15 Temmuz gecesi başlayan darbe ve iç savaş çıkartma teşebbüsü akamete uğrayınca işlerin seyri değişti. Bu kalkışmadaki dahlinden kuşku duyulamayacak ABD, FETÖ ve NATO üst yönetimi istifini bozmuyor gibi yapsa da, avuçlarının içinde zannettikleri Türkiye’nin, Müslüman Anadolu halkının kendi uyduları olmadığının hesabını yapamamakla fenâ çuvalladılar. Batılı ve Batıcı kibrin burnunu havada tutmasına aldanmamak lâzım. Çok bozuldular ama hâlen ellerinde tuttukları günümüzün en mühim silahlarından finans kuvvetleri kibirlerini beslemeye devam ediyor…

Mevzuun iç dinamikler açısından daha çetrefilli bir hâlde olduğunun altını çizmek lâzım. Her ne kadar bugün 15 Temmuz vesilesiyle ittifak rüzgârları esiyor olsa da, binlerce hesaplaşmanın iç içe girdiği memleketimizde bu rüzgârların bir süre sonra dineceğini bilmek lâzım. Darbe kalkışmasına ne destek ne köstek olmayı başaramayan, ittifak ve birlik rüzgârlarıyla Kürt seçmenin de gönlünü Ak Parti’ye kaptıran ve bir köşede kızgın bir boğa gibi bekleyen HDP yönetimi, ABD’nin baldırlarına vurduğu ilk kamçı ile harekete geçecek ve yeniden siyasî arenayı alevlendirecektir… Gözü, darbe teşebbüsüne başlangıçta tepki vermeyip akıbet netleşince yarım ağız kınayan ABD’nin açıklamasında olan, bu yarım ağız kınama ile de tatmin olmayıp tavrını netleştirmek için biraz daha bekleyen, nihayet halkın darbecileri püskürteceği anlaşılınca karşı duran CHP’ye gelince:

Türkiye’deki her darbeyi alkışlamış ve kışkışlamış CHP, milletimizin Fetullah Gülen’e yönelik amansız öfkesi karşısında ister-istemez safını değiştirmek zorunda kaldı. Eğer farklı bir durumu olsaydı şüphesiz bütün öfke seli CHP’nin üzerine kayacak ve bu sert rüzgârlar onları da önüne katacaktı. CHP’nin “bu taraf”a doğru eğilmesi, karar alma mekanizmalarının iyi işlemesinden değil, “başıma bir iş gelir” korkusunun doğurduğu hayatta kalma refleksinden kaynaklanmaktadır. Taksim’deki mitingde hazır kalabalığı bulmuşken oy avcılığı yapayım, Yenikapı’da ise ne idüğü belirsiz maddeler sıralayayım diye çırpınılması tam da CHP zihniyetine yakışır bir atraksiyondu. Tıpkı HDP gibi CHP de ilk fırsatta Washington’a bir vesileyle çağrılıp kulaklarına bir şeyler fısıldanana dek zararsızdır. Ama o gün pek yakındır, biline!

MHP lideri Bahçeli kendisindeki Anadolu insanı hassasiyetini kaybetmediğini net bir biçimde ortaya koydu.

Recep Tayyip Erdoğan bile kendisinin hedef olması sebebiyle bir şekilde darbeye karşı durmak zorundaydı da, Bahçeli, vakit kaybetmeden ve ilk aldığı kararla darbeye karşı durmuş, fikirleri ne olursa olsun bu memleketin bir evladı olduğunu milletimize ispat etmiştir.

Ak Parti’ye gelince… “Ak Parti” dediğimizde fiili olarak olmasa da –aslında fiilen de- Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan bahsetmek gerekir.

Cumhurbaşkanı siyasî liderliğini bu darbe teşebbüsüyle tescilledi ve milletin derin teveccühünü kazandığını dost-düşman herkese gösterdi. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan fark etmiş midir bilmem, daha o çağrı yapmadan insanlar darbeye karşı kendilerini meydanlara atmaya başlamışlardı, elhamdülillah. Daha saat onda, bunun bir darbe olduğu anlaşıldıktan hemen sonra sokağa çıkan insanlarda müthiş bir kararlılık ve direniş azmi vardı; Erdoğan’ın çağrısı, bu azmi her şeyi yıkıp geçen bir sel haline getirdi. Bu da gösteriyor ki, meşruiyetinin kaynağını Anadolu insanının ruhunun en derinlerine kadar sirayet etmiş İslâm’dan alan Recep Tayyip Erdoğan, artık kaynağı gökler olan bu fırtınanın önünde taşıdığı siyasî liderdir; bu fırtına ile aynı istikamette seyrettiği sürece meşruiyeti giderek pekişecektir. Ak Parti’nin bugünkü potansiyelini üzerine kondurduğu tabanın temeli Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu’na, Menzil ve İsmailağa’ya ve benzeri diğer cemaatlere dayanır; kısacası Anadolu insanın temel dinamiği Ehl-i Sünnet’e istinad eder. Türkiye’de yapılan darbe ve her türlü kalkışma mevzu temel yapıyı ortadan kaldırmak maksatlı olmuştur. “Yukarıdakiler”in bütün yanlış fiillerine “az-çok hak olsun, bâtıl Müslümanları boğmasın” diye ses çıkartmayan ve her bedel ödediğinde gıkı çıkmayan bu asil kuvvetin artık görülme vakti gelmiştir. Cübbeli Ahmet Hoca’nın da geçenlerde altını çizdiği üzere “cenaze namazı kılınmayacak adamdan danışman” yaparak nereye varılabilir ki? Varılacağı yer de belli...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti, bugün en kuvvetli pozisyonda gözükebilir. Unutulmamalıdır ki, büyük güç büyük mesuliyet getirir; zira günümüz siyaseti, kuvvetlendikçe fikirden kaçma, gündelik menfaat peşine düşme hastalığıyla maluldür. Bu gün halkın delicesine alkışladığı sloganlar, eğer içi doldurulamazsa, büyük bir hüsran tehlikesini de beraberinde taşımaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yüzden halkın kan ve can pahası kazandığı bu zaferi kalıcılaştırıp devlet ile milleti gerçekten yekvücut yapacak bir siyaset geliştiremezse, bu kadar emeğe yazık olacaktır. Mevcut ittifak rüzgârlarının dineceği zamana şimdiden hazırlık şarttır.

Herkes gibi düşman olunca laf sokmak yerine, şimdiden söyleyelim de dostluğumuz gözüksün…

Baran Dergisi 500. Sayı