Bütün bir insanlık tarihini görmek ve bu görüş sonucunda insanlığın geçirdiği evreleri tespit etmek için eşya ve hadiseleri yansıtan objektif bir ayna tutalım. Bu bakış çerçevesinde hakikate talip ve hakikati yayıcı iki insan türü görürüz. Peygamberler ve filozoflar. Ve bu iki insan türü peşinde var oluş gayesini anlamlandıran, hayatlarını peygamberler ve filozofların getirdiği ölçüler çerçevesine göre yön veren insanlar yumağı. Hakikatleri insanlar bir araya gelip de bulmamışlardır. Hakikati bulan her zaman tek kişidir. Tek kişi doğru, güzel ve iyinin kökü bende, mutluluğun kaynağı benim getirdiğim ölçülerdedir demiştir. Bu apaçık bir hakikattir ve tarihte bu hakikatlerin insan ve âleme nizam verme davasının mücadele sahnesidir. Peygamberler, insanlığı ve âlemi yaratan bir yaratıcı var bu yaratıcı yarattığı varlığın karakterini en iyi bilen mutlak güç ve kudrettir derken ölümden öte bir dünyayı işaretlerler. Aydınlanma felsefesinin etkisiyle son iki yüzyılda dünyaya nizam veren hakim anlayışın temelindeki filozoflar kutsaldan arınmış, akla dayalı cenneti bu dünyada arayıcı anlayışlara sahiptir. Biri ilâhî merkezli diğeri ise insan merkezli bir çıkış noktası. Biri sonsuz güç ve kudret sahibi, ezelî ve ebedî olan ölümsüz varlığı kutsayıcı; diğeri ise doğum ve ölüm anını, dünyaya geldiği çevreyi bile belirlemekten yoksun olan insanı merkeze alıcı anlayışı kutsamıştır. Bu çerçevede önceden de zikrettiğimiz gibi son iki yüzyıla mührünü ve damgasını vuran, dünyaya hakim olan anlayış Aydınlanma felsefesi çerçevesinde tecessüm etmiş ideolojiler. Bunlar nelerdir derseniz. Bir çırpıda hemen şunları sıralayabiliriz:
Liberalizm, faşizm, komünizm, sosyalizm, kapitalizm, demokrasi vd. Batıda günahları affeden cennette tapu dağıtacak kadar aklı baltalayıcı ve insanları kasvete boğucu Hristiyanlık yerine Reform ve Rönesans etkisiyle Aydınlanma felsefesi doğmuş, büyük Alman filozofu Niçe’nin ifadesiyle Tanrı artık ölmüştür. Tanrıyı öldüren, aklı merkez alan, kutsalı olmayan Batı insanı artık bir ideolojiden diğerine savrulup gitmiştir. İdeoloji dünya görüşü demek. Her biri insan ve toplum meselelerine dair çözümler sunan ölçüler manzumesi.
Büyük Rus sinema sanatçısı ve fikir çilekeşi Andre Tarkovsky bu ideolojilerin etkisiyle oluşan dünya için şöyle bir tesbitte bulunur: “Yirminci yüzyıl duygusal enflasyonun yükselişine tanık oldu. Endonezya’da iki milyon insanın doğrandığını gazetelerden okuduğumuzda hissettiklerimiz buz hokeyi takımımızın bir maç kazanması halinde hissettiklerimizden farksız. Etkilenme derecemiz aynı. Bu iki olay arasındaki korkunç ayrılığı fark edemiyoruz. Algı kanallarımız hiçbir şeyin farkında olmadığımız bir yere çöreklenmiş. Her neyse bu konuda vaaz vermek istemiyorum. Belki de böyle olmazsa yaşamak mümkün olmayacak. Sadece önemli olan nokta şu ki; bazı sanatçılar, hayatın gerçek değerlerini hissetmemizi sağlarlar. Bu onların ömürleri boyunca sırtlarında taşıdıkları bir yüktür ve biz bu yüzden onlara teşekkür borçluyuz.” Büyük Alman filozofu Niçe’nin Aydınlanma felsefesinin hakimiyetini perçinlediği ve ilahi kaynaklı dine bir yer gösterdiği zamanlarda Tanrı ölmüştür derken, Rus sinema sanatçısı ve sahici aydın tavrına namzet Andre Tarkovsky de insan ölmüştür demiyor mu? İnsanın, ruh ve bedenden ibaret bu yüce varlığın, bizatihi ruhunun çürümüş olduğunu göz önüne sermiyor mu?
Evet, son iki yüzyıldır insanlık özellikle iki ideolojik yapının prangasında nefes alıp durmakta, her gün can çekişir bir vaziyette sürüngen hayatını devam ettirmekte. Bunlardan biri ferdi esas alan, cemiyete sırtını dönmüş kapitalizm-liberalizm; diğeri ise buna tepki olarak doğucu, cemiyeti esas alıcı ve ferdi yok sayıcı komünizm. Fertler cemiyette doğup, gelişip, büyürken gelişimini sağlamakta ve cemiyete etki etmekte. Fert, cemiyette olanları pasif bir şekilde izlemez ve cemiyet tarafından etkilenirken aynı zamanda cemiyeti etkileyicidir. Fert sebep, cemiyet netice. Fert ve cemiyet birbirini gösterici, birbirlerinin olmazsa olmazları. O halde ferdi esas alıcı, cemiyeti ezici kapitalizm ile bu düzenin sömürücülüğüne nisbetle cemiyeti esas alıcı ve ferdi teşebbüsü imha edici komünizm ifrat ve tefriti temsil eder. Öyle bir nizam gelmeli ki hem ferdin, hem cemiyetin hakkını vermeli. Bu nizam fert ve cemiyeti ahenk ve uyum içinde ele alan bir dünya görüşünden tevarüs etmeli. Birbirlerinin haklarını çalıcı değil, birbirlerini gözeten bir ideoloji...
Tarkovsky’nin ifadesiyle toplum kültürsüz kalınca vahşileşir. Cahillik şimdiye kadar hiç bu boyutlara erişmemişti. Mânayı reddetme hali ancak canavarların oluşmasını sağlar. Ne yapılmalı; aklı merkeze alıcı, kutsaldan arınmış insanı yeni bir idealle donatmalı. Bu idealler tüketim peşinde koşan, çevreye zarar veren, komşudan habersiz bir insan anlayışı vazetmemeli. Ahlâkî temele dayalı bu ideal, insanları yalnızlıktan alıcı olmalı. Bu ideal, insanlara hürriyet aşkı sunmalı. Bu ideal, rahmet gibi gökyüzünden yeryüzüne yağmalı. Bu ideal gökyüzüyle yeryüzünü birbirine karıştırmalı. Bu idealde hiç durmadan koşan ve durmak bilmeyen insanoğlu soluklanmalı. İnsan hayatının efendisi, eserinin kölesi olmamalı. Tükettikçe var olmanın yerini, tüketim, üretim ve diğer tüm iktisadî faaliyetlere gerçek mânâsını atfeden bir anlayış ortaya çıkmalı. Evet, son yüzyıla mührünü vuran bu ideolojiler dünyasının savaşlarında milyonlarca insan öldü. Milyonlarca insan açlık ve sefalete uğradı. Milyonlarca insanın evleri ve barkları yıkıldı. Sanayi devrimi ile birlikte devasa metalik güçlerle donanmış batı düşünce ve yaşayışı kıtaları sömürdü. Pazar ve sermaye uğruna milyonlarca insanı köle yaptı. Küreselleşme nakaratları ile ülkelerin değerleri satın alınıp yok edildi. Kapitalizm ve komünizm sistemleri içerisinde birinde mülkiyet arsız bir şekilde azmanlaşıp zengin ve fakir arasındaki uçurumu artırırken diğerinde mülkiyet yok edilip ferdî atılım ve şevk kırılmıştır. Tüketimin artması için kadınların vücut ve bedenleri teşhir edilirken kadın pazarlanmış ve şehvete indirgenmiştir. Beden kutsanmış ve meşhur edilmiş artist ve şarkıcı kadınlar idealize edilirken milyonlarca kadın bu bedenlere benzemek için maddi ve manevi yönden yıprandıkça yıpranmıştır. Sîretin yerini tamamen sîreti yok sayan sûret almıştır. Kadınlar tüketime erkeklere göre daha çok katkı veren konumuna gelmiş, bu nahif ve güzel varlıklar annelik makamını köle bir anlayışa indirgemiş, yuvalarını beğenmez olmuştur. Aileler paramparça edilmiştir. Kadın ve erkek arasında sevgi ve saygı temelli köprüler bu ideolojiler etkisiyle yıkılmış, boşanmalar çığ gibi artmıştır. Çocuklar, anne ve baba ayrı, her iki ebeveynden mahrum büyümek zorunda kalmışlardır. Gelişmiş denen ülkelerde anne ve babalar ihtiyarlayınca huzur evlerinde ölümü beklemekte, nikahsız doğan çocuklar doğrudan devlete verilmekte.
Her iki sistem de insanların ruhlarında büyük bir uçurum oluşturmuş, gençlik iğrenç, anlık zevk, uyuşturucu ve alkol batağına saplanmıştır. Herkes, devletin de içinde olduğu kumar ve spor ile uyuşturulmuş, top peşinde koşan meşin kafalı insanların bulunduğu stadlar, insanların yeni mabedleri olmuştur. Bu mabedlerde bağıracaksın, ıslık çalacaksın ve bedenini yorup bir yerde yorgunca uzanıp yatacaksın. Bu mabedlerde ruh dinginliğine, sükutun ahengine, ötelerin sesine yer yok! Bu mabetlerde küfür edeceksin, karşı takımın taraftarını düşman edineceksin. Galipsen sevinç ve kutlamadan dolayı, mağlupsan dert ve üzüntüden içki kadehlerine kendini bırakacaksın. Bu sistemler sporu bile olması gereken hedeflerden ayırmış, beden ve ruh dengesine katkı sunan, insana direnç ve sabır aşılaması gereken şeyleri yozlaştırmışlardır. Kumara, düşmanlığa, anlamsız vakitlere çevirmişler insanlara gerçek gaye ve hedeflerini unutturmuşlardır.
Yeni bir ideal olmalı. Yeni bir maneviyat olmalı. Bu idealin sesleri geliyor. Amerika’da ve Avrupa’da bu sömürü dünyanın kurucularının heykelleri yıkılıyor. Bu yıkılan heykeller yeni dünyanın ayak sesleri. Bu yeni dünyada kutsalı zedelenmiş, kutsalı ayaklar altına alınmış insanoğlu yeniden dirilecek. İnsanlık yeniden doğacak.
Baran Dergisi 704.Sayı