Doksanlı yılların başındayız. Üstad Necip Fazıl’ın “O ve Ben” isimli muhteşem eserini okumuş, Allah dostlarıyla olmayı ve onların sohbetlerinde bulunmayı bir sevdalı edasıyla arzu etmiştim. Rabbim bu duamı kabul etti. Hacı Bayram Camii’nin yanında mekânı bulunan Doktor Emin Acar’la tanıştım. Bayramî meşrepli bir Allah dostu olan Dr. Emin Acar DPT’de çalışmış, MSP milletvekili olmuş; ancak rahmetli Erbakan’ın CHP ile koalisyon kurmasına karşı gelerek partiden istifa etmiş, güzeller güzeli bir insandı. Bütün gayreti ve ideali gençlerin okumaları, devletin bir kademesine yerleşmeleri, vatana ve millete hayırlı insanlar olmalarıydı... Devletin başında Müslümanlar olmalıydı. Kapısına gelenlerin hiçbirine kimse tarafından “Gel Emin Acar’a bağlan.” denmiyordu. Herkese kapısı açık, herkesin dertleriyle hemhâl olunan bir ortam vardı... Emin Acar, gençlerle konuşmaya bayılıyor ve onların yüksek lisans yapmaları gerektiğini söylüyordu. Ne zaman Ankara’nın kasvetli havası üzerimize sinse, ne zaman nefsimizin oyuncağı olup insanlıktan uzaklaşsak hemen hocamızın kapısına gider ve ruhumuzu arındırma bahtiyarlığına ererdik. Devlette çalışan insanların 63 yaşından önce emekli olmalarına karşı geliyor, emekli olanların da hayatlarında arzuladıkları hedeflere ulaşamadıklarını sık sık dile getiriyordu. Ona göre Varlığın Tacı, Kâinatın Efendisi’nin, Hz. Hatice Annemiz ile evlendiği yaş, aklın kemale erdiği yaştı… Efendimiz’e Peygamberlik Makamı’nın verildiği 40 yaşı ise ruhun kemale erdiği yaştı. Peygamberimiz altmış üç yaşında vefat etmişse, son nefesine kadar İslâm davası için çırpınmışsa, Müslüman olan herkes bu güzide hayatı kendine örnek almalıydı. Hülasa Resûlü Ekrem’in, Gaye İnsan’ın hayat boyu yaşadığı her çizgiye hikmet gözüyle bakılmalı idi… Mesela Emin Acar Hoca bir gün birisine yaşını sormuş, aldığı cevap “Yetmiş bir!” olmuştu. Buna karşılık, “Hiç yetmiş bir olur mu? Sen sekiz yaşındasın.” demiş, tebessüm etmişti… Peygamber Efendimiz’in vefat ettiği yaştan sonraki seneleri hediye sayardı…

Gelelim Irak’a
Doksanlı yılların başı… Saddam Hüseyin, Kuveyt’e girmiş ve bütün dünya ayağa kalkmıştı. Herkesin dikkati Ortadoğu’da idi. Saddam Hüseyin Kuveyt’ten çıkacaktı, çoğu gazeteci ve akıldaneler tarafından öyle deniliyordu. Akıl onu gerektiriyordu. Hocamız savaşın çıkacağını ısrarla söylüyordu, daha önce de Rusya dağılmadan evvel “Rusya’nın dağılacağını” söylemişti. Hocamızın yanı başında Ramuz’ül e-Hadis isimli kitab vardı. Bu hadis kitabındaki ahir zamanla alâkalı hadislere bakarak, duygu ve görüşlerini pekiştiriyor, anlatıyordu. 

Bir zaman sonra hocanın da ifade ettiği gibi savaş çıkmış ve hadiseler zinciri savaş zemininde devam etmişti. O zamanki başbakana, Turgut Özal’a gönderdiği mektubu zaman zaman dile getirirdi. Turgut Özal, o zaman Amerika ile birlikte hareket edip bir koyup üç alma telaşında, savaşa girme derdindeydi. Hocamız mektubunda büyük devletlerle aynı yatağa girilmemesi gerektiğini söylemiş ve başbakanı uzun zamana dayanan tanışıklığına istinaden uyarmıştı. Allah şu veya bu vesile ile Irak topraklarına girmekten ordumuzu uzak tutmuştu. Yoksa ne acı olurdu emperyalizmin baş gücü ile İslâm diyarının topraklarında kan dökmek... İmam-ı Azâm Efendimiz’in kabrinin bulunduğu, binlerce ezanın okunduğu şehirleri bombalamak…  Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ne demişti? “Saddam Hüseyin emperyalizmin tekerine çomak sokmuştur!”
Gençlerin fitneden korunması için evlenmelerini sık sık tembihleyen Hoca Emin Acar “Evlenin de size ‘evli ya’ desinler!” diye mizahî bir eda ile konuşurdu. Hocamızın mekânında kimlere tanık olmadım ki… Oktay Sinanoğlu henüz hiçbir kitabı çıkmamışken, Muhsin Başkan parti kurmadan evvel, nice akademisyen ve hocalar… Emin Hoca, “III. Dünya Savaşı Suriye’den çıkacak.” derdi. Nihayet hoca vefat etmeden evvel Lazkiye’de yapılan bir açıklamadan yola çıkarak III. Dünya Savaşı’nın başladığını söylemişti. Bu savaşın sonucunda çok kan akacağını, her taraftan binlerce askerin katılacağını da ifade etmişti. Galip gelen tarafın Müslümanlar olacağını söylemişti… Son demlerinde Amerika’nın “Tavrı ne olur?” diye sual edince oldukça mülayim hocam, öfkeyle “Amerika’ya ne oluyor? Allah var Allah!” diye korkuya gerek olmadığını dile getirmişti. Savaşın 7-8 yıl sürebileceğini de ima etmişti. Şimdi o sürecin içindeyiz. Emekleri ve yaptıkları için Allah hocamdan razı olsun. 
     
Her Şey İfşa Oldu
İslâm’a zarar veren tehlikeli üç cenahı sayalım: Kâfir, münafık ve ahmak... Bunlar içinde en az zararlısı kâfirdir. Niye? Çünkü, zâhirî olarak senden olmadığını bilirsin ve ona göre tedbirini alırsın, karşındadır… En zararlıları senden gözüken ahmaktır, senin mânâ dilini bozar, düşmana karşı gücünü azaltır. Şahsında yüce davanın seviyesini indirir. Münafık ise senden gözükür, seni arkandan vurmaya çalışır. Suriye olayı öyle bir anahtar ki herkesi ifşa etti. Allah dostlarının hakikatleri ayan beyan ortaya serildi. Antiemperyalist ve halkçı geçinen Marksist örgütlerin İslâm düşmanı oldukları bir kez daha ortaya çıktı. Kapitalist dünyanın sömürücüleriyle işbirliğine gitmekten kaçınmadıklarına şahit olduk. Batı tandanslı birbirine zıt gibi gözüken görüşlerin, İslâm söz konusu olunca yekvücut oldukları gözüktü... Başta A. Öcalan olmak üzere Mihraç Ural gibi hak ve halk düşmanı tiplerin besleyicisi Nusayrilerin neler yaptığını gördük! Ve bu zalimleri besleyen sözde antiemperyalist hareketler; hareketinizin yüzüne tüküreyim! 

Anadolu’nun has evlatları, her gün öyle hâdiselere şahitlik ediyorlar… Bir girdaba kapılmış gibiyiz… Evet, Üstad Necip Fazıl tarih muhasebesini yaparken madem bayrak burada düştü, her yer altüst oldu, bayrak burada kalkarsa her şey düzelecek, demiş. Şimdi bu tesbitin gerçekleştiği şartların hasrı içindeyiz. Batı değerlerini üstümüze akıtan, kendi mirasını yok sayanların düzeni yıkılıyor… Müslüman Anadolu’nun hafızası geri geliyor… Anadolu kokulu askerler bir yerlere gelmeye başladı… Fetih duası dillerde, insanımızın zaferleri geliyor. “Ordu, milleti terbiye eder!” değil; “Ordu-millet el ele!” anlayışı ile hareket ediliyor. Bu da ulusalcıları korkutuyor. Her gün sosyal medyadan kudurduklarına şahitlik ediyoruz. Birbirlerini görseler boğmaları gereken bazı güruhlar, İslâm düşmanlığında birleşiyor… O yüzden şaşmayın CHP ve HDP işbirliğine. Biri Kürt’ün, diğeri ise Türk’ün İslâm’la yoğrulmuş mayasına zehir katıyor... Her ikisi de mânâ planında aynı! Her ikisi de hak ve halk düşmanı! Türkü ve Kürdü İslâm’dan uzaklaştıran fırkalar. Yahudi Sebatayistlerin partisi ne demişti: “Suriye’de çözüm olmalı!” Neymiş? “Suriye Millî Ordusu kaldırılsın, Esed’le görüşülsün.” Bunu kim demişti, biliyoruz değil mi? Ne muazzam bir çözüm… 

Allah nurunu tamamlayacak, kafirler istese de istemese de! Ok yaydan zaten çıkmıştı! Bütün hainler ifşa oluyor. Anadolu’da Ehl-i Sünnet merkezli hareket aheste aheste yapılanıyor. Takiyyeciliği şiar edinmiş, Hz. Ömer (r.a.), Hz. Ebubekir (r.a.) efendilerimize lanetler yağdıran, ağıza alınmayacak şeyleri söyleyen Şiî sapıkların sonu yaklaşıyor! İngiliz desteğiyle kurulup, Osmanlı Devleti’ni arkadan hançerleyen Vahhabilerin de içyüzü ortaya çıktı! Batı’nın piyonları sizi! Petrole tapan mahlûklar!.. 
Binlerce kilometre uzaktan gelmiş katil kâfirlerin karşısında Doğu halkının iradesi yekvücut olacaktır. “Ümmet kardeşliği”nde bir olacak Türk’ün, Kürt’ün ve Arap’ın iradesi… Bu iradeye komuta edecek şey de Müslüman Anadolu olacaktır. Bayrak buradan düştü, buradan kalkıyor! Bayrak kalktığı vakit, “Yeni dünya düzeni işte buradan kuruldu!” diyeceğiz. Bu düzende “Size demokrasi getiriyoruz!” diye insanlar kandırılmayacak, mazlumların başlarına bombalar atılmayacak, çoluk-çocuk ve analar katledilmeyecek. İnsanlar yerini yurdunu bilecek, devletlerin hazinesi birkaç şirket tarafından sömürülmeyecek, silah tüccarları ve uyuşturucu baronları hâkim olamayacak, kadınlar seks objesi olmayacak, evlatlarımız ise teknoloji esiri olmaktan kurtulacak… Her şey yerli yerine oturacak; Allah’ın izniyle!

Sınırlar Yıkıldı, Hafıza Tazelendi
Suriye ile sınırlar yıkıldı, hafızamız tazelendi. Suriye bizim 450 yıl boyunca eyaletimizdi! Meğer Suriyeli insanların gözleri hep bugünleri ararmış. Suriye’de Arap, Kürt, Türk aynı maviliklere dalar, aynı kıbleye dönerdi… Suriye insanı bize sığındı günahı-sevabıyla bu günlere gelindi. Bize düşen kurtarıcılık yapmaktı, onu da yapmaya çalışıyoruz Allah’ın izniyle. Bundan sonra ise her mazlumu kendi yurdunda ve ocağında huzura erdirmemiz lâzımdır. Suriye ile sınırlar yıkıldı, hafızalar tazelendi. Tazelenen bu hafıza, “Artık yurtta sulh, cihanda sulh teranesi seni kandırmasın!” diyor. “Sınırlarının dışına taşmalısın, yüz yıl öncesinde sana giydirilen bu deli gömleğini söküp atmalısın.” ihtarını yapıyor. “Arz-ı Mevud” davasını güdenler pençelerini atacaklar sana, yaşama hakkını tanımayacaklar, işte onlardan evvel şunu aklımıza kazımalıyız: Suriye bizimdir, Ürdün bizimdir, Irak ve Arabistan bizimdir; velhasıl bütün buralar ümmetindir. Allah ve Resûl aşkıyla yananlar Mekke’ye dönüp, aynı secdeye gidip, aynı duayı terennüm edenler ümmettir! Suriye çözüldüğü zaman, adım adım Doğu Türkistan ve diğer İslâm beldelerinin de problemleri çözülecektir... 

Nusayrilik
Hataylı bir arkadaşım var, aynı kurumda çalışıyoruz… Okuyan, araştıran birisi… Batıkent’te oturuyor. Batıkent “Cem evleri”nin bulunduğu Alevî kökenli vatandaşların bol olduğu bir yer. Cem evlerinde ise birtakım ritüeller yapılıyor biliyorsunuz… Bahsedeceğim hadise 28 Şubat sürecinde vuku buluyor. O zamanlar arkadaşı kendilerinden zannedip oldukça rahat konuşuyorlar. “Suriye’de olduğu gibi burada da iktidar gücü bizim elimizde olabilir.” gibisinden birtakım ifadeler kullanıyorlar. Millet olarak en büyük zaaflarımızdan biri, tarihî hafızamıza gereken ehemmiyeti göstermemek. Alevî vatandaşlarımızda şöyle bir durum var; başlarına gelen her hâdiseyi birlik ve beraberlik duygusuyla her an diri tutarlar. Kendilerine karşı yapılan haksızlıkların hesabını sorarlar. Doğrusu, bu hâlleri takdir edilmesi gereken bir hâl. Keşke biz de Alevî vatandaşlarımızın bu hasletlerinden bir nebze pay kapabilseydik. Ayrıca Alevî vatandaşlarımız birçok hâdisede kendilerini mazlum rolünde, karşı tarafı da “Yezid’in dölleri” olarak göstermekte oldukça mahirdirler.

Evet, 28 Şubat dönemi. Müslümanlara yapılan baskı ve şiddet arttıkça artmakta. Çevik Bir ekibi “demokrasiye balans ayarı” verirken binlerce başörtülü evladımız okullardan atılmakta, Yeni Asya’nın lideri Süleyman Demirel onlara Arabistan yollarını göstermekte… Eften-püften sebeplerle aydınlar tutuklanmakta, partiler kapanmakta, yargıda çöreklenmiş çağdaş- lâik zihniyet ile Kemalist perdeli Fettoş ve bağlıları Müslümanlara nefes aldırmamakta… O dönemde rahmetli Salih Mirzabeyoğlu gibi “Müslümanlar dik durun karşınızda leşler var!” tesbitini yapan bir mütefekkir, Hasan Celal Güzel gibi, “İmam hatipler kapatılamaz halkın kurumlarıdır!” diyen bir bürokrat ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi “Namlusunu millete döndüren tanka selam durmam!” diyen bir başkan vardı… Anadolu’nun has insanları haricinde, hakikati dillendiren çok az sayıda zât dik durdu. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun da Muhsin Yazıcıoğlu’nun da dik duruşlarının mükâfatı şehadet oldu. Bu şehidlerin yüzü suyu hürmetine Fettoş ifşa oldu… Peki yine dikkat kesilin, Muhsin Yazıcıoğlu o yıllarda ne demişti: “Burası İran da olmaz, Arabistan da!” Şimdi Cem Evinde söylenen laf ile bu ifadeyi yan yana getirin… Ne kadar mânidar. Emperyalistlerin ve Yahudilerin istediği şey Türkiye’yi Suriye gibi yapmak değil miydi? Suriye’de Nusayriler neyse ülkemizdeki Alevîler o değil mi? Her ikisi de özde aynı. Hesapta azınlık iktidara gelecek, İslâmî her şeyin içi kirletilecek, yüz binlerce Müslüman sudan bahanelerle tutuklanacaktı. Çok şükür Allah ilahî tuzağını kurdu ve mazlumlara kıydırtmadı... Suriye’de iktidarı ellerinde tutan yüzbinlerce insanın ölmesine, milyonlarca insanın evinden barkından olmasına, Müslüman beldelerin virane olmasına kim göz yumdu? 

   Nusayrilik, Bâtınî ve Alevî öğretilerine dayalı olan kendine özgü bir çizgidir. Lübnan, Suriye ve Türkiye’nin güneyinde; Adana, Mersin ve özellikle de Hatay’da yaşamakta olan Nusayriler, diğer etnik gruplara göre daha kapalı ve daha gizli bir cemaat örgütlenmesine sahiptir. Hz. Ali’nin “tanrılaştırılması”, Hızır inancı ve türbe inancının güçlülüğü, tecelli ve tenasüh, tevil ve takiyyeciliğin bol olduğu yer. Hıristiyan bayram ve törenlerinden etkilenme ve amcalık geleneği, Nusayriliğin en belirgin özellikleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nusayrilerde amcalık geleneği vardır. Kadınların hiçbir dinî sorumluluğu ve zorunluluğu yoktur. Çünkü kadın yabancı bir erkekle yaşayacağı için sırları ifşa edebilir. Amcalık geleneğinde, aday olan genç erkeğe dinî bilgiler aktarılır. Dıştaki “amca” babanın gerçek kardeşi olan amcayla aynı derecede yakın kabul edilir. Amcalar aracılığıyla genç erkeklere Nusayri inancının temel kuralları, “kutsal kişiler”in isimleri, namaz ve duaları, toplumsal gelenek ve görenekleri “gizli tutulmak” şartıyla aktarılmaktadır. Gizli bilgiyi açıklayanlar, toplumdan dışlanarak cezalandırılır. Törenvarî uygulamaların da yer aldığı bu öğrenimi başarı ile tamamlayan bireyler, şeyhlerin şecere defterine kaydedilirler ve böylece yola girmiş kabul edilir. Genç birey, kendisine bu bilgiyi öğreten kişiyi “amca”, onun çocuklarını da kardeşleri olarak görür. Eskiden amcalık eğitimi almayan erkeğe kız verilmezdi. Bu, ilkokul sonrasında 14-15 yaşlarında, erkek çocuklar için zorunlu kılınan bir uygulamadır. Amcalık geleneğinde Nusayri gençlere öğretilen sure ve namaz sonrası okunacak dualardan misalleri verelim:

“Birinci sure”: “Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla başlarım. Ecleh velayetinde olan, felaha ermiştir. Ben de bir kul olduğumu söyleyerek başlıyorum. Ben de, mevlam Ali bin Ebu Talib, arınmışlar emirinin sevgisine ilk icabet eden olarak başladım. Ona tevekkül ettim, ona ölürüm, onunla mübarek oldum. Kendisi benim ve tüm alemlerin Rabbidir. Kendisi benim Rabbim ve yüce arşın Rabbidir!”

İkincisi, “Sücut (secde) suresi”:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım. 
Sücut Allah içindir. Kulluk edilen yüce Rab içindir. Allah gökyüzünün ve yeryüzünün nurudur. Allah yücedir, büyüktür. ‘Bab’ (kapı) için ona yöneldim. İsmi için secde ettim. Gerçekte Ali olan mânâya kulluk edip secde ettim. Fani yüzüm, diri, ebedî ve daim olan mevlam Ali’nin yüzüne yönelik olarak secde ettim. Ey Ali! Ey büyük! Ey en büyükten daha büyük! Ey güneşi ve değişken ayı yaratan! Ey Ali! Ey Ali, izzet senindir! Ey Ali, birlik sana aittir! Ey Ali, mülk senindir! Ey Ali kulluk sana aittir! Ey Ali, sücut sanadır! Ey Ali, sen kulluk edilen Rabbimizsin! Ey Ali yücelik sana aittir! Ey Ali, rahmet sendendir!”  

Nusayrilerin “arınma duası”:
“Ateşin ve ateşin ehlinden sen bizi koru.
Lanet olsun Ebu Bekir’e, Osman’a, Ömer’e, Muaviye’ye, Yezid’e, Halid bin Velid’e, Amr bin As’a, Harun Reşid’e , Yavuz Sultan Selim’e ve bütün şirk koşanlara… Kemikle et nasıl ayrılırsa, bizi de onlardan ve onların torunlarından öyle ayır.” 

Baran Dergisi 678. Sayı