Her yaz mutad olduğu üzere Medine-i Münevvere’den misafirlerim geldi. Türk asıllılar ama orada doğup büyümüşler, her yaz gelirler İstanbul’a. Her sene de benim umre ziyaretlerimde Medine-i Münevvere’de bir araya geliriz. Benim için, kendi akrabalarımdan çok daha yakın bir akrabalık, çok daha muhabbetli bir ilişki vardır aramızda.
İstiklal mahkemelerinde alimlerin asıldığı zamanda asılmamak için babaları dedeleri oraya iltica etmiş çok sayıda Türk aileden biri… Tam da Cumhuriyetin 100’ncü yıl kutlamaları yapılırken, cumhuriyeti kuranların dikta rejimiyle dayattığı devrimlerin yarattığı travmalardan uzaklaşmak için Hicaz bölgesine, tabiri caizse ‘Alemlere rahmet’ olan Efendimize iltica edenlerin evlatları ile birlikteyim.
Dışarıda Cumhuriyet Bayramı kutlamaları var, biz evimizde kuruluşun insan hayatlarında nelere mâl olduğunu, o günleri konuşuyoruz. Doğrudan dar ağacını boylayarak asılanlar, görevden uzaklaştırılanlar, asılma tehdidiyle evini ocağını memleketini bırakıp hicret etmeye zorlananlar. Bugün büyük coşkularla cumhuriyetin kuruluşunu kutlayanlar, bu topraklarda masum halkın, her an askerin evleri basıp, hemen oracıkta seyyar mahkeme kurup idam hükmü verme ihtimaliyle yaşandığı zamanları bilmiyor bile! Verilen gözdağı çoğunlukla, darağacında asılmayla ya da hapis ve sürgünlerle neticelendiği için aynı zamanda halkın sindirilmesi de böylece sağlanmış, insanlar ister istemez dayatılan devrimlere ayak uydurmak zorunda kalmışlardı. İnsanların hayatlarını alt üst eden, kıyafet devrimi ile ne canlar yandığı, dayatılan harf devrimi ile ne kaoslar ne dramlar yaşandığı sorgulanmadı bu ülkede. Gerçi bu aralar “Şapka takmadığı için asılan dünyada başka millet yok!..” ifadesi sosyal medyada arada sırada zikredilse de bazı yaşanmışlıklarla toplum olarak yüzleşilmedi henüz. Hatırlayın, baş örtüsünün yasaklı olduğu yıllarda, tesettürlü birini gördükleri yerde “Yallah Arabistan’a” denirdi. Gerçi kendini bilmez kimseler elan, hala da söylüyor. Devrimlerin mağduru olarak Arabistan’a hicret eden insanları tanıyana kadar, bu sözün gerçek anlamını bilmezdim, küçümseme ifadesi olarak kullanıldığını sanırdım. Oysa çok sayıda aile gerçekten de “Yallah Arabistan’a” gitmek zorunda kalmış.
100 yıl az değil aslında ama yakın tarihi neredeyse hiç bilmiyoruz. Var olan bilgiler ya çok yüzeysel ya da yalan…
Medine-i Münevvere’ye hicret edenler anılınca meşhur hatıratından dolayı ilk evvela şair yazar, öncü şahsiyet Ali Ulvi Kurucu’yu hatırlıyoruz normal olarak, halbuki o ne ilk ne de son. Ben ilk gençlik yıllarımda onu ‘Gümüş Tül ve Alevler’ adlı şiir kitabıyla tanımıştım. O yıllarda, kitabın kapağındaki resminde kalın çerçeveli gözlüğün ardındaki, Medine’de yaşayan o efsane isimle tanışacağımı söyleseler çok şaşırırdım muhtemelen.
İstanbul’a ilk geldiğim yıllarda, bir gün Çemberlitaş’ta yürürken, Birlik Vakfında Ali Ulvi Kurucu’nun konferansını ilan eden bir afiş gördüm. Konferans saatinde, çok aziz, muazzez, seçkin insanlar görmüş o tarihî canım binada ikinci sırada çoktan yerimi almıştım. Üstad geldi, kürsüye çıktı, onunla gönül bağımı biliyormuş gibi ve gözlerini bana dikerek, Necip Fazıl’ın bir şiirini okuyarak söze başladı. Ne kadar heyecanlandığım bugün gibi aklımda. Konuşmasının sonunda yine bana bakarak, yine bir Necip Fazıl şiiriyle sözlerini bitirdi ve kürsüden inerek doğrudan yanıma geldi, sanki daha önce tanışıyormuşuz gibi, hâl hatır sordu, dualar ederek ayrıldı. Kelimenin tam anlamıyla sermest olmuştum. Etrafımdaki insanların hayretle ve de haklı olarak “tanışıyor musunuz, nereden tanışıyorsunuz” gibi sorular, sorduğunu hatırlıyorum.
Benim bu hatırayı yazmama vesile olan Yenge Nedime ve Amca Abdin, Ali Ulvi Kurucu ve ailesi ile yakın dostlar. Hatta öyle ki, Yenge Nedime doğumunda hastaneden taburcu edildiği zaman, dua almak üzere Ali Ulvi Kurucu’nun muhterem eşi Fatma Hanım’ın kucağına veriliyor ilk. Sanırım kızları Sare Kurucu ile Yenge Nedime aynı yaştalar. Daha birkaç ay evvel son ziyaretlerinde, Fatma Hanım’ın artık ilerlemiş yaşına rağmen misafirperverliğini anlatıyor, kendi elleri ile yaptığı kubeybe yani içli köfte ikram ediyor. Ya Haleti -ey teyze- zahmet etme deseler de ikramları, bereketleri ile meşhur, Erbakan’dan Özal’a kadar misafiri hiç eksik olmayan evlerinin geleneğini yerine getiriyor Fatma Hanım.
Yenge Nedime ve Amca Abdin aslında benim en yakın arkadaşım, Mekke-i Mükerrem'e doğumlu, orada yaşayan Ayten’in amcası ve yengesi. Ayten onlara amca ve yenge dediği için ben de aynı şekilde hitap ediyorum. Aramızdaki yaş farkı, hiç sorun değil, onlar çok genç ruhlu insanlar. Hatta yengenin Kahire’de yaşayan amcası Ali ve eşi Muna ile İstanbul, Medine ve Kahire’de birlikte fevkalade güzel anılarımız var.
Onları benim için özel ve güzel kılan sohbetin bir yerlerinde her zaman Medine-i Münevvere’nin ikliminin, havasının tütmesi, lafın dönüp dolaşıp vahyin inzal olduğu topraklara gelmesi. Taşlıcalı Yahya’nın “Kâşkî sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihân, / Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa” dediği gibi, ansızın anlattıkları bir hatıra, tanımama vesile oldukları insanlar ve ortamlar, hani “geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer” kabilinden şeyler.
Cumhuriyetin ilk yılları, yaratılan korku diktatoryası, şer gibi görünse de birçok hayırlara vesile olmuş aslında. “Her güçlükle beraber bir kolaylık vardır!” ayetinin tecellisi gibi. Düşünsenize benim gibi bir dönem her sene umreye giden biri için, Hem Mekke-i Mükerreme’de hem Medine-i Münevvere’de evlerinde misafir olduğum, evimde misafir ettiğim dostlarım var. Bulunmaz nimet. Mesela Ramazan-ı Şerif, son on gün itikafa niyet etsem, ben Harem-i Şerif’ten çıkamıyorum diye hem iftarlığımı hem sahur yemeğimi bazen kendileri getirirler, bazen de çalışan eleman ile gönderirlerdi. Öyle ki, hiç unutmam bir keresinde, hadi bakalım biz de itikafa çıkıyoruz diyerek, hareme en yakın otele yerleşmişler, banyo ihtiyacım için otel odalarının anahtarını vermişlerdi. Yıllar zarfında sayamayacağım nezaket, zarafet örnekleri yaşadığım bir aile. Onları yaşadıkları topraklar mı böyle güzelleştirdi, hiç gitmeselerdi yine de böyle güzel olurlar mıydı, Allahualem…
Yaklaşık zamanlarda hicret ettikleri Ali Ulvi Kurucu’nun dedesi, babası, amcası Hacıveyiszadeler ilmiye sınıfı bir aile; ama Abdin Amca’nın babası Ziyauddin hattat. İlk yıllar yazdığı hatlar ile geçimini sağlamaya çalışsa da sonradan kırtasiye, pul, mühür, hat ve çerçeve işi yaparak durumu idare etmeye çalışıyor. Yenge Nedime’nin babası ise Urfa’dan hicret ediyor. Sahibi olduğu çok büyük arazileri apar topar satarak altı teneke altınla göç ediyor. Neticede, kurulu düzenini, memleketini, akrabalarını, sosyal statüsünü bırakarak, o günki şartlarda başka bir ülkeye göç etmenin, zorluğuna, vahyin inzal olduğu topraklarda olmanın verdiği iç huzur ile mukavemet etmişler ve diğer göç eden aileler, birbirleri ile her daim yakın ilişkiler içinde olmuşlar.
Sevgili dostların benim için cennet bahçesi gibi olan Medine-i Münevvere’de olan evleri, öyle ki apartmanın kapısından çıkıyorsunuz sağa dönüp yürüseniz bir buçuk kilometre sonra Mescid-i Kubâ, sola dönüp yürüseniz, bir kilometre sonra Harem-i Şerif. Ev halkı genellikle, özellikle Ramazan-ı Şerif’te sabah namazı sonrası uykuya geçtikleri için, bazen onlar kalkmadan çıkardım, ayaklarım beni genellikle Mescid-i Nebeviye götürse de arada, özellikle de günlerden cumartesi ise, sünneti seniyye üzere Mescid-i Kubâ’ya yönelirdim. Efendimiz Aleyhisselam, çevre halkı Cuma namazında Mescid-i Nebevi de toplandığı için, cumartesi günleri bazen yaya, bazen binekli olarak Kuba Mescidi’ne teşrif ederlermiş. Düşünsenize ev nerede diye soruyorsunuz, cevab, Kuba’da. Böyle bir seçkinlik söz konusu. Bu Allah için yapılan hicretin bereketi olsa gerek...
Aylık Baran Dergisi 22. Sayı Aralık 2023