Bağışlanmış insan bedenleriyle yapılmış “Orijinal Vücut Dünyası Sergisi” (Body Worlds) Karaköy’de İstanbul Modern’in yanında Haziran- Aralık 2010 tarihlerinde sergilenmeye devam ediyor. Serginin diğer adı Yaşam Döngüsü.
Dört haftalık orijinal embriyodan başlamak üzere insanın ölüm anına kadar tamamen bağışlanmış canlı uzuvlarından oluşan sergide insanın vücut dünyasına doğru alışılmamış ve enteresan bir seyahat yapıyorsunuz. İnsan etleri, kasları, kemikleri plastinasyon tekniğiyle adeta bir resim gibi tamamen orijinaline uygun dizayn ediliyor. İnsan bedeninin formunu, güzelliğini, işlevini ve potansiyelini sergiliyorlar. Kadavradan sanat eseri meydana getiriyorlar. Bazısı cam bölmeye bile alınmamış etler, kaslar vs. kokmuyor, bozulmuyor, orijinalinin özelliklerini koruyor. Ölmeden önce vücudunu bağışlayanlar da videodan gösteriliyor. Biz ramazanda bu sergiyi ziyarete gittik ruh halimiz değişti ve iftarı yaparken gözümüzün önüne getirmemeye çalıştık.
Sürekli evrilmekte olan çalışmalarıyla ünlü bilim adamı ve bedenin bozulmadan korunabilme yöntemi olan plastinasyonun mucidi olan DR. Gunther Van Hagens bu işin mucidi. Dr. Angelina Whalley, serginin kavramsal planlayıcısı ve tasarımcısıdır.
Şu ana kadar dünya üzerinde 30 milyonu aşkın kişi bu sergileri ziyaret etmiş. Maddenin ve insan vücudunun kutsandığı çağımızda insan vücudu merak ediliyor tabiî, ayrıca sergi de çok sıra dışı...
Sergiden izlenimler:
Embriyo ve cenin bölümünde 4 haftadan 8 haftaya kadar 6 canlı örnek teşhir edilmekte, ceninin hayret verici gelişmesi gözler önüne serilmekte.
Yaşam Döngüsü’nde sabit olan tek şey değişimdir, deniyor.
“Bedeniniz ruhunuzun arpıdır. Ondan tatlı bir müzik veya karmaşık sesler çıkarmak sizin elinizdedir.” sözünü Halil Cibran’dan nakletmişler.
Deri adam, havaya kaldırdığı sağ eline bütün derisini almış ve kaslar, kemikler, yağlar vs. ile teşhir ediyor. Önemsenmeyen cildin, en büyük ve en ağır organımız olduğu vurgulanıyor.
İnsan vücudunun derisi çekilince gerçek yüzü ortaya çıkıyor, insan, kan ve irinden et ve kemik torbasından ibaretmiş. Peki “insan” varlığı bu parçalara indirgenebilir mi? Tabiî ki indirgenemez. İnsanoğlunun bu sergiyi yapması bile onun maveraî yönünü gösterir. İnsan, kendisi ve kainat üzerine düşünen ruhî bir varlık. Bedenini aşan bir varlık...
İskelet ve Çocuk ile Kas Adam vücutları, Bir basketbolcunun hareket halindeki tüm kasları, Halka Jimnastikçisi, Balerin, insanın tüm sinir sitemi, insanın kan damarları, insanın iç organları vs. standartlar var. Sergilerde teşhir edilen organlar gerçek insan vücudundan alınma, bağış yapanlardan. Tam bir canlı performans. Kadınlar kaldıramaz diyemeyeceğim çünkü kadın ziyaretçiler epey vardı... İnsandaki merak güdüsü.
Resim yapan birinin sinir sistemi ayrıntılı bir şekilde görülüyor.
Empresyonist ressamlar Claude Monet (1840-1926) ile Edgar Degos (1834-1917), göz hastalıkları ve görme bozukluklarından muzdarip olmakla birlikte resim yapmaya devam etmişler. O bozuk gözle gördükleri şekiller ile yaptıkları harika resimler arasındaki farkı gösteriyorlar sergide..
Kuşlarla Zümrüdüanka standında, diz çökmüş bir insan bedeninin havaya kalkmış ellerindeki iki kuşla, geleceğe taşıdığı ümitleri sembolize ediyor, madde (beden) ağırlıklı sergide.
“Bedenin gözü görmez oldukça, ruhun gözü daha iyi görür” diyor Plato, duvardaki bir Budist eşliğinde. İnsan vücudunun giriftliği ve sırrîlığm- dan îslâma varmaları gerekirken Bu- distliğe varmak? İmamı Gazalinin, “Vücut bilimini bilen Allaha daha iyi ibadet eder” sözü malumken. Batı için, “İslâm olmasın da ne olursa olsun!” ölçüsü geçerli; bu hususta Batı son derece hilekardır, kulağı tersten de gösterir, önüne gelen hakikati bırakıp hiçlik yollarında felsefe de yapar.
Sergide sürprizler de var. “Binicisi Üzerinde Şaha Kalkan At” bölümünde, bire bir ölçüleriyle aynı olan kocaman bir at vücudu ve üzerinde iki insan vücudu karşımıza çıkıyor. Güzel hayvan atı, bütün kas, kemik ve iç organlarıyla teşhir etmişler; binicisi iki süvari ile. Burada şöyle denmiş: “İnsan ve at, şekil, pozisyon ve organların ve kaslarının misroko- pik yapılarında çok benzer anatomik bir düzeni paylaşırlar. Ama orantısal olarak önemli farklılıklar var.
(...) Memelilerde daha küçükler az yaşar ama insan istisna.
İstisna varlık insan ete kemiğe in- dilemez tabiî. Fakat etinde ve kemiğinde de derinleşmek ve hikmet aramak gerekiyor. Batının plastisite anlayışını gösteren bu sergiyi bu açıdan görmek lazım. Maddede ne kadar derinleşirse o kadar mânâ çıkar ortaya.
Müslümanm, eşya ve hadiseleri teşhir için halife olarak yaratılması bunu gerektiriyor; seyretmek değil, derinleşmeyi icap ettiriyor.
At vücudunun şokunu atlatama- mışken bu sefer 6-7 metrelik bir zürafa vücuduyla karşılıyoruz. Zürafanın kafasını görmek için başımızı epey kaldırmak zorunda kalıyoruz ve zürafanın bize dil çıkardığını fark ediyoruz.
İnsanın ölüm anındaki vücudunu, iskeleti ve kas yapısını görüyoruz ve bu kadar şeyler yapan insan “ölmemeli” diye düşünüyoruz. İnsan boş bir varlık değil, yok olup gidecek bir varlık değil, insanda zamanüstü, madde üstü bir yön olduğu kesin.
İnsanın ölüm anındaki vücudu sergisinde, bu dünyanın bir ötesi var hissi uyanıyor içimizde. İnsanın solucan olmadığı hissi uyanıyor içimizde.
İnsan vücudunun acımasızca sergilendiği bir sergide, insan vücudunun yapısı bile öte aleme işaret, diyoruz. İnsanın bu mükemmel vücut yapısı, bir yaratıcıya ve ötelere işaret diyoruz. Ölümü canlandırdıkları bölümde, her şey maddî olarak anlatılıyor ama bütün bunlardan yani ölümün fiziksel şekillerinden bile insandaki metafizik olguyu hissetmek mümkün. Bu kadar mükemmel vücut niye ve bu mükemmel vücut gayesiz mi? diye insan sormadan edemiyor. İnsan organlarının yaralanma vs. durumunda birbirinin yardımına koşması ve bağışıklık sisteminin mükemmelliği niye?
İnsanın ölümü bile bir mükemmeliyet ve düzen içinde. Önce kalp atışları duruyor, beyin etkileniyor, oksijen kesiliyor, hücreler ölmeye başlıyor, beyinde yavaşlama, karaciğer ve akciğer ölümü, kılcal damarlar çekiliyor, renkler değişiyor. Bütün bunlar bile bir düzen içinde oluyor.
Aylık Dergisi 72. Sayı
Eylül 2010