Türkiye bugün rejimiyle, hukukuyla, ekonomisiyle, ordusuyla, kültürüyle ne teklif ediyor ki Kürtler bu yüzden Türkiye’ye entegre olsunlar. Hemen soruyu çevirip bir kez daha soralım, Kürtler rejim, hukuk, ekonomi, ordu ve kültür bakımından ne istiyor yahut bekliyorlar ki kendilerine sunulduğunda Türkiye’ye entegre olsunlar.
Devlet Bahçeli’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi açılışında Dem Partili milletvekilleriyle tokalaşmasıyla başlayan, ardından Amberin Zaman’ın Al Monitor için kaleme aldığı yazıdan öğrendiğimiz kadarıyla Abdullah Öcalan’ın devlet yetkilileriyle yaptığı toplantılar neticesinde PKK liderleriyle yaptığı “silah bırakma” temalı telefon görüşmesiyle süren, Erdoğan’ın “İçeride barışın tesisi önem kazanıyor”, “İç cephemizi tahkim ve takviye etmemiz fevkalade önemlidir” sözleriyle sahip çıktığı ve bugün yine Devlet Bahçeli’nin "Türkiye’ye getirilirken her türlü hizmete hazır olduğunu söyleyen teröristbaşı, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin. Ama devletin terörle masaya oturmasını kimse beklemesin. Kana değil kardeşliğe susadıklarını göstersinler." şeklindeki açıklamasıyla pekişen bir süreç yaşanıyor Türkiye’de.
Cumhur İttifakı tarafından ortak bir şekilde başlatıldığı anlaşılan bu teşebbüsle alakalı pek çok farklı değerlendirme de yapılıyor.
Sınırlarımızın dört bir tarafı yangın yerine dönerken, Türkiye’nin siyasî birliği sağlanmaya çalışılıyor diyen de var, Cumhur İttifakı’nın yeni anayasa sürecinde Dem Parti’den destek almaya çalıştığını söyleyen de var, devleti sevk ve idare eden bir zihniyetin Erdoğan ve Bahçeli üzerinden Kürtlerin Yeni Türkiye’ye entegre edilmeye çalışıldığını söyleyen de ve hatta bir dahaki seçimlerde Erdoğan’ın kazanması için Kürt oylarını toplamaya çalıştıklarını iddia edenler de var...
Her zaman dediğimiz gibi fikirde müphem, aksiyonda açık olmak gerek. Müphem aksiyonlar herkesin ayrı telden çalmasına sebep oluyor ve neyin, neden ve niçin yapıldığı net bir şekilde izah edilmediğinde, yapılanlar şuursuz bir şekilde gerçekleşiyor. Şuursuzca sergilenen hareketler ise yapılan işlerin bir ideal istikametinde buluşmasına müsaade etmiyor. E istikamet olmayınca da yapılan işin niteliği, gayreti ve riski ne olursa olsun sonunda Sisifos’un hikâyesine dönüyor.
Anadolu’nun iki aslî unsuru Türk ve Kürtlerin Türkiye’de birlik ve beraberlik içinde yaşaması noktasında “neden”ler üzerinde durmaya lüzum yok. Suyun içerisindeki oksijen ve hidrojen atomlarının varlığı gibi son derece tabiî sebepler dizisi sonsuza kadar sıralanabilir. Burada bizim esas meselemizi önce “niçin” ve ardından bu suale verilen cevaba göre izaha kavuşacak “nasıl” sorusu alâkadar ediyor.
Kürtler niçin Türkiye’ye tam manasıyla entegre olsunlar ve PKK bu uğurda niçin silah bıraksın? Yani, ne için?
Türkiye bugün rejimiyle, hukukuyla, ekonomisiyle, ordusuyla, kültürüyle ne teklif ediyor ki Kürtler bu yüzden Türkiye’ye entegre olsunlar.
Hemen soruyu çevirip bir kez daha soralım, Kürtler rejim, hukuk, ekonomi, ordu ve kültür bakımından ne istiyor yahut bekliyorlar ki kendilerine sunulduğunda Türkiye’ye entegre olsunlar.
İş, Dolmabahçe mutabakatında olduğu gibi çevre-hayvan hakları seviyesinde ele alınacaksa zaten konuşmaya lüzum yok.
Aslına bakacak olursak, iki taraf açısından da ne müşahhas bir teklif ne de açık bir beklenti söz konusu. Hadise bir noktadan sonra geliyor ve yalnız Abdullah Öcalan’ın ev hapsine çıkarılıp, çıkartılmayacağı noktasında düğümlenip kalıyor. Velev ki bugün Abdullah Öcalan’ın eline valizini verip, motora bindirip, herhangi bir iskeleye indirecek olsunlar. Ne değişecek?
Abdullah Öcalan’ın ilk çözüm sürecinin başında yaptığı konuşmada dikkat çektiği husus, iki milletin müşterek paydasının İslâm olduğuydu, ki bu iddiasında son derece haklıydı. Balkanlardan Ortadoğu’ya, Kafkaslardan Afrika’nın kuzeyine kadar, merkezini teşkil ettiğimiz bütün bu coğrafyada yaşayan milletlerin müşterek paydasını kendi hüviyeti kılmak üzere Türkiye’de bir zihniyet, anlayış inkılabı yaşandı mı? Bu yaşanmadığı gibi, Yahudi mi Ermeni mi neidüğü meçhul Kemalist azgın bir azınlığın senelerdir burnumuzun boktan çıkmasına izin vermeyen Avrupa ve Amerika ile müşterek paydada buluşma hazzını yaşayabilmesi için Anayasaya sokuşturduğu laiklik prensibi, bir takım dangalak eliyle tıpkı Çanakkale gibi savunuluyor mu? E savunuyor yani.
Abdullah Öcalan’ın silah bırakmaya yönelik açıklama yapması ve sonrasında serbest bırakılması ne Türkiye’nin, ne Türklerin, ne de Kürtlerin meselelerinin çözümü değil, ancak bu meselelerin konuşulabilir olmasına zemin hazırlayacak teşebbüs olabilir.
Ya sonra?
Tarafların zihniyetlerini nazara aldığımızda “niçin” sorusuna onlar zaviyesinden cevap bulamadık ki, nasıl sorusuna geçelim.