Çağdaş Sinan: Cevad Ülger Karamehmedler
6 Eylül 1977’de vefat eden merhum mimar Cevad Ülger Karamehmedler’e perde ardına geçişinin 45. sene-i devriyesinde rahmet, dua, minnet ve saygı ile…
Cevad Ülger sadece bir mimar değildi. Gerçek bir sanatkârdı; resmiyle, mimarisiyle, karikatürüyle, müzisyenliği ile eşsiz bir insandı. Esasında mesele Cevad Ülger oldu mu, mimarlığı ve mimarı yeniden tanımlamak gerekir. Zira kendisi Mimar Sinan’ın bütün keyfiyetiyle 20. yüzyıla yansımış ruh ikizidir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun da bu sebepten Cevad Ülger’e “Çağdaş Sinan” dediğini düşünüyorum.
Fransız mimar François Blondel şöyle der: “Eğer Tanrı kendi halkını cezalandırmak isterse mimarlarını ellerinden alır.” Cumhuriyet devri mimarlarına baktığımızda ve Karamehmedler’in de erken sayılabilecek bir yaşta vefat ettiğini hesaba kattığımızda, Blondel’in ifadesindeki hakikat, mimari halimizin çaresizliği ve garabeti göz önünde bulundurulduğunda anlaşılmıyor mu? Cevad Ülger’in muhataplarının seviyesi; daha doğrusu dönemin estetik, zevk, idrak ve anlayış seviyesizliği bu büyük sanatkârın önündeki en büyük engeldir. Cevad Ülger’in muhataplarının zevk ve estetikten ne denli mahrum olduğunu şu misal üzerinden gösterelim: Cevad Ülger Karamehmedler öğrencilerine iki eser gösterir; fakat eserlerin ne olduğunu söylemez. Biri Batıdan, diğeri ise kendi tarihimize ait bir eserdir. “Hangisi daha güzel?” diye sorar. Öğrencilerin hepsi, Batı’dan alınmış resmin güzel olduğunu söyler. Cevad Hoca da “Hepiniz hapı yutmuşsunuz” der. Kendi tarihinin estetik, zevk, anlayış ve diyalektiğinden koparılan kimseler, Batı tarafından dizayn edilen zihin dünyasının sonucu olarak kendine yabancı hale gelmiştir.
Günümüz mimarlarının neredeyse çoğu, Cevad Ülger’in ifadesiyle hapı yutmuştur. Kendi muhasebesini, murakabesini ve muhakemesini yapamayan mimarlar biyolojik olarak yerli, zihin olarak yabancıdır; hadiseye yanaşan şuurları “biz”den değildir.
Vitruvius yorumcusu olarak bilinen Perrault, mimarîyi saf insan icadı olan hayal mahsulü bir sanat olarak ifade ederken Blondel ise mimarlığın kaynağının doğa olduğunu söylemiştir. Avrupalı mimarların bu kısır tartışmasını Cevad Ülger “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” eserinde şöyle ifade etmiştir:
“Klasik Yunan devrinde, gerek resim ve gerekse heykel naturalizmin zirvesine çıkmıştı. Sanat taşın biçimlenişi değildi artık, insanın duruşuydu… Yunan sanatı bu durumunu Hellenizme, oradan Roma’ya devrederken, Hristiyanlık Avrupa’yı sardı. Romen ve Gotik devirleri içinde tabiatın daha güçlü ve üsluplu taklitlerine vardılar. Nihayet rönesansta Hristiyan haleti ruhiyesi ile Yunan esprisi birleşti. Böylece ana hareket noktası değişmeden barok sanata devredilecek olan, üsluplanmış çok kuvvetli bir tabiatçılık doğacaktır.”
Batı mimarisi kuvvetli tabiat taklitçiliği olan Barok sanatından daha sonra Rokoko, eklektik mimarî ve müteakip dönemlerde, katlettikleri tabiatı taklide devam etmişlerdir. Katlettikleri tabiatın, güzelliği tahrip oldu ve tahrip edilmiş tabiata pitoresk (güzel ile beğeni arasında bir kavram) denildi.
Cevad Ülger mimaride gelenek ve modernizmin kesiştiği yerde görülür. Teknik açıdan pragmatik davranır. Ne geleneği eski olduğu için tamamıyla reddeder, ne de modernizmi yeni olduğu için bütünüyle kabul eder. Tasarım ve projesini geliştirdiği birçok camiinin taşıyıcı karkasında betonarme malzemeyi kullanması, mahfil korkuluklarını steelden (çelikten) yapması modern mimariye verdiği önemi gösterir. Cevad Hoca’nın 1969-1978 yılları arasında yapmış olduğu “Reşadiye Camii”inde kendisine özgü sanatı görebiliriz. Dış mekânda klasik mimari, iç mekânda modern mimari hakimdir. Eserleri adeta tuval üzerinde dans eden bir ressamı anımsatır ve mimarî harikalıklar sunar. Eserleri üstün aşk ve zarafet misalidir.
Cevad Ülger’in diğer bir eseri olan “Kayseri Bürüngüz Camii” Osmanlı tarzında tek kubbeli, merkezi planlı ve birer şerefeli iki minareli bir camidir. Büyük kubbe örtüsü, cam işçiliği ve kubbe süslemesiyle klasik Osmanlı mimarî tarzını yansıtmaktadır. Mimar Karamehmedler’in mimarî anlayışını camiiler özelinde şöyle tarif edebiliriz:
Mimari yapının iç mekânında modern mimarî hakimken, dış cephelerinde geleneksel mimarî hakimdir. Modernizmin geleneğin içinde mündemiç olduğunu taşlarla ifade edip mimarî anlayışına karakter kazandırmıştır.
Cevad Ülger’in mukarnaslara ehemmiyet vermesi geleneğe bağlı olup yeniden yorumlamasından dolayıdır. Mukarnaslar hakkında Mimar Cevad Ülger şu ifadeleri kullanır:
“Osmanlı mimarlığının dünya mimarlığı içinde, rastlanmayan, en enteresan taraflarından mukarnaslar…”
Mukarnaslar mimarimizde biricik özelliğe sahiptir. Mesela Almanya’daki Cologne Katedrali gotik mimariye sahip ve stalaktit stil de vardır. Bizdeki mukarnaslar gibi, fakat teknik olarak badem kısımları yoktur. Teknik açıdan bu yönüyle İslâm mimarisine has bir özelliktir.
Perrault, mimarlığın ve müziğin ilkelerini mukayese eder ve bu iki sanatın güzelliğinin orantıdan ibaret olduğunu söyler. Müzik hocası olan Rene Ouvrard, Süleyman Tapınağı’nın ölçülerinin müzikal orantı sunduğunu kanıtlamıştır. Müzikte notaların düzenine uyulmadığında birbirinden bağımsız sesler çıkar ve son derece rahatsız edici olur. Fakat notalara uyum sağlandığı müddetçe ortaya muhteşem bir armoni ve senfonya çıkar. Shakespeare’in ifadesiyle “müzikten etkilenmeyecek hiçbir mahluk yoktur dünyada.” Müzik, Antik Yunan’dan günümüze kadar farklı şekillerde gelmiştir. Ayin, hipnoz, eğlence, mimari, tefekkür gibi amaçlarla kullanılmıştır. Batılı bestekar Franz Liszt “Müzik; en ilahi ve en şeytanî sanat!” demiştir. Mimarî de tıpkı böyledir. Dengesiz cephe çıkmalarıyla, farklı denizlik, aralık ve yükseklikleri bulunan pencereleriyle, simetriden uzak bir yapı, rahatsız edici bir orkestra gibidir. Cevad Ülger mimarlığının yanı sıra aynı zamanda müzisyendir. Ülger’e göre 20. yüzyıl müziğinin en önemli karakteri ritimsizliktir. Hangi sanat olursa olsun, ritim o sanatın ana karakterini oluşturur. Ülger aritmiye neden meyli olduğunu “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” eserinde şöyle ifade ediyor:
“Bugün ritim kime ne yaptı? Neden aritmiye meylediyoruz? Sebepleri araştırırken, bir yanda ‘pür-saf sanat ve estetikle baş başa kalma’ kabul edilebilir. Fakat görmemezlikten gelinen ve asıl ağır basan sebep, bir önceki devre ‘kontrast-zıt’ olma kabul edilebilir.”
Her sahadaki başarısızlığın, ritimsizliğin, şahsiyetsizliğin altında yatan temel gerçek de budur: Ortaya hiçbir şey koymadan, geçmişe budalaca karşı çıkmak. Nerede Cumhuriyet aydınlarının, hürriyet sevdalılarının romanı, hikâyesi, şiiri, tiyatrosu, mimarî eserleri? Cumhuriyet devrinin sözde aydınlarının yekûnu sanatta sınıfta kalmasına rağmen kendini geliştirmek için de hiçbir çaba içinde değil. Bir misal: İslâm mimarisinin zarafet ve ihtişamını kavrayıp uygulamak yerine masif ayaklarının üzeri süs diye ve mimarlıkta pilastr olarak ifade edilen ağır sıra kemerlerden oluşan basit tezyinatı tercih ettiler. Çünkü mimarlık anlayışının ayak altı olduğu dönemlerde mimar, detaylar üzerinde yaptığı oyunlar, sahte tezyinicilik ve sahte dekorlarla mimarî anlayışsızlığının üstünü örter.
Çok yönlü sanatkâr Cevad Ülger aynı zamanda karikatüristtir. Milli Gazete’nin yeni çıkmaya başladığı dönemlerde, Karamehmedler mahlasıyla dönemin sosyolojik, ekonomik, siyasal ve kültürel olaylarını kendine has çizgileri ile çizmiş ve tenkit etmiştir.
Cevad Ülger toplumdan uzak bir mimar olmamıştır. Toplumun iyileşmesi için çözüm önerileri sunmuş, gerektiği takdirde sert bir dille tenkit etmiştir. “Osmanlı mimarlık anlayışını anlamak için Osmanlı toplumunun sosyolojik değişimini de takip etmek lazım” diyen Ülger, kendisi de hiçbir zaman toplumdan kopmamıştır. Komünizm toplumu çekiç ve orağının arasına alıp ezmeye çalıştığında Ülger çizgileriyle buna mâni olmaya çalışmıştır. Büyük Doğu teknesinde yoğrulan İBDA fikriyatının oluşmasında etkili olan üç isimden biridir. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu onun için “benim plastisite ruhumu inşa etti” demiştir. Bu mânâda Cevad Ülger’in büyüklüğünü göstermek için İBDA külliyatına bakmak yeterli olacaktır. Mirzabeyoğlu “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” eserinin takdim kısmında şu ifadeleri kullanır:
“Mühendislikten makineye, çocuk oyuncaklarından halı dokumaya kadar geniş ilgi sahası. Fikirde, en keskin hükümleri bile, elinin tersiyle ve çoğu zaman farkında olmadan deviriveren bir mizaç. Ve taşla ahenk kurucu olma sıfatından olsa gerek, ahenk keyfiyetini en çarpıcı bir zevk seviyesinden tadarak bir anda değer biçen…”
Merhum Suat Fıratlı, geçtiğimiz ay dergimizde yayınlanan röportajında Cevad Ülger’i şöyle anlatır:
“Cevad evde sarıkla gezerdi. Güzel bir sarığı vardı. Büyük bir pankart arabası vardı. Onunla ikimiz karşıya geçiyorduk… Gidiyoruz, dedi ki “Suat! Biz çok münafık mıyız?” Baktım ki gözünden yaş geliyor. O derinlere daldı mı, gözünden yaş gelirdi. “Hayırdır ya?” “Yahu, benim hanım her gün Peygamberler, hacı, hocaları rüyasında görüyor. Ben daha papaz göremedim rüyamda.” dedi”
Cevad Hoca’nın derin ve gerçek mümin oluşunu gözler önüne seren bir hatıra. Cevad Ülger’i gerçek sanatkâr yapan şey kalbindeki imân ateşiydi. Bu imânını eserlerine nakış nakış işledi.
Cevad Hoca hakkında düşülen yanlışlardan birisi de ona “camii mimarı” denilmesidir. Ülger’in mimari tarzı Osmanlı mimarisiydi. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu “Demet” (karikatür) eserinin takdim kısmında bu mesele hakkında şöyle diyor:
“Mimarlığından bahsederken onun çalıştığı üslubun isminin “Osmanlı Mimarisi” olduğunu da bir düzeltme ile bildirelim. Bunun camilerde uygulanmış şekline bakarak, bu mimari tarzına, “camii mimarisi” ona da camii mimarı demek yanlıştır. Sağ olsaydı böyle düşünenlere kendine has mimikler ve anlatış tarzıyla gerekli açıklamayı yapardı. Ve içinde bulunduğumuz estetik zevkini yitirmiş toplum, spor salonu, sinema ve konser salonu gibi yapılarda bu tarzı uygulama şansını ona tanımadı.”
Cevad Ülger’in her yönü harikalıklar sunar. Mimarlığıyla, ressamlığıyla, müzisyenliğiyle, karikatüristliğiyle gerçek bir İslâm aydınıdır.
Turgut Cansever’in de hocası olan Le Corbusier “Dünyaya iki mimar geldi. Biri Mimar Sinan, diğeri ben.” der. Corbusier’in ifadesini şöyle değerlendiriyorum. Mimar Sinan’ın sadece maddi boyutunu kavrayan Batı’dan Corbusier gibi literatür ve akademide otorite sahibi biri çıktı. Ve Batılı entelektüeller bilhassa mimar ve mühendisler Corbusier’e sahip çıktı, fikirlerini geliştirdi. Peki ya Mimar Sinan’ın hem maddî, hem manevî boyutunu kavrayan Cevad Ülger Karamehmedler’e kim sahip çıktı? Hangi mimarlık-mühendislik fakültesinde kendinden bahsedildi, tezler yazıldı? Kendine entelektüel diyen hangi mimar Ülger’i tanıyor? Geçmiş dönem İslam mimarisini günümüz için yorumlayıp, tekrar taşımanın yolu Cevad Ülger’den geçer. Reşadiye veya Bürüngüz Camii’ne baktığımızda anlaşılmıyor mu? Yoksa bayağı ve kopya mimariye alışan gözler Cevad Ülger’i görmüyor mu, görmek mi istemiyor?
Aylık Baran Dergisi 7. Sayı