK DOĞU TİCARET BİRLİĞİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dış ticaretin millî para birimleri üzerinden yapılması” konusundaki çıkışları malûm. Rusya, İran ve Çin gibi belli başlı ülkelerin bu noktada Erdoğan ile hem fikir olduklarını yapmış oldukları açıklamalar dolayısıyla biliyoruz. Ne var ki, bu ülkeler şimdiye kadar kendilerini Amerikan Doları ile ticaretten alıkoyabilmiş değiller. Çünkü ne istediklerini biliyorlar; fakat bu değişimin nasıl gerçekleşebileceği noktasında hiçbirinin aslında bir fikri yok.
NOT: Son olarak Rusya-Ukrayna savaşında Amerika başta olmak üzere Batı’nın ekonomik ambargosuna maruz kalan Rusya’nın ne gibi sıkıntılar içine düştüğüne hep beraber şahitlik etmedik mi? Dünya çapında tesir edici ölçüde emtia, hububat ve enerji üreticisi olan Rusya’yı, borcunu ödemek için para transferi bile yapamaz hâle getirdiklerini görmedik mi? Biz de tıpkı Rusya gibi bütün bu meseleler ile illâ başımıza gelip de elimiz kolumuz bağlandığında mı yüzleşeceğiz, yoksa ufukta beliren bu riski Rus tecrübesinden istifade ederek peşin peşin bertaraf mı edeceğiz?
İşte, bizim Büyük Doğu Ticaret Birliği fikrimiz, saydığımız memleketler arasında olmasa bile mevcut iktisadî düzene bir alternatif olarak ortaya çıkıyor. Ön plana çıkan belli başlı noktaları belirtecek olursak:
- Öncelikle bu ticaret birliğine vermiş olduğumuz isimden başlayalım. Birincisi bizim fikrimizin bağlı olduğu mihrak olması, ikincisi ise dünya çapında yapılan ayrımda bizim fikrimizin coğrafyasını işaret ediyor oluşu hasebiyle tesis edilmesini beklediğimiz ticarî birlik için en uygun isim Büyük Doğu Ticaret Birliği’dir.
- Türkiye’nin, Türk Lirasını altına endekslemesinin hemen akabinde atması gereken adım, Büyük Doğu Ticaret Birliği’ni kurmaya soyunmak ve mevcut olanın yerine numunelik çapta bile olsa alternatif bir iktisadî düzeni, bu ticaret birliği üzerinden tesis etmek yoluna gitmektir.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği’nin üye ülkeden beklediği asgarî katılım şartı, para birimini, elinde bulunan altın yahut diğer bir menkûl değere endekslemesidir. Böylelikle ülkeler arasında yapılacak ticaretin mahallî paraların kazanmış olduğu gerçeklik ve denklik dolayısıyla millî para birimleri üzerinden yapılmasının önü açılacaktır. Euro bölgesinde olduğu gibi Büyük Doğu Ticaret Birliği’ne katılan ülkelerin Merkez Bankaları arasında bir ortaklık tesis edilecek hem denetim ve hem de müşterek para politikaları geliştirilmesi bu yolla sağlanabilecektir.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkeler arasındaki karşılıklı ticaret, tarafların para birimlerinin menkul değere endeskli olması dolayısıyla Amerikan Doları ve Euro baskısından korunacaktır. Yâni birlik üyesi bir ülkedeki tüccar eline Türk Lirasını aldığında bunun altın karşılığını bileceği ve bu para her yerde aynı değeri muhafaza edeceği için bu sayede alışverişlerde tercih edilebilir bir takas vasıtası olacaktır. Çin, Rusya, İran ve Türkiye devlet başkanlarının geçtiğimiz yıllarda sıkça üzerinde durdukları, döviz baskısından kurtulmak için karşılıklı ticaretin mahallî para birimleri üzerinden gerçekleşmesi fikirleri ancak böylesi bir şekilde hayata geçirilebilir.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği’ne üye ülkelerin para emisyonu hacimleri menkul değer varlığına endeksli olacağı için, bu ekonomiler hızlı bir şekilde finans balonu ekonomilerden ayrışacak ve gerçek, reel ekonomiler olarak yoluna devam edecektir. Amerika ve Avrupa ekonomileri, finans ekonomisinin zatî keyfiyeti dolayısıyla git gide kendi içinde bile kriz üzerine kriz üretirken, birlik üyeleri reel ekonomileri sayesinde bu gibi kriz süreçlerinden de kendilerine korumuş olacaklardır. 2008 senesinde yaşanan Mortgage ve hâli hazırda yaşanmakta olan, maliyeti henüz tüm taraflar açısından meçhul salgın hastalıktan kaynaklanan kriz gibi dönemlerden, (Batılı ekonomik sistemden kaynaklanan krizlerin kısa, orta ve uzun vadede tekrarlanması ve her seferinden bir öncekinden daha yıkıcı krizler doğurması bekleniyor) ekonomisi gerçek bir değere endeksli bulunan üye ülkeler en düşük seviyede etkilenecektir.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkelerin Merkez Bankaları arasındaki ortaklığın gözetiminde yatırım bankaları kurularak, senelerdir Batılı finans kuruluşlarının tekelinde olan finansman meselesine de Büyük Doğu Ticaret Birliği çerçevesi içinde kalmak suretiyle cevab verilecektir.
- Senelerdir elini taşın altına koymadığı hâlde bu ülkelerde gerçekleşen her girişimden finansör konumu dolayısıyla gelir elde eden Batılıların kazançları kesilecek ve bu gelir kalemi birlik üyesi ülkelerin tasarrufunda kalacaktır.
- Amerikan Doları’nın rezerv para olması hasebiyle, yapılan her ticarî faaliyetin bir noktada Amerikan ekonomisine haraç verdiği düzen böylelikle çözülecektir.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkeler arasında, üye ülkelerin hammadde ve coğrafî imkânlarına göre bir görev dağılımına gidilerek, bir taraftan herkesin kendi içinde ve diğer taraftan topyekûn birliğin kalkınması ve Batılı ekonomiler karşısında kendi başına bir değer arz eder hâle gelmesi sağlanabilir.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkeler arasında gümrük anlaşmaları imzalanarak, mütekabiliyet esasına göre, yâni birinin diğerini sömürmesine de izin vermeden ticaret kapıları sonuna kadar açılacaktır.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkelerin ticaret hukuklarında, birlik üyesi ülkelerin tüccar ve girişimcilerinin anlaşmalarını teminat altına alacak maddeler eklenecektir.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyelerinin üretimini gerçekleştirdiği emtiaları fiyatlandırma yetkisi, bu birlik içinde kurulacak bir emtia borsası vasıtasıyla Londra’nın elinden alınacaktır.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkeler arasında, bugün dünya çapında faaliyet gösteren Alibaba, Amazon gibi bir pazar yeri kurulacak ve oradan yapılacak olan alışverişlere gümrüklerde imtiyaz tanınacağı gibi, yalnız pazar yerinden yapılan alışverişler için değil, karşılıklı tüm ticaretin sevkiyatının kolaylaşması için birlik üyesi ülkeler arasında lojistik alt yapısı tesis edilecek.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği üyesi ülkelerin, birlik dışından yapılması zorunlu olan kalemlerin ithâlatı noktasında müşterek hareket etmeleri hâlinde, ticaretin büyüyecek hacmine nisbetle pazarlıktaki elleri de kuvvetlenecek ve muhtemeldir ki bugün olduğundan çok daha ucuz bir şekilde ithâl mallara erişimin önü açılacaktır.
- Büyük Doğu Ticaret Birliği, ilk planda, birkaç üye ülke arasında, pilot uygulama çapında olsa bile mutlaka tesis edilmelidir. Mevcut dünya düzeni yerine yeni bir dünya düzeni, iktisadî düzen yerine de yeni bir iktisadî düzen teklif ediliyorsa, bunun pratik hayata aktarılmış bir örneği olmalıdır ki, geri kalanlar için numune teşkil edebilsin. 1971’den beri sahtelikler üzerine kurulu iktisadî düzenin bugüne kadar hayatta kalmasının sırrı belki de kimsenin mevcut olanın yerine alternatif bir iktisadî düzeni amelî plana dökememiş olmasındadır.
***
Görüldüğü üzere Türk Altın Lirası da, Büyük Doğu Ticaret Birliği de ve hatta bu fikirlerin bünyesinden doğduğu Büyük Doğu dünya görüşü de, Türkiye’nin bundan sonra tarih sahnesinde varolması ve bu varoluşu da taçlandırabilmesi adına tesis edeceği yeni dünya düzeninin iktisadî temellerini teşkil ediyor olması bakımından hayatî önemi haizdir. İktisadî birliğin tesis edilmesinin hemen ardından siyasî ve askerî birliklerin gelmesi kaçınılmaz. Yine ticarî birliklerin taraflar arasında anlayış ve kültür birliğinin tesis edilmesi noktasındaki rolü de yadsınamaz.
Bu ve bunun gibi adımlar, statükodan nemalananların telkinleriyle geciktirildiği sürece bunun bedelini yalnız biz değil, alternatifsizlik içinde kıvranan bütün bir insanlık ödüyor. Bunun şuurunda olunmalı ve artık sıva işlerini bir kenara bırakıp, birbiri ardına atılacak inkılab çapında adımlarla iktisadî, siyasî, askerî ittihadlar tesis edilmeli ve bizim dünya düzeni senfonimiz, yarım kaldığı yerden yeniden ve daha güçlü bir şekilde çalmaya devam etmeli.
Görüş: Ömer Emre Akcebe
Aylık Baran Dergisi 7. Sayı
Eylül 2022