Neredeyse her gün yeni bir çelişkiye, yeni bir hukuk garabetine şahit olmaktayız. Bu durum bizi hayrete düşürmüyor; çünkü bozuk sistemin neticesi bunlar. Sadece olayların çok hızlandığını ve bu çöküşün yeni bir sistem ihtarı olduğunu söyleyebiliriz.
Ergenekon çetesi dün içeri alındı bugün ise salıverildi. Eğer suçsuz ise dün neden içeri alındırlar? Değil ise bugün neden salıverildiler?
Yıllardır Ak Parti hükümeti ile beraber olan Cemaat yapılanması bugün “paralel örgüt” oldu. Eğer doğru ise yıllardır devlet neden bunlara teslim edildi.
Müebbet hapis cezası alan İlker Başbuğ, hükümetin düzenlemeleri sonucunda dışarı çıkarıldı. Fakat 16 yıldır Salih Mirzabeyoğlu cezaevinde ve hakkında toplumsal mutabakat var iken bu hukuksuzluk hâlâ devam ediyor.
Fethullah Gülen Hareketi sahih İslâmın önünü kesmek için ABD tarafından büyütülen bir harekettir ve bu amaç doğrultusunda Ak Parti ile cemaat arasında fazla bir fark yoktur. Ak Parti ile Cemaat her ne kadar şimdi birbirlerine girmiş olsalar bile, “ılımlı İslâm” denilen ve bizce “ılımlı laiklik” olan modelde hem fikirdirler ve bu model ABD projesidir. Şu an olan ise, tüm kontrolü elinde tutmak isteyen Cemaat ile Ak Parti arasında olan güç ve iktidar kavgasından başka bir şey değildir. Çünkü aralarında ideolojik olarak fark pek yoktur. Müslüman görünen ama muhafazakâr ve demokrat olan bir yapıdadırlar.
En küçük bir meselede bile düzenli anketlerle halkın nabzını tutan Ak Parti, cemaatin yapısını biliyor ama onların zihniyetini olumluyordu. Hatta İBDA Mensuplarını F. Gülen’i eleştirdi diye aşırılıkla suçluyorlardı.
Neo-conların yaptırdığı Ak Parti-Cemaat evliliği gayrı meşru olduğu için Türkiye’de gelişmesi ve yerleşmesi mümkün değildir. “Ilıman İslâm-Ilıman Laiklik” modelinin Türkiye’de yankı bulması mümkün değil. Öyle ki, Ak Parti ve Cemaatin tabanı da İslâmi geleneğe bağlı ve Batı-Amerika karşıtıdırlar.
Aslında Ilıman İslâm projesi ile üzeri örtülmek istenen sahih İslâm anlayışıdır, BD-İBDA İslâma muhatap anlayışıdır. İBDA Mimarı ve İBDA bağlılarını (İBDA Cepheleri) bazen en ağır cezalarla, bazen sukut suikastı ile önünü kesmeye çalışanların bugün düştükleri durum ise ibret vericidir. Gerek Ergenekoncuların gerek ılıman İslâmcıların hali meydandadır. İBDA’nın çizgisi ise Kurtuluş Yoludur, Sırat-ı Müstakimdir, Ehli Sünnet Vel Cemaattir.
Fetullah Gülen Türkiye’ye niye gelmiyor diye birkaç senedir yoğunlukla tartışılıyor. F.Gülen’in ABD’de hazırlandığını ve Türkiye’de beklenen İslâm devrimini önlemek ve kurtarıcı bir mehdi olarak sunulmak üzere zamanı gelince yollanacağını ifade etmiştim. Tabiî bu bir tahmin idi. Fakat Fetullah’ın buna benzer planlar için korunup kollandığı, dünya çapında örgütlendirildiği açık. Fetullah örgütünün kimler tarafından himaye edilip önünün açıldığı da bellidir. Bunun için öngörüye de ihtiyaç yoktur.
Ak Parti kanadı vicdanlı siyaset yapmıyor. Ak Partinin ne ideolojik, ne ahlâkî bir kaygısı yok, tamamen oy tüccarı bir parti gibi davranıyor onun için Cemaatle Ak Parti arasındaki gayrı meşru evliliğe gönüllü rıza gösterdiler ve 17 Aralık’ta ise doğum gerçekleşti, gerçek babası Neo-con’lar olan bir piç meydana geldi.
Bütün ilişkilerimizde tütmesi gereken ahlâk davası ve sisteme bağlı siyaset mevzuu… BARAN’ın geçen sayısında (375) yayımlanan mülakatta Milat Gazetesi yazarı Doç.Dr. Adem Çaylak, hizmet hareketinin kukla olduğunu ifade ederken, Ak Parti kanadının vicdanlı bir şekilde siyasî muhasebe yapmadığını belirtiyor. Ayrıca Gezi olaylarını, “masum gezi olayları” ve “operasyonel gezi olayları” diye ikiye ayırarak, iyi bir politik bir dil kullanılmadığını söyleyip, operasyonel gezi olaylarına karşı dururken, kapsayıcı bir dil kullanarak İslâm-insan anlayışının ortaya konması gerektiğine işaret eder. Adem Çaylak’ın tesbitlerine katılıyorum. İdeolojik temelden yoksun ve de bilhassa bundan uzak duran AK Parti’nin, ucuz söylemlerle ve halkı da kışkırtarak aslında halkın özlediği İslâmî ve insanî bir düzeni kendine vehmettirerek avlayıcı söylemlerle işi götürdüğünü, Müslümanların emek ve emellerinin böylece heba edildiğini biz de ilave edelim.
Söz konusu mülakatta dalkavuk ve çapsız İslâmcılara da temas edip şöyle diyor Adem Çaylak: “İktidara hakikati ve adaleti hatırlatmadılar. Ciddi bir şekilde bir “organik aydınlık” yapıldı. Bir saray dalkavukluğu yapıldı.(…) Kusura bakmayın bu noktaya getiren sizlersiniz. 28 Şubat ile ne zaman hesaplaşıldı? 28 Şubat’ın gerçek mağdurları hâlen içeride. Gerçek suçluları dışarıdayken siz neyin hesaplaşmasını yaptınız? 17 Aralık’a kadar uyudunuz ey gafiller. Tv’lerin podyumlarında dans ediyordunuz. Para vardı, imkan vardı, statü vardı.”
Ak Parti kadrolarının fikir ve ahlak temelinde hâlâ uyandıklarını sanmıyorum. İç muhasebeye yönelik bir gelişme yok. Hâlâ İslâmî bir dünya görüşü amaç değil ve İslâmı araç olarak görüyor ve işlerine geldiği kadarıyla kullanıyorlar.
25 yıl mensubu olduğu Cemaatî anlatan Prof. Dr. Ahmet Keleş, TV Net’te 21 Mart 2014 tarhli bir programda şöyle diyordu:
“Biz niye yola çıktık? Dine hizmet, ahlâka hizmet için. Anadolu insanını yeni bir İslâm medeniyeti inşa edecek hale getirmek için. Fakat hizmet hareketi bu amacından ayrıldığı için 1999 yılında Fethullah Gülen’e uyarımı yapıp ayrıldım.”
Ak Parti için söylediğimiz İslâmı araçsallaştırma mevzu Cemaatte de belirgin olarak görülüyor. Muhteva amaç değil araç oluyor, yahut başından beri dava haline getirilen bir ideolojileri yoktu, diyebiliriz... Prof. Dr. Ahmet Keleş’in şu tesbitlerini de ele alalım:
“Fethullah Gülen, mekanik insan ister, mekanik kafa ister. Verilen vazifeyi yerine getirsin o kadar. Bu kişi hangi branşa yatkındır ona bakmazlar. Cemaat hangi sahada örgütlenecekse o sahaya yönlendirirler. İsterse o kişinin yeteneği başka sahada olsun, önemsemezler.”
Cemaat, kendi örgütlenme ihtirası için eğitim ilkelerini bile istismar ediyor, kişilerin istidat ve yeteneklerini göz ardı ediyor. Gençlerin istikbal kaygıları da sömürülmüş oluyor. Şunu da belirtelim ki, robot nesil ile medeniyet inşacısı bir nesil çıkmaz. İslâmda körü körüne itaat değil, basiretle bağlanma esastır. İBDA’nın “kendinden zuhur diyalektiği” diye formüle ettiği husus…
“Sistem”, “sisteme bağlı siyaset”, “ideoloji ve ahlâk” diyoruz. Fakat kimilerince bu kavramlar güzel söylemden ibaret görülüyor. Bu kavramların ne ifade ettiği ve hangi ihtiyacı karşıladığı gözardı ediliyor. Hâlbuki siyasî, hukukî, ruhî ve iktisadî bütün bunalımların kökeninde işaret ettiğimiz temel meseleler çıkıyor. Fakat bu düzende gidersek yine aynı hataları işlemeye ve aynı bunalımlarla karşılaşmaya devam edeceğiz.
Hayat mekanik değildir, insan da robot değildir. Eşya ve hadiseler karşısında insanın tavır almaya çalışması, onun ahlâkî bir varlık oluşudur. İnsan, seçme yapabilen hür bir varlıktır. Batının “mekanik hayat-mekanik kâinat” tasavvurundan “hür insan” değil, “robot insan” çıkar. Demokrasi yalanlarına rağmen Batının istediği insan tipi budur, küreselleşme ise tek tip insan yetiştirmektir. Öyle ki Çin’deki de aynı kıyafet giysin, Venezüella’daki de aynı kıyafeti giysin isteniyor, demokrasi adı altında Batının tektip küreselleşme modeli dayatılıyor. İnsanı çeşitli cepheleri ve yönleri ile bölünmez bir bütün olarak kavramak, Batının materyalist anlayışına göre değildir.
Ruhun merkezî fakültesi ahlâktır ki, kendisinden zuhura geldiği fikri ileriye doğru zuhur ettirir. İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız isimli eserinde, insanın bütünlüğü, her an oluş ve yenileniş içinde olduğu ve mekanik tasavvur kalıplarına giremeyeceği belirtildikten sonra, bütün kavranmadan parçalara hâkim olunamayacağı tesbitiyle beraber, “Mutlak Fikrin yol göstericiliği, denetleyiciliği ve gerekliliği” şartına işaret ediliyor. İnsanı sınırlayan ve belli kalıplarla robotlaştırıp mutsuzlaştıran Batı anlayışının “tümevarımın zafiyetiyle malül” olduğu tesbiti ile de Batının kritiği yapılıyor. “Batıyı bilmeden İslâmı iyice bilemeyiz” anlayışıyla Batı felsefesi İslâm tasavvufu önünde hesaba çekiliyor ve yanlışları tek tek işaretlenirken yerine konacak doğrular da gösteriliyor. İslâmın üstün diyalektiği ve İslâm hikemiyâtının kuşatıcılığı çağımızın mevzu ve meseleleri içinden gösteriliyor. Ne kuru kuruya karşı oluş, ne de Batıcı sistem içinde ıslahatçı tedbirler! Alternatif sistem ve sisteme bağlı mücadele, “ideolocya ve ihtilal” ilişkileri de dahil olarak İBDA külliyatında örgüleştiriliyor.
İslâm medeniyeti inşa etme namzedlerinin, Ak Parti veya Cemaat kadrolarında değil, BD-İBDA ideolocyasında insan aksiyonunu ve ahlâkî karakterini bulacağı açıktır. Çünkü Mutlak Fkrin eşya ve hadiselere nasıl tatbik edileceğinin cevabı oradadır. Ahlâk, ölçülebilir bir keyfiyet değilken, “inanış, görüş ve ölçülendiriş”in doğru olup olmadığıyla “dışa dönük-dış oluş” tezahürlerinden anlayabiliriz.
İnsan, ahlâkî bir varlıktır ve ahlâk ise değerler sistemi olup, ruha ve mutlak ölçülere nisbetle yerini bulur.
Ahlâkî temeli olmayan bir “ekonomik sistem”in ne türlü eşitsizliklere, yolsuzluklara ve yoksulluklara yol açtığını görmekteyiz. Yeri geldi mi sistemden şikâyet eden Ak Parti’nin sistemden beslenerek yaptığı yolsuzlukların (en son Bakan çocuklarının vukuatları) malumdur. Bu yolsuzlukları ortaya çıkaran Cemaatin amacı ise serbest rekabet denen sömürge sistemini Ak Partisiz yönetmek olduğu da malumdur. Aslında her iki grup insanı “ekonomik hayvan” olarak gören bu sömürge sistemini biraz iyileştirmelerle yaşatmaktan yanalar. Bu açıdan ne Ak Parti yalakaları, ne de Cemaat robotları ülkemize çözüm olamaz. Batıcı temelde İslâmî motifli bir düzen değil, İslâm merkezli anlayış ve bunun düzenini istiyoruz.
Baran Dergisi 376. Sayı