İslâmî kesimden bir çok yazar, Kemalizm’den dert yanarken, bir kısım insanları “beyaz Türkler”, bir kısım insanları ise “zenci Türkler” diye ayrıma tuttuklarından dem vururlar. Zenci Türkler deyince tabiî ki burada Müslümanlar kastediliyor. Anlayacağınız Kemalizm’in insanları ötekileştirmesinden şikâyette bulunuyorlar. Ötekileştirmenin nasıl kötü bir şey olduğunu anlatmaya başlıyorlar. Kendilerinin asla böyle bir şey yapmayacaklarından bahsediyorlar. Kendi kesimlerinden böyle bir şeye tevessül edenlere karşı gelip onlarla sonuna kadar mücadele edeceklerini falan söylüyorlar.
Bense, bu dostlarımız kızmasınlar, tam aksini söyleyeceğim. Müslümanların en büyük problemlerinden birisi de, mevcut rejim ve rejim içerisindeki İslâm dışı unsurları hakiki manada ötekileştirmemeleri, bu unsurlardan ötekileşmeye çalışmamalarıdır. İnsan “ben” dediği zaman kendiliğinden kendi dışındakileri işaretler. Kendi dışındakileri ötekileştirir. “Ben” hakikatinde eşya ve hadiselere nasıl baktığı, fikrî dünyasında eşya ve hadiseleri ne şekilde anlamlandırdığı ortaya çıkar. İnsan “ben” hakikatini kendi şahsında tezahür ettiremiyorsa, o artık kendi “ben”ini başka bir yerde eritmiş, artık o olmuştur. “Ben” artık “ben” olmaktan çıkmış, kendi dünya görüşü çerçevesinde medeniyet tasavvuru kalmamıştır. Altı kaval üstü şişhane benzeri komik bir duruma düştüğünün farkına varmayan, hayattan kopuk, hiçbir şeye direnmeyen “marka Müslümanı” olmuştur.
Üstadımıza “sen düşmanını çok iyi tanıyorsun” diyorlar. Üstad’dan enfes bir cevap geliyor: Dostunu iyi bilendir ki, düşmanını elbette iyi tanır. Yine Üstad’dan: “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın/Gündüz geceye muhtaç sen de bana lazımsın.” Dosta nisbetle düşmanını tayin etmek ötekileşmek-ötekileştirmek değil mi? Üstadımda erimiş biri olarak başkasının beni ötekileştirmesi bizzat beni sevindirmeli. O kişi beni kendi dünya görüşünün dışında görüyor; tersinden de ben kendi dünya görüşümde görünerek ondan farklı bir hayat tarzı sunuyorum. Ben ben olarak varım, onun dünya görüşü tarafından yutulmamışım. Allah, Kitabı’nda inananlar-inanmayanlar tasnifinde bulunup “mümin-kâfir” ayrımı yaparak bizden saf tutmamız ve karşı safın ne olduğunu bilmemiz gerektiğini emretmiyor mu? Birçok dostumuz evlerde çocuklarıyla kavga ettiklerinden, onların gerçek anlamda İslâmî bir hayat yaşamamalarından dert yanıyorlar. Çocuklarının yaşantılarında, giyim tarzlarından eğlence kültürlerine kadar İslâmî olmayan şeylere tevessül ettiklerini, bunun için ne yapacaklarını bilemediklerini ifade ediyorlar. Onlara, Müslümanlar olarak dost ve düşman kutupları belirleyemediğimizi, bu hedef uğruna çalışmadığımızı, zaman ve mekânı nakış nakış İslâm’a nisbetle işleme yükümlülüğü duymadığımızı, çoğumuzun sistem içinde iş bulduğumuz için de sisteme minnettar olduğumuzu, bizde böylesi bir ruh hali varken çocuklarımızda bunların gözükmesinin çok normal olduğunu söylüyorum.
Öyleyse ötekileşeceğiz ve ötekileştireceğiz. İslâmî hakikati olanca derinliğine ve genişliğine yaşayacağız. Ötekileşmek ve ötekileştirmek hayatın olmazsa olmaz bir unsuru. Buna göre doğru bildiğimiz yolda yürüyeceğiz. Burada asıl mesele, ötekileştirdiklerimize nasıl davranacağımız; onlarla nerede birlik, nerde ayrılık görüntüsü vereceğimiz. Beni en çok etkileyen hususlardan biri de, “Mutlak Hakikat” İslâm’ın ötekileştirdiği insanlara nasıl davranılması gerektiğini diğer hakikat iddiasındaki dünya görüşlerine nisbetle muazzam bir şekilde orta yere sermesi. Yahudiler başka inançta olanların Yahudilere hizmetkâr olmalarını söylerken, onları aldatmada bir kusur görmezler, hatta bunu teşvik ederler. İslâm’a göre Müslüman sözünde duran inanç ayırt etmeksizin kimseyi aldatmayandır. Müslüman, kimseyi kendi inancında olmaya zorlayamaz. Hiç kimseyi zorla eğitime tabii tutarak İslâm’ı öğretemez. Herkes kendi inancını yaşayabilir. Şii azgınlar kendi dışındaki insanlara takiyye yapmayı/kendini gizlemeyi itikadının bir unsuru hâline sokarken, bizde ise büyükler azimet yolunun seçilmesi gerektiğini söylerler ve doğru olmayan sözün, ancak iki dostu barıştırırken, karı kocanın arasını bulurken veya düşmanla harpte mümkün olabileceğini ifade ederler. Bunun dışında yalanı lanetlerler. Yine İslâm’a göre İslâm dışı unsurlar İslâm devletinde askere alınıp savaştırılmazlar. İnsanların benimsemedikleri bir dünya görüşü uğruna savaştırılmalarını en büyük zulüm görürler. Bunun dışında onlardan cizye adında ek bir vergi alınır. Bu onların canını, malını, namusunu koruyacağımız taahhüdüne karşılıktır. Bütün bunlar gerçekleştirilemezse, alınan cizye kendilerine iade edilir. Gayrı Müslim komşumuz varsa, gücümüz yettiğince onların da ihtiyacını karşılamakla mükellefiz. Devlet olarak muhtaç duruma düştüklerinde ayırt etmeksizin onlara bakmak durumundayız. Oysa Kemalizm ve diğer dünya görüşleri öyle mi? Kendi yazdıkları kanunlara kendileri bile uymuyorlar. Her kanunu kendilerine yontarak zulmetmeyi meslek edinmişler. Hülasâ, slogan-vari olmaksızın kendi hakikatimizi derinliğine ve genişliğine öğrenip çocuklarımıza öğretmek zorundayız. Aksi takdirde, bir iki nesil sonra tamamen biz biz olmaktan çıkacağız. Çocuklarımızla aramızda vukû bulan kavga ve çekişmelerden kurtulamayacağız.
Yazımızı adaletin sembolü “Faruki” mizaçlı Hz. Ömer (r.a)’in İslâm toplumunu yabancı dil ve kültür unsurlarının baskısından kurtarmak için yürürlüğe koyduğu ve gayrimüslimlere önemli yükümlülükler getiren “eş-Şurutu’l-Ömeriyye” isimli sözleşmeyle sürdürelim.
1) Hıristiyanlar, bulundukları yerde ve çevresinde yeni ibadethane yapmayacaklar; mevcut olanlar içinde harap halde bulunanları yenilemeyecekler.
2) Herhangi bir Müslüman’ı, gece olsun gündüz olsun, kiliseye girmekten alıkoyamayacaklar.
3) Gelip geçenler ve yolcular için kiliselerinin kapılarını genişletecekler.
4) Yolu kendilerine düşen Müslümanları misafir edip üç gün boyunca iaşesini temin edecekler
5) Evlerinde ve ibadethanelerinde casus barındırmayacaklar.
6) Şirklerini izhar etmeyecek ve kimseyi şirke davet etmeyecekler
7) Çocuklarına Kur’an öğretmeyecekler.
8) Yakınlarından İslâm’a girmek isteyenleri bundan men etmeyecekler.
9) Müslümanlara saygılı davranacak, meclislerinde oturmak istediklerinde ayağa kalkıp onlara yer gösterecekler.
10) Müslümanların elbiselerine, takkelerine, sarıklarına ve nalinlerine benzer şeyler giymeyecek, saç şekillerini onlarınkine benzetmeyecekler; saçlarının ön tarafını tıraş edecekler.
11) Müslümanların dilleriyle konuşmayacaklar
12 )Koşumlu eğerli hayvana binmeyecekler
13) Kılıç kuşanmayacak, silah edinmeyecek ve yanlarında taşımayacaklar.
14) İçki satmayacaklar.
15) Müslümanların bulundukları yerlere domuz yaklaştırmayacaklar.
16) Müslümanların cadde ve sokaklarında haç taşımayacak, kitaplarını buralarda izhar etmeyecekler.
17) Nerede olurlarsa olsunlar kendilerine mahsus kıyafetleri giyecekler, bellerine zünnar bağlayacaklar.
18) Kilise binalarının üzerine haç koymayacaklar.
19) Kilise çanlarını alçak sesle çalacaklar.
20) Müslümanların güçlü ortak olmadığı durumlarda onlarla ortak ticaret yapmayacaklar.
21) Müslümanların evlerindeki ahvallerine muttali olmaya çalışmayacaklar.
22) Adres sorduklarında Müslümanlara güçlük çıkarmadan tarif edecekler.
23) Bayram kutlamak ve yağmur duası yapmak için dışarı çıkmayacaklar.
24) Müslümanların bulunduğu durumlarda kiliselerde ibadet ederken seslerini yükseltmeyecekler.
25) Cenazelerini gömmek için Müslümanların cadde ve sokaklarından geçerken ölüleri için seslerini yükseltmeyecek, onlar için ateş meşale yakmayacaklar.
Hz.Ömer (r.a)’in gayrimüslimlere ne yapmaları gerektiğini gösteren direktiflerini okurken Müslümanların ne yapması gerektiğini tahayyül edebildik mi? Allah (c.c.)’ın selamı üzerinize olsun. Baran Dergisi 429. Sayı