Bir fikrin gücü karşı fikre sirayeti ve onu dönüştürme kabiliyetiyle ölçülür. Bu da önce mensuplarını değiştirme ve dönüştürme ile olur. İnandığı fikrin heyecanını duyan ve onun zevkiyle iş yapanların oluş ve fetih hakkı... Kendini aşmanın ve müteal-aşkın bir davaya bağlanmanın üstünlüğü ile hayatın anlam kazanması. Hiçbir şeye bağlanmamayı öğütleyen modernizmin sürü anlayışının aksine insan ancak hürriyetini üstün bir fikre bağlanmakta bulur. S. Mirzabeyoğlu’nun “Damlaya Damlaya” eserinden bağlanmakla hürriyetin ilişkisi: “İnsan, bağlanmak için hürdür, hür olmak için bağlandığı zaman hürdür.”
Evlerimize kadar girmiş olan Batıcı hayat tarzına karşı Müslümanların alternatif ve üstün konumda olması gerekiyor. Bâtıl ve çirkin olanı geriletmek, hak ve güzel olanı cazip kılmak için. Tabiî önce biz bu donanımda olmalıyız. Zira kimse kendisinde olmayanı bir başkasına veremez.
Müslümanların Batıcı ve laikleri dönüştüreceği yerde birçok konuda kendilerinin savunmada kaldığını veya İslâm anlayışının bozulduğunu esefle görmekteyiz. Ilımlı İslâm, diyalogculuk, mezhebsizlik, sekülerizm gibi… Muhakkak ki Batıcılık üzerine kurulan Cumhuriyet rejiminin bunda payı pek büyük... Fakat bu ülkenin gerçek sahipleri Müslümanlar olduğu gibi, İslâm âleminin de ümitleriyiz. 15 Temmuz’da Müslüman Anadolu destansı direnişi ile bu ümit tekrar yeşermiştir. Fakat sistem çapında zuhur etmeliyiz. Fikrimizin sirayet gücünü estetik plan başta olmak üzere her sahada göstermeliyiz. Müslümanın insanlığa mesajı vardır; asil davaya da mahkûm tavır yakışmaz. İslâm inkılâbının manivelası olarak, “davanın aşkını, vecdini, estetiğini, diyalektiğini dost ve düşman kutuplarını işaretlendiren, hedeflendiren, istikametlendiren” Büyük Doğu İdeolocyası örgüleştirilmiştir. Yani kurtarıcı reçetemiz hazır, bunu uygulamak bizlere düşmektedir.
Öncelikle Batıcı materyalist anlayıştan kurtulmalıyız. Mutlak Fikir’den hareketle sistemimizi bulmalıyız ve bu sistem etrafında halkalanmalıyız. Batının sistemine karşı her sahayı dolduracak içtimaî sistemimiz kuşanılmalı. Sofuluğa karşı değiliz ama sofulukla olacak iş değil bu. “Arapça öğrenin!” demeyle de olacak iş değil.
Batı kafasındaki sosyologlar, bilim insanları, tahliller yapıyor, insan ve toplumu çıkar ilişkisine göre değerlendiriyorlar. Hâlbuki 15 Temmuz’da villası ve büyük şirketleri olanlardan ziyade evi kira olanlar sokağa çıktı. Lüks arabalardan ziyade halk tipi arabalar tankların önüne sürüldü. İnsan ilişkilerini maddî ölçülere göre izah eden bütün Batı ilimleri iflas etti 15 Temmuz gecesinde. Aslında Batı’ya ve kapitalist sisteme büyük bir tepki var idi. Bizim insanımız lokmasını paylaşmayı sever, ama mevcut sistem maişet kaygısında, faiz-kredi sarmalında halkı köleleştiriyor. İnsan için zarurî olan bütün ekonomik ilişkiler kapitalist sisteme göre dizayn ediliyor. İnsanlar maddî ihtiyaçlarını da görmek zorundadır. Bundan istifade ediliyor. Müslümanlar kapitalist ölçüler içinde köleleştirmeye mecbur bırakılıyor. Buna da isyan etmek zorundayız.
“Bir milletin maneviyatı ne kadar zengin ve kuvvetliyse, onun yaşama hakkı ve kabiliyeti de o derecede müeyyideli olur. Millî maneviyatı doğuran başlıca varlık, din ve onun tahassüs ve tefekkür aynası olan dildir.” Bu satırları, Büyük Doğu’lardan bize işleyerek gösteren İBDA Mimarı’nın “Damlaya Damlaya” eserinden işaretledikten sonra İslâm’a muhatap anlayış davasının milletimizin birlik ve beraberliği için zaruretini hatırlatalım. Doğru Yol-Kurtuluş Yolu anlayışı olmadığı zaman FETÖ’nün “ılımlı İslâm” sapkınlığından, Afganî-Abduh’un mezhebsizlik ve diyalog sapkınlığına kadar bocalama devam eder. Esasen Ak Parti kadrolarında yaygın olan da bu anlayıştır. Tayyip Erdoğan şimdi hatasını kabul ediyor ama sahih İslâm anlayışını temsil etmediği açık. FETÖ’cüler hakkında yıllar önce onu uyaranlara kulak asmamış idi. Cesareti var, ama önemli bir liderlik vasfı olan feraseti eksik; dostu düşmanı tanıma eksik. “Bir zalimle yürüyene, Allah o zalimi musallat eder” mealindeki Hadisin ihtarına çarpıldık. Başta Ak Parti olmak üzere millet olarak da koynumuzdaki yılanın ihanetini gördük. Fakat Allah 15 Temmuz’da bu milletin yüzüne güldü. Şunu da ilave edelim ki, FETÖ’den en büyük ihaneti gören Tayyip Erdoğan, onlarla en iyi mücadele edecek olandır. Siyaseten bu böyle, itikadî açıdan ise mücadele edip etmeyeceğini göreceğiz. Afganî-Abduh çizgisi de terkedilmeli, Sünnet yoluna girilmeli, sahabîlerin tümü sevilmeli, hadlere riayet edilmeli. Bu milleti millet yapan, kutsal değerlere duyduğu derin sevgidir. Bunun önündeki engeller bir bir kaldırılmalıdır.
“Hainlikten beter ahmaklık”tan bahsetmemiz gerekiyor. Bülent Arınç gibilerden... Abdullah Gül ise 15 Temmuz’a kadar FETÖ İhanet Yapılanması hakkında tek kelime etmemiş biri idi. Bu ne şuursuzluk, bu ne gafillik? Başka kelime kullanmak istemiyorum. 15 Temmuz’da düşman başarılı olsa idi, böyle günah çıkaramayacaklardı. Onun için “15 Temmuz’da bunların ne olduğunu gördüm” diyenlere itibar edilmemeli. Çünkü 15 Temmuz darbesi muvaffak olsa idi, “bir de bunları deneyelim. Zaten Tayyip de bu işi yürütemedi” demeyecekleri ne malûm?
Dilimizi ve düşüncemizi İslâm’ın potasında eritmeliyiz. Duygu ve düşüncelerimizi Mutlak Fikir ve onun Tatbik Fikrine göre döllememiz gerekiyor. Her işimizde ilâhî hududa riayet etmeliyiz. Ölçüler şahıslardan önce gelmeli. İstikamet çizgisi ile şahısları tartmalıyız. Tayyip Erdoğan’ı da takım tutar gibi tutmamalıyız. Biz kişinin ölçülere bağlılığına ve bulunduğu yola bakarız. FETÖ mevzuunda doğru tavır alınıyor ama düşmanı tanımakta geç kalındığı aşikâr. Az kalsın geri dönüşü olmayan bir yola girecektik.
İslâm tek ama bidat yollarından İslâm’ı ayıracak çizgiyi de öğrenmeliyiz. Zaten Ehl-i Sünnet ifadesi mezhep olmaktan ziyade bidat yollardan ayırt edici bir tanımlamadır. İslâm anlayışını bulandırmak isteyenlere karşı ve Sünnete bağlılığa vurgu yapmak mânâsındadır. Onun için “hangi İslâm anlayışı?” sorusu cevaplanmalı. Çünkü düşman, içimizdeki sapkınlar vasıtasıyla doğru İslâm anlayışını bozmaya çalışır. Bilgi edinmek yetmiyor, doğru bilgi ve anlam bütünlüğünü temin eden “İslâm’a muhatap anlayış” gerekiyor. Modern kavramların yapaylığı içinde Allah’ı, insanı ve kâinatı doğru tanıyamayız, yorumlayamayız. Ruhsuz bir biçimcilikten bahsetmiyoruz; kalb-iman gözüne sahip olmalıyız.
Hadlere riayet olmadığı zaman hayâsızlık ve edepsizlik yol bulur; İslâm’ın sır idraki-güzellik idraki kaybolur. Önüne gelen ahkâm kesmeye ve içtihada yeltenir. Günümüzün manzarasında olduğu gibi… İslâm’a muhatap anlayış yenileneceğine, halledilmiş ve çerçevelenmiş fıkhî meseleleri karıştırıp kendini müçtehid sananlara dikkat! Üstad’ın, nefsanî tefsirci ve reformcu dediği tipler, Batı tarzı eğitimin ve laik cumhuriyetin yetiştirmeleridir. İngilizlerin Afganî-Abduh çizgisini desteklemesi boşuna değil... Bizim müçtehid taslakları da Afganî-Abduh hayranıdır. Muhammed Abduh İngilizlere karşı şiddetli yazılarıyla da tanınır; fakat mezhep tanımaz sapkın anlayışından dolayı reformcu yönü İngilizlerin desteğini görmüştür. İngilizler vasıtasıyla Mısır Müftüsü olmuştur. Belgeleriyle beraber Afganî ve Abduh 33. dereceden masondurlar.
Mevlüt Koç gönüldaş Aylık Dergisi’nin Temmuz 2016 sayısında “Hadlere Riayet” yazısında, hâlimizi hadlerin dil ve kavramlarıyla zevke dönüştürmekten bahsederken, bu yolda en büyük mesuliyeti verdiği “siyaset sanatçısı” için şunları söyler:
“Ve siyaset sanatı, sanatların en muhteşemidir. Dolayısıyla siyaset sanatçısı, malzemesine form kazandırırken hem sanatı için ehlinden yardım istemek, hem de sanatıyla insanları arındırmak ve yenilemekle yükümlü olandır. Zira İslâmî estetikte sanat, Hakk’ı âlemin Rabbi olarak bilmeyi gerektirir. Ve güzelin fethinde sadece teorik ve aklî tahliller güçsüzlük ifadesidir. Bu mertebede kalan sanat, sanatçıyı ‘Mutlak Sanatkâr’a ulaştırmaz. Malzemesi insan olan siyaset sanatçısı, bir taraftan ferd-toplum dengesini gözetirken, diğer yandan ideal toplumu kurmaya ve yaşatmaya namzed fertleri; her şeyi derinden duyan, güzeli sonsuz bir hasretle kucaklayan, zevk sahibi, zarafet ve asalet timsâli olacak biçimde yoğurmalıdır. Böylece, kendi formundan farklı bir forma aktarılan ferd; hem eleştirel bir ruha sahib olacak, hem hakikat ve sanattaki hataları berrak bir bakışla süzecek, hem de zihnindeki ritim ve âhenk gücü sayesinde iyi, doğru ve güzeli tanıyıp büyük bir asaletle ruhuna katacaktır.”
Ferd ve toplumun inşâında güdücü olacakların bu vasıfları haiz olması gerekiyor. Fikrin sirayet gücünün tecellisi ancak böyle olur. Batı belasını içimizden defetmek için, tüm İslâm âlemi için… İmam-ı Gazalî Hazretleri bunun için “din ve siyaset ikizdir” diyor.
15 Temmuz’da görüldü ki Ak Parti teşkilâtları halkın gerisinde… Cesaret olarak, feraset olarak, refleks olarak… Hatta 15 Temmuz’da halk Ak Parti teşkilâtlarından önce sokağa fırladı. Hâlbuki teşkilât halkı bilinçlendirir ve organize eder. Ama tersi oldu. İdeali kaybetmek ve mevki-makam peşinde koşmak buna yol açtı. Yapay gençlik teşkilâtlarıyla olmuyor, para dağıtarak da olmuyor. Öyle ki, Ak Parti teşkilatı kendi afişlerini elemanlarına gönüllü astıramıyor, parayla yaptırıyor. Zahmetsiz rahmet olmuyor, çilesiz dava yürümüyor. Tabiî her şeyden önce dava denecek bir ideal, bir dünya görüşü gerek. Teşkilât, parti, dernek vs. buna göre yerini bulacak. Gayeye göre vasıta rolü oynayacak.
Yıllardan sonra ilk defa “millî ordu” konuşuluyor. Düzenlemeler yapılıyor. Diğer darbelerde olduğu gibi 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün arkasında da ABD var. Amerika 28 Şubat’ta Kemalist orduya post-modern darbe yaptırdı. Tutmadığını görünce İslâmî gelişmenin önünü kesmek için Müslüman kılıklı Fetullah’ın hizmet(!) cemaatini devreye soktu. Zaten 90’lardan beri onlara yatırımlarını artırmış idi. Yükselen İslâm’ın önünü Kemalistlerle kesmek zorlaşıyor idi. ABD’nin bu öngörüsü yerinde idi ama bu hesapları bozan bir güç devreye girdi. Şu hususu belirtelim ki Allah’ın lütfu başta olmak üzere bu hesapları her zaman bozan sağlam bir anlayış olarak BD-İBDA başat roldedir.
Şu noktaya temas edelim: Sol ve Kemalistlerdeki yurtsever unsurlarla ittifaklar yapılabilir; bilhassa Amerika karşıtlığı üzerinde birleşmek faydalı ve doğru olandır. Fakat ordunun darbe geleneğini bu çevrelerin desteklediği de unutulmamalı. Onun için millî ordu kurmalı ve ordu siyaset dışı kalmalı. “millet emrinde yumruk” olmalı… “Gaye İttihad” ile ittifak farkı ise unutulmamalı. BARAN’ın geçen sayısında kapakta işlediği mevzu…
Maddede bağımsızlığımızın gerçek olması için mânâda da bağımsız olmalıyız. Eğitim, hukuk, iktisat ve benzeri tüm sahalarda Batıcı zihniyetten kurtulmalıyız. Bu da ancak tüm sahaları sistem çapında yerli ve millî bir anlayışla doldurmakla mümkün olur. Müslümanlık iddiasında bulunanların fikirde, ilimde, sanatta ve hatta teknikte Batı ve öbür küfür milletlerinden geride olması kabul edilemez.
Üstad’ın Büyük Doğu ideolocyası ile birlikte Batı’yı muhasebesi de siyaset yapanlara rehberdir. Ve Avrupa Birliği’nin muhasebesi de dâhil Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti eseri… Bize düşmanlığı her zaman söz konusu olan ve en son Tayyip Erdoğan’ın öldürülememesine üzülen Avrupa kapılarında sürüneceğimize “hâlimiz, yolumuz ve çaremiz”e bakmalıyız.
Kuru kuruya “Batıya karşıyız, Müslümanız!” demekle olmuyor; sadece milliyetçi söylemler de olmuyor. Heyecanını duymadığımız hiçbir işte tekâmül edemeyiz ama kuru heyecan değil, şikâyet veya birbirimizle dertleşmek değil, her şeyi mızmız şekilde eleştirmek hiç değil… “Namazımızı kılalım, orucumuzu tutalım” rahat Müslümanlığı ile de bu işler yürümüyor.
İstikbal kaygısıyla mala mülke gösterdiğimiz meylin çok daha fazlasını gelecek nesle göstermek zorundayız. Çünkü yeni neslimizi yitirirsek her şeyimizi yitirmiş oluruz.
Baran Dergisi 500. Sayı
11.08.2016