Türkiye artık mevcut rejimle ve onun hükümet şekliyle gidemiyor. “Başkanlık Sistemi” de bu ihtiyaçtan tartışılıyor; ama çözüm olacak mı? Bu zaviyeden, mütefekkir Necip Fazıl’ın ortaya koyduğu ve onun yetiştirdiği mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun tahlil ettiği, müstakil eser haline getirdiği, İngilizce ve Arapçası da basılan “Başyücelik Devleti”ni inceleyeceğiz. Hem Başkanlık hem Parlamenter sistemle fark ve benzerliklerini ortaya koyarken, öncelikle Başyücelik Modeli’nin nev’i şahsına münhasır ve bu topraklarda yetişen bir dehanın teklifi oluşuna, İslâm âlemi için de bir model vasfına işaret edeceğiz.

İslâm coğrafyasının ıstırabı meydanda… Umulur ki biz burada kurtuluş reçetesini kendimize tatbik ederiz ve sonra tıpkı sahabîler gibi İslâm’ın adaletini uzak diyarlara ulaştırırız.

Başyücelik Modeli Nedir?

İnsan yakınlarıyla, eşya da benzerleriyle mukayese edilerek tanınıyor. Başyücelik Modeli, dünyadaki mevcut sistemlerin kötü taraflarını dışta bırakmış, iyi taraflarını almış ve orijinal bir şekilde terkib olunmuş müşahhas bir reçete halinde sunulmuştur. İç planda, günümüz meclislerine benzer Yüceler Kurultayı ile seçkin, erdemli, çilekeş insanlardan terkib edilmiş iken; dış planda ise, Başyüce eliyle müşahhaslaşmıştır. Üstad’ın şifre ifadesiyle << “Yüceler Kurultayı” vicdan; ve “Başyüce” irade…>>dir.

Başyücelik Modeli’nde rejim ve hükümet organlarının birbirine rakip olması ve çatışması söz konusu olmaz. Birbirini denetleyen ve destekleyen iç ve dış, zâhir ve bâtın uyumu geçerlidir. Allah’a kulluk bilinci olmayan yerde özgürlük değil, kula kulluğun kuyrukçuluğu kaçınılmaz olarak kendini göstermektedir. Birbirilerini tekzip ede ede giden Batı sistemlerinden birbirlerine zıt birçok fikir ve siyaset adamı sayabiliriz: J. Bentham, K. Marks, Hobbes, vs.

Fakat bizim modelimiz, Allah’a kul olma şuuruyla birbiriyle ilişkilerini yürüten topluluk ve bunun devlet ve hükümet şekli olduğu için kuvvetler çatışması söz konusu olmaz.

Başyüce ve Yüceler Kurultayı

“Başyüce”, yürütmenin başıdır, yargı onun adına iş görür. Yasama ise “Yüceler Kurultayı”nın görevi. Hükümet, evvela “Başyüce”ye, sonra o yoldan Yüceler Kurultayı’na karşı mesul olarak, Başyüce tarafından ve Yüceler Kurultayı kadrosu dışından teşkil edilir. Başyüce ise Yüceler Kurultayı içinden seçilir. Yüceler Kurultayı’nın itimatsızlık reyini alan hükümet derhal düşer. Yüceler Kurultayı’nın yüzde 75’lik çoğunluğu ancak Başyüce’yi devirebilir. Başyüce’nin ise Yüceler Kurultayı’nı doğrudan doğruya feshetme hakkı yoktur. Yüceler Kurultayı’nda bütün bir kadroyu kuşatmaya başlayan bir fesad tehlikesi görürse, derhal milletten kendisiyle Yüceler Kurultayı arasında hakem kararı isteyebilir. Bunu da ancak Yüceler Kurultayı’ndan yüzde 40 destek alarak yapabilir. Görüldüğü üzere birbiriyle çatışma esaslı değil, ancak istenmeyen durumlar için ve istisna tarzında feshetme yetkisi konmuş. Kafa ve gönül birlikteliği olmadığı, bir ideolocya etrafında halkalanılmadığı için birbirleriyle çatışan organlar haline gelen sistemlerle bizim bahsettiğimiz sistemin farkını anlamak lazım.

Halkı emanet gören ve “Hâkimiyet Hakk’ındır!” düsturunu taşıyan bir rejimle, halkı nasıl güderim hesabı yapan ve bunu da “hâkimiyet milletindir!” yaftasıyla taşıyan bir rejim arasında taban tabana fark vardır. Mevcut rejime şartlanmış ve onun şuur süzgeciyle düşünenler Başyücelik Modeli’ni anlamazlar.

Her iki tarafa da tarassut eden, hem ferdin hem cemiyetin hakkını koruyan, ruh ve maddeyi bir arada ahenkli yürüten, beyin ve kalbiyle insanı bütün olarak gören, “zül cenaheyn-iki taraflı” olarak hem dünya hem ahirete ait olan, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti eserinin iç kapağına konmuş figürdeki gibi, çift başlı Selçuklu kartalı misali dünyaya adalet pençelerini geçirmiş-geçirecek olan Başyücelik Devlet modeli, çağımızın hastalıklarına ve açmazlarına karşı yegâne kurtarıcı “Yeni Dünya Düzeni” teklifidir. İdealizmin ne demek olduğunu kaskatı bir vakıa olarak meydan yerine dikendir, Büyük İslâm İnkılâbı’nda gözü olarak…

Başyücelik Modeli, Türk’ün de, Kürt’ün de, Arab’ın da, Çerkez’in de vb. yeniden doğuşudur. Birbirleriyle didişmeyi bırakıp emperyalizmin boğazına yumruk gibi saplanmanın yolu, yordamı, siyaset ve manivelasıdır. Her kavmin hakkını veren kavimler üstü anlayış mihrakıdır.

Başyüce’de tecelli eden şahsiyet, mihrak şahsiyettir. Başyücelik modelini yürütecek olanlar, ona inanan ve nefsiyle zuhur etmeyen şahsiyet sahipleridir. Bu özellikleri taşımayanlar elinde bu model olsa bile işe yaramaz. Bundan dolayı söz konusu modelde insan vasfı başa alınmıştır.

Yüceler Kurultayı ilk önce Kurucu Meclis tarafından oluşturulurken, daha sonra Yüceler Kurultayı millet ileri gelenlerine “namzet”lik ünvanı verir ve boş olan kadrolar bu liyakati taşıyan seçkin çilekeşlerle yenilenir. Giren ve çıkan azaları da Başyüce onaylar.

İslâm’da İdare Modeli

Allah Resûlü, halife seçimini hepsi ümmetin ileri gelenleri olan sahabîlere bırakmıştır. Seçkin sahabîler topluluğu tarafından hemen seçilen Hazreti Ebubekir ise vefatına yakın Hazreti Ömer’i nasbetmiş-tayin etmiştir. Hazreti Ömer ise ümmetin en seçkinlerinden olan ve isimlerini belirlediği bir heyet içinden halifenin seçilmesini istemiştir. Bu heyetin seçtiği Hazreti Osman hilafete şehadetle veda ederken, ümmetin ileri gelenlerinin ortak iradesiyle Hazreti Ali hilafete geçmiştir. Ondan sonra Raşid Halifeler dönemi bitiyor ve saltanat dönemlerini görüyoruz. Emevîler, Abbasîler, Selçuklular, Osmanlılar. Adaletli sultanlara bir şey denemez. Hele hele Osmangazi’den Kanunî’ye kadar hepsi adalet timsali padişahların babadan oğula geçmesine ne denebilir? Ayrıca o çağların geçerli sistemi saltanat iken. Burada “İslâm’da idare şekli, yoktur, idare ruhu vardır.” ölçüsünü de hatırlatalım ve tecelli eden idarenin niteliğinin önemli olduğunu belirtelim. Bu açıdan her model denenebilir, yeter ki inanılan ideolocyayı ve nizamı tesis etsin, hakkı ve insanı yaşatsın. Çağımızda sistem çapında İslâmî düşünceyi temellendiren mütefekkir Necip Fazıl tarafından, en ileri toplum olan sahabîler devrine en yakın bir devlet modeli olarak Başyücelik Modeli çizilmiştir.

Devletler; ahalisine nazaran mütecanis, gayri mütecanis; kuruluşlarına göre üniter, federal, konfederal; hükümranlıklarına göre bağımsız-yarı bağımsız; iktidarın kaynağı bakımından monarşik (mutlak-meşruti), cumhuriyet (aristokratik-demokratik) şekillere ayrılır. Başyücelik Modeli kendine özgü bir şekil vazeder ve sivil mefhumuna bağlı medeniyet asrını dikkate alırken, Yüceler Kurultayı ile işin ruhunu pırıldatmayı her zaman ön planda tutar.

Başyücelik sisteminin temelinde “aydınlar aristokrasisi” vardır. Günümüzdeki aydınlar soyundan değil, belli bir zümre ve sınıf imtiyazı hiç değil; bizim sistemimizde bahsedilen, örnek şahsiyet kadrosudur. Bu kadronun ismi de, gerçek ve üstün aydınlar sınıfıdır. İmam-ı Gazâlî ile keleş bir çobanın oyunu bir tutan seçim sistemi ve bunun partileriyle Başyücelik sisteminin ilgisi olamaz.

Başyücelik Devleti’nde Seçim

“Bizde seçim sistemi var mı, varsa nasıldır?” sualini cevaplayalım. Yüceler Kurultayı için istisnai durumlar haricinde seçim mümkün değilken, Kurultay namzetleri açısından seçim usulüne başvurulabilir. Yüceler Kurultayı namzetleri için yapılacak seçim de, siyasî bir mahiyet taşımayacak, o makamlara lâyık çok miktardaki adayı önceden belirlenmiş sayıya indirme işini millet eliyle yapmak şeklinde cereyan edecektir. Günümüzde olduğu gibi, halkın medya ve propaganda araçlarıyla aldatılmasına, güç odaklarının yönlendirmesine müsaade edilmeyecektir. Esasen hak ve hakikate göre yönetim olacak; Üstad’ın tabiriyle “binbir başlı mahlûk” olan halkın ayranını kabartmaya müsait kuru kalabalıkların reyiyle hakikat ölçülmeyecektir. Her işte olduğu gibi, seçim mevzuunda da denge gözetiliyor, çünkü adalet eşyayı ait olduğu yere koymaktır.

Demokrasi, hürriyet, evrensel ilkeler gibi çağımızda popüler olan kavramlar Batılı hâkim iktidarların süslü araçları olmuştur. Demokratik rejim ihracı, emperyalizmin siyasî manivelasıdır ve söz konusu süslü kelimelerle yapılmaktadır; en son Irak’a demokrasi götürmelerinde gördüğümüz fecaat gibi. Demokrasi, partiler ve seçimlerle Batılı model sömürge ülkelerinde uygulanır. Onlar için mühim olan Batıya bağımlılıktır. Şunu da belirtelim ki demokrasi gelişmiş ülkeler rejimidir ve ekonomik seviye aranır. Bizim gibi ülkelerde yürümüyor ve yürümez de…

Bizler fert sultanlığına karşı olurken başıboş hükümranlığa da karşıyız. Bizim sistemimizde de seçim vardır, fakat amaç ve işlevi farklıdır. Hakikat, sayı hesabıyla ölçülmez ve hiçbir selim akıl sahibi bunu kabul etmez, halk da kabul etmez. “Halk halk” diyerek kendi emellerini güdenler ve bunu demokrasi kılıfı altında yapan yahut halkın iradesi istemediği yönde tecelli edince de darbe rejimlerine sığınanları bilmekteyiz. En son Mısır’da darbeci Sisi’yi destekleyen Batı ve bizdeki Batı yandaşları buna misaldir.

Halk Divanı (Halk Şûrası)

Milletin hesap sorma ve tercihini belirtme teşkilatı olarak Başyücelik Modeli’ndeki “Halk Divanı” üzerinde duralım. Bütün başvuru yollarını tüketmek ve davasını delillendirmek şartıyla herkesin iddiasını edep sınırları içinde ortaya atacağı Halk Divanları, bölgesel çapta ele alınabilir. Bu divanlarda halkın sorunlarını dile getirebilme hakkı, aday olacak ferdlerin arasından siyasî manipülasyonlara en uzak bir seçim sistemiyle (yani, siyasi partiler olmadığından sadece ferdlerin aday olabileceği, birbiriyle koordineli adayların adaylıklarının iptal edileceği, en çok oyu alan adayın seçildiği, oy veren herkesin adaylarını şahsen tanıdığı ve 50-60 bin seçmenin bulunduğu seçim bölgeleri sistemiyle) belirlenecek makul (mesela 1000) miktarda kişiye tevdi edilebilir. Bunlar aynı zamanda, aralarından Yüceler Kurultayı’na da namzet yetiştirecek, halkın nabzını tutacak, siyasî ve sosyal faaliyetlerde öncülük edecek kimselerdir. “Halk Divanı” tavsiye niteliğindeki kararlarını, yürütme ve yasama organlarına iletecek tabandan gelen bir sestir ve seçimle münasebeti tabiatına uygundur. Böylece faal ve dertli insanların da görüleceği, insan tanıma ve yetiştirme ocaklarıdır. Başyücelik Sarayı’nda da yapılacak ve “Düzenleme Vekaleti”nin takiple mükellef olduğu Halk Divanları, toplumun ve çağın ihtiyaçlarına göre dizayn edilebilir. Her bir ferdin, Başyüce’nin evinde kaç kap yemek yendiğini sormaya dahi hakkı vardır. En büyükle en küçüğün adeta namaz saflarında bir hizada olduğu gibi bir potada eridiği bir meşveret ve paylaşma meclisidir Halk Divanları. Tüm devlet organlarında bu anlayış câridir ve Allah ve Resûlü’nün emirleri gereği halka tepeden bakılmaz.

Halk siyasetten uzak tutulamaz. Başyücelik Devlet modelinde önerilen ve her sene toplanacak olan “Halk Divanı” halkın yönetime katılmasının ve seçim tercihlerinin canlı misalleridir. “Millet emrinde meclis, meclis emrinde hükümet, hükümet emrinde icra” şeklindeki devlet piramidinin hayata geçirileceği, halka dalkavukluk değil, “halka hizmet hakka hizmettir” şuurunun parıldayacağı bir modeldir Başyücelik…

Başyücelik ve Hürriyetler

Hürriyetler bahsini irdeleyelim. Şunu hemen belirtelim ki, geçmişteki ve bugünkü anlamıyla demokrasinin hürriyetlerin kalesi olduğu modern zamanların en büyük yalanlarındandır. Demokratik rejimlerin “demokratlıkları”, hâkim sınıfların menfaatleri en ufak tehdit altında olduğunda medya desteğiyle gizlenmiş despotizme dönüşüverir ve bu rejimlerin yüzlerindeki maskeler bir anda düşer. Demokrasi rejimleri, sistemlerine alternatif olacak partilerin iktidara gelmelerini açık ve çoğunlukla da gizli yasaklarla engellerken, demokrasi dışı rejimlerin bunu alenen yapması çok daha dürüstçedir. Şu soru “Başyücelik Devleti” eserinde demokratik rejimlere soruluyor: “Sizin bizi yasaklamanız ile bizim sizi yasaklamamız arasındaki fark nedir?”

Hastanede doktorlar hâkimiyetine nasıl itiraz etmiyorsak, en üstün ruh ve idrak kahramanlarının emir ve iradesine teslim olmaktan çekinmemeliyiz. İşin ehline verildiği ve idarecileri dahi hukukun altında olduğu bir sistemden bahsediyoruz. Meselâ, sokağa tükürmek suçsa, bir hükümet reisi ile bir çöpçüye aynı ceza kesilir.

Başyücelik Modeli, ne mutlakiyet, ne cumhuriyet, ne de oligarşi (tek parti diktatoryası) devlet şekli. Belki bunların faydalarını almış ve mahzurlarını dışta bırakmış olarak orijinal bir tamamlık ifadesidir. Hasta liberalizm, batıl komünizm, sakat faşizm ve daha ne varsa aradığı cennet hayalinin hakikati bu modeldedir. Başyücelik Sistemi, misilsiz bir ilerilik ve yenilik getiricidir; cumhuriyet şeklinin de en ilerisidir.

Başyücelik ve Başkanlık

Şunu hususen belirtelim ki, bugün başkanlık sistemi ile tartışılan ve teklif edilen, yine Batı sistemi içinden bir başkanlıktır. Türk tipi olsun deniyor ama teklif edilen sadece şekli değişim; bunun bizce kültürel, ideolojik ve ahlâkî alt yapısı ortaya konulmuyor. Hâlbuki Başyücelik modeli tam olarak başkanlık veya parlamenter sisteme benzemediği gibi (Başyüce, Yüceler Kurultayınca seçiliyor fakat icrada Başyüce’nin kat’i hâkimiyeti var), kök-ideolocyaya bağlı hakkın temsilcilerinin sistem ahengini arz eder. İslâm dışı yollar bütün tıkanmışlıklarına rağmen bir teklif ve çerçeve çiziyor, Başyücelik Modeli de bir teklif ve çerçeve çiziyor. Kimse bize sınırlama getiriyorsunuz, diyemez. Mühim olan, hakikat nerede ise onun etrafında halkalanmaktır ve değişim hususunda devrimci-inkılapçı olmak zaruridir. Hakikat İslâm’dadır ve İslâm dışı rejimlerin nihayetinde varacağı yer burasıdır. Zaten bizde ve dünyadaki rejim bunalımları da buna işaret etmektedir.

Şunu da özellikle ilave edelim ki, kuru kuru İslâm demek hâl çaresi olmuyor. Çağın meselelerinin İslâm’a nisbetle çözülüp sistemli bir şekilde ortaya konması gerekiyor. Hakkını teslim etmek sadedinde söyleyelim ki, İslâmî temsil davasında sistem çapında ortaya konmuş, fikir ve aksiyonu bir arada ve bunu yepyeni diyalektiğiyle yürütmüş Büyük Doğu-İbda muhatap anlayışından başka dünyada bir örnek yoktur. Bugün İslâm dünyasında bir ideolocya manzumesi halinde çerçevelenmiş, “Başyücelik Devlet” şeklinin dışında da bir model yoktur.

Başyücelik’te Kamu Hürriyetleri

Kamu hürriyetleri bahsi… Hürriyetleri düzenleme yetkisinin “Teşrî-yasama” organına bırakılması ve hürriyetlerin ancak kanunla düzenlenmesi… Demokrasilerde çoğunluğun kamu hürriyetlerini ezecek bir baskı rejimi kurması yanında, böyle bir demokrasiden çok daha “hürriyetçi monarşilerin” bulunduğu hatırlanmalı. Biz bu le yönetenler-yönetilenler farkı üzerinde duracağız. Şüphesiz her rejimde işin tabiatı gereği yönetenler sınıfı olur. Mühim olan bunun nasıl oluştuğu ve iktidarı nasıl kullandığı, hüküm sürerken tâbi olduğu kuralların ne olduğudur. Bir rejimde yönetici sınıfına girmek ne derece zordur, herkese açık mıdır? Yönetici azınlığın elde ettiği imtiyazlar nelerdir? Bizim modelimizde üstün çilekeşlere yönetim hakkı ayrımsız açıkken, dünyalık ve nüfuz elde etme yolları önce ruhî, sonra fiziki tedbirlerle kapalıdır. Ahaliyle paylaşım esastır. Osmanlı’daki vakıf ve benzeri müesseseler buna misaldir.

İktidarının Meşruiyetini İzah Edebilmesi Açısından Başyücelik

İktidarın kaynağının meşrû ve tutarlı bir şekilde gösterilememesi, beşeri sistemlerin temel zaafıdır. İlk düğme yanlış iliklenince gerisi de yanlış iliklenir hesabı sistemler birbirini tekzip ede ede gitmektedir. Gücü ele geçirenlerin hükümranlığı sürmektedir. “Hâkimiyet kimin içindir?” sorusuna da tutarlı bir dünya görüşü içinden, “nasıl” ve “niçin”i ile cevap verilmiş Başyücelik sisteminde. Üretim araçları halkın çıkarına göre kontrol edilirken, sermayenin belirli ellerde temerküz etmesine devlet politikası olarak mâni olunmuş, bölüşümdeki farklar ortadan kalkmış (tarihte bunun örnekleri çoktur) ve denge gözetilmiş, tüketim pompalanmazken zaruri ihtiyaçlar garantiye alınmıştır. Ne ferdin hakkı yenmiş, ne de toplumun…

İslâm’ın “Şûra” ölçüsüne sımsıkı bağlıdır Başyücelik Modeli… Şûra vasıtasıyla devletin işlerini yürütmek ve şûrayı en gerçek millet temsilciliği mevkiinde görmek. Milletin en yetkin ve seçkin fertlerinden oluşan şûra… İstişare ehliyle yapılır. Ehliyet, hem seçme şeklinde olur; hem nasbetme tayin hususunda olur. Hz. Ebubekir’in hilafete seçilmesi hususunda şöyle bir ayrım yapılır “Başyücelik Devleti” eserinde: İmam olmaya ehliyeti bulunan ve bunun şartlarını taşıyanlar, diğer yanda imamı seçme şartlarını taşıyanlar ve gerisi bu iki grubun dışında kalanlardır.

İslâm’da itaati emredilen “ulülemr”, büyük içtimaî irade ve icrâ makamıdır. Nefse itaat değil, Başyüce’nin temsil ettiği iman ve hakikat kutbuna itaat söz konusudur. Abdülhamid Han ve birçok sultanda tablolaştığını gördüğümüz, temsil ettiği İslâm davasının altında önce kendisi ezilecek ve ondan sonra emirlik-yöneticilik yapacak insanlardan bahsediyoruz.

“Ben kimim?”, “beni çevreleyen kâinat nedir?” İnsan şuurunun sınırlılığı mevzuu… Mutlak Fikir zarureti ve dünya görüşü meselesi. İktidarın kaynağını meşrû olarak izah edemeyen ve Allah’a kulluk edemeyenler ancak birbirine kulluk veya zorbalık ederler… Başyücelik kadrolarını şu an gösterememek, olamayacakları anlamına gelmediği gibi İslâm’ın altın çağlarındaki sosyal ve siyasî ahenk, günümüz bunalımlarına da ışık tutar niteliktedir. Osmanlı, Ortadoğu’yu 400 sene adaletle nasıl yönetti? Bugünkü durum İslâm’dan uzak olmanın hazin sonucudur ve esasen Batı’nın da istediği budur, İsrail’in de güvenliği buna bağlıdır.

İslâm’a Muhatap Anlayışın Tatbik Fikri’ni idrak edemediğimiz için demokrasi laflarına sığınıyoruz. “Hâkimiyet Hakkındır!” düsturuna bağlı ve “hürriyet, hakikate esaretten sonra hürriyettir!” anlayışını taşıyan İslâm tarihindeki sultanlar, İslâm dışı sistemlerin kralları ile aynı mânâda görülemeyeceği gibi, Başyücelik modeli de günümüzün cumhuriyet ve demokrasi nitelemelerine uymaz. “İnsan kimdir?” ayrımında mesele farklılaşır; materyalizm ve idealizm zıtlığı ve Allah ile Resûlü’nün öğrettiği, gösterdiği, bildirdiğine bağlanmak zarureti kendini gösterir. Selim aklın gideceği yol budur.

İstanbul Üniversitesi’nden bir Roma tarihi hocası söylüyor: “(Roma’da) krallıktan cumhuriyete geçildikten sonra karışıklık dönemleri başlamış ve çok kan dökülmüştür. Krallık cumhuriyetten çok daha iyi idi.” Krallık veya padişahlık gelsin diyen yok; “demokrasi ve cumhuriyet ne olursa olsun en iyi rejimdir” diyenlere verilebilecek güzel bir örnektir bu mukayese.

Başyücelik’te İcra ve Denetleme

Yürütmenin başı Başyüce olduğu için hızlı karar alınıp hemen icraya geçilir. Yürütmede tüm yetkiler Başyüce’de toplandığından, Yüceler Kurultayı’nın murakabe ve hakikati müdafaasına hedeftir. Başyüce, Yüceler Kurultayını her defa giren çıkan azasıyla tasdik ederken ve Yüceler Kurultayı’nın ruhunu millet adına ona karşı murakabe ve müdafaa ederken hükmü Yüceler Kurultayı’na bırakacaktır. İki önemli organ hakkında şöyle benzetme yapılıyor Başyücelik Devleti eserinde: “Kendisi ve kendisini murakabe eden yine kendisi olarak, bir insanda iki cephe veya iki cephede bir insan…”

Batı ve ABD hegemonyasının olduğu dünyada demokratik rejimler sömürgeleştirme aracı olarak ihraç edilmektedir. Dünyada had safhada gelir eşitsizliği var. Dünya nüfusunun yüzde 1’i, yüzde 99’unun gelirine sahib... Çoğulculuktan, katılımcı demokrasiden dem vuruluyor ama ortada büyük eşitsizlikler ve haksızlıklar câri… Acımasız dev şirketlerin tasallutunun adı, serbest piyasa ekonomisi olmuş ve hürriyetler de gücü elinde bulunduranlara yarıyor. Hukuk falan hak getire... Orman kanunu ve altta kalanın canı çıksın anlayışı yürürlükte… Böyle bir ortamda yepyeni bir sistemle zuhur etmeliyiz. Sömürgeci zihniyete ve yeni diye takdim edilen liberalizme de dikkat ederek. Bunun için Batı sisteminin topyekûn eleştirisi yapılmalı. BD-İBDA İslâm’a Muhatap Anlayışı’nın esasta yaptığı da budur. Batının ve Doğunun muhasebesi, mevcut emperyal sistemin eleştirisi ve bizim teklifimizin tutarlı bir sistem içinde sunuluşu… Başyücelik Modeli bütün bir tarih ve hal muhasebesi yapmak suretiyle, istikbale ışık tutucu bir fikirler manzumesi, bir çözüm reçetesi olarak bizlere sunulmaktadır. Yaşanmaya değer hayat için…

***

Eserler boyu incelenmesi ve açılıma kavuşturulması gereken Başyücelik sistemini ana hatlarıyla ve şuur seviyemize göre tahlil etmeye çalıştık. Öncelikle, burnundan halkalı köleler gibi Batı normlarıyla düşünmekten ve bu normların içinde kalarak eleştiri yapmaktan kurtulmalıyız. Bu da yeni bir dünya görüşünün cümle kapısı demek... Başyücelik modeli, ancak böyle doğru anlaşılabilir ve anlatılabilir.

BD-İBDA dünya görüşü, İslâmcı mücadelenin vazgeçilmezi olarak ona ivme kazandıran, dışımızdakileri de sistemli eleştiriye tâbi tutan, tek bir fertten başlamak üzere tüm insanlığa sunacak fikir haysiyeti taşıyan, çağımızın ideolocyası olarak, bu memleketten çıkmış tek orjinal fikirdir.

Baran Dergisi 472. Sayı