Giriş

Siyasî hâdiseleri bize gösterilen yüzü ile değil, asıl sebepleri ile tanımalıyız. Bunun için hâdiselere değil, hâdiseleri yönlendiren fikirlere bakmamız gerekiyor. Bir toplumun inanışı, refleksi nelerdir, liderleri topluma ne vermiştir, ne almıştır ve neticesi ne olmuştur?

Tarih, hadiseleri doğuran amilleri bilmek ile anlaşılabilir. Aksi, kuru anlatım yani vakanüvistlik olur. Mesela, Habsburg hanedanının yani Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun savaş hakkında pozisyonunu inceliyoruz, diyelim. Bu İmparatorluğun Katolik bir birlik olması, eski ve oturmuş bir imparatorluk vasfı taşıması tepkilerinde belirleyici olur. Bu özellikler yaptığı icraatlarda önemli kriterlerdir. Demek ki, toplum yapısı ve liderin karakteri alınan kararların ne yönde olacağı ve onları anlamamız hususunda önemli…

Millî Mücadele ruhunu, amacını doğru anlarsak, o dönemin hâdiselerini de ona göre doğru tahlil edebiliriz. Zafer-hezimet, hizmet-ihanet vesaire doğru hüküm verebiliriz ve etkileşim içinde olduğu sonraki hadiseleri de doğru değerlendirebiliriz. Kimsenin mutlak anlamda tarafsız olamayacağını, bunun eşyanın tabiatına aykırı olduğunu vurgulamamız lazım. Her ne kadar bu bir bedihî/isbata ihtiyacı olmayan ve herkesin kabul edeceği bir hakikat ise de, tekrar hatırlatmakta fayda var… Herkesin kendisi tarafından tanımlanmış bir değerler dünyası/değerler hiyerarşisi vardır ve dünyaya o pencereden bakar. Bu son derece tabiidir.

Prensibimiz şu olmalıdır: yandaşlık yapmamak, olayları kasıtlı çarpıtmamak, tek yanlı ve eksik nakletmemek, vicdan ve dürüstlük ilkesini taşımak. Görüldüğü üzere, sadece ilim ve tarihçilik değil, ahlâk davası en başta geliyor. Bu ölçülerle, Millî Mücadeleyi, I. Meclisi, Lozan’ı, Cumhuriyetin ilanını ve akabinde gelişen hadiseleri örneklerle ele almaya çalışacağız. Amacımız, sebep ve sonuçlarıyla beraber yakın tarihin en çok konuşulan hadiselerini anlamak ve günümüzle ilgili dersler çıkarabilmek.

I-MİLLÎ MÜCADELE
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanmış ve 1. Dünya Savaşı Osmanlı açısından bitmişti. Sürecin devamında Osmanlı’nın payitahtı İstanbul işgal edilmişti. Artık Müslüman Anadolu ahalisinin “var olma-yok olma” kavgası başlamıştı. Bu açıdan Millî Mücadele, teslimiyetçilik ve pasifizm ruhunun reddidir. I. Dünya Harbi’nden yenik çıkılmasına ve beş milyon erkek kaybına rağmen bu irade çok önemlidir. Ve düşman, başta İngiltere olmak üzere müttefikleridir.

İşgalle beraber Anadolu’da Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak cemiyetleri kurulmuş; aynı amaçlar etrafında teşkilatlar oluşturulmuştur. Bilhassa Yunanlıların İzmir’i işgali tansiyonu yükseltmiştir.
İşgal altındaki mahzun Sultan Vahidüddin Han, ülkesinin kurtuluşu için çareler aramaktadır. Girişimciliği ile göz dolduran M. Kemal’i çağırır ve dışarıda işgal gemileri varken Yıldız Sarayı’nda denize karşı küçücük bir odada kurtuluş için diz dize yapılan görüşme sonucunda onu Anadolu’ya gönderir, Anadolu’daki direnişi örgütlesin diye. Hatta Mustafa Kemal’i Anadolu’ya geçmesi hususunda ikna eder diyebiliriz.(1) Ecevit’in 2005 yılında Hürriyet Gazetesi’ne verdiği mülakat, resmî tarihi yalanlaması açısından dikkat çekicidir:

“Ben Vahdettin için hiçbir zaman hain demedim. Çünkü ne kadar zor koşullar altında padişahlık yaptığını biliyorum. Ülke işgal altındaydı. Ordusu kalmamış. Bu koşullar altında bile birçok önemli iş yaptı.”(2)

K. Karabekir de hatıratında M. Kemal’in Anadolu’daki mücadeleye soğuk baktığını, İstanbul’da oyalanıp harbiye nazırlığı veya sultana damat olma hevesini taşıdığını, Şişli muhitlerinde Mustafa Kemal’in bunu beklemesinin dillere düştüğünü söyler.(3) Bütün bunlardan sonra M. Kemal’in Anadolu’daki direniş ruhunu ve Padişahın bunu desteklediğini gördükten sonra bu hususta rol almaya karar verdiğini de söyleyebiliriz.

M. Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı; 15 Mayıs 1919’da yani beş gün önce Yunanlılar İzmir’i işgal etmiştir. Haziran 1919’da Rauf, Ali Fuat ve Rıfat Beylerle Amasya’da buluşarak Amasya Tamimini yayınladı. İşgale karşı mitingler düzenlenmesi istenir. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919’da gerçekleşen Erzurum Kongresi, Amasya buluşmasına göre daha kapsamlı bir toplantı görünümü arz etmekteydi. Burada vatan topraklarının bölünmez bütünlüğünü vurgulayan 10 maddelik bildiri yayımlandı. M. Kemal Paşa’nın başkanlığında “Heyet-i Temsiliye” adı altında bir de yürütme organı seçildi. 4-11 Eylül 1919’da ise Sivas’ta kongre yapıldı. Bütün Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk adı altında merkezileştirildi.

Bu arada İstanbul’daki Meclis-i Mebusan da boş durmamaktaydı; ülkenin bağımsızlık ve işgale direniş ruhuna destek olarak Misak-ı Milli sınırlarını ilan etti. İşgalci İngiliz ve Fransız birlikleri, bunun üzerine İstanbul’u resmen zapt edip meclisi bastılar. Bu hadiseyi müteakiben tutuklanmaktan kurtulan bir kısım vekil, Anadolu’ya geçtiler ve Ankara’daki büyük millet meclisinin omurgasını oluşturdular. Anadolu’da hiçbir yerden emir almadan kendinden zuhur halinde kurulan müdafaa-i hukuk cemiyetleri; Maraş, Gaziantep direnişleri, Denizli müftüsü ve ulemanın gayretleri, Çerkez Ethem vs. başta olmak üzere Anadolu’nun her yanından ses gelmekteydi. Öte yandan otorite boşluğundan doğan ayaklanmaları bastırmak Ankara’daki meclisi uğraştırmaktaydı. Bu hususta Çerkez Ethem’in seyyar birlikleri çok yardımcı oldu. Kuvay-ı Milliye ise ordu içinde İttihatçıların ağırlıkta olduğu askerî bir direniş idi ve yerel silahlı gruplar eliyle ilk gerilla savaşını başlatanlar bunlardı. Fakat resmî tarih Millî Mücadeleyi organize eden Mersinli Cemal Paşa, Sakallı Nureddin Paşa gibi isimleri görmezden gelir.

Millî Mücadeleyi yapanların hepsinin emeği kıymetlidir. İster devlet ricali ve general olsun, ister sıradan bir ferd olsun. M. Kemal’in de bu hususta hakkını teslim ederek şunu belirtelim: Millî Mücadelede ilk teşkilatlanmalar, İzmir Valiliği ve 17. Kolordu Komutanlığında bulunan ve dindarlığı ile tanınan Nurettin Paşa’nın desteği ile Cemiyet-i İlmiye, Cemiyet-i İslâmiyye ve ilk Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyetleridir. 14 Şubat 1919’da Cemiyet-i İlmiye kurulur ve diğerleriyle beraber 17 Mart 1919’da büyük kongresini yapar.(4) İzmir, Aydın, Denizli, Muğla, Manisa, Balıkesir ve ilçelerinden kongreye katılan 165 delegeden, 37’si belediye başkanı, 37’si müftü idi. Kongreye katılanlardan biri de Denizli direnişini örgütleyen müftü Ahmed Hulusi Efendi idi. Bu müftü İzmir’in işgalinden dört saat sonra Denizli’de düzenlediği mitingde, düşmana karşı savaşmanın dinen görev olduğunu söylemiş ve cihad fetvasını buradan bütün dünyaya ilan etmiştir. Bu konuşma komşu il ve ilçelerde dalga dalga yayılarak fevkalade etkili olmuştur. Bu müftü bedenen ve ruhen Yunanlılarla savaşmıştır. Birçok silahlı birlik kurmuş, etrafa yardıma göndermiştir. Demirci Efe’ye sözünü geçirmiş, komutanlar arasındaki ihtilafı çözmüştür. Yani Müftü Efendi tam bir gerilla lideri gibi çalışmıştır.

Siyasî bir liderin düşünceleri ve karakteri bir devri doğru okumamız için önemlidir. Bu açıdan M. Kemal’in liderliği ve düşünceleri üzerinde durarak devam edelim: M. Kemal, bir Osmanlı subayı olarak Selanik’te İttihat ve Terakki’ye katılmıştır. Abdülhamid Han’ı indiren Hareket Ordusu’nda görevlidir. Buraya dikkat, çünkü yakın tarihte bu millete yapılan kötülükler Abdülhamid’in indirilmesiyle alâkalıdır. Daha sonra İttihatçılarla arası bozulmuş, Çanakkale’de yarbay rütbesiyle ihtiyat kuvvetlerinin komutanı olarak ve Anafartalar cephesinde önemli rol oynamıştır. Daha sonra paşa rütbesine yükselir. Fakat Suriye’de Yıldırım Orduları Komutanlığında aynı başarıyı bulamaz. Hırslı, tek adamlığa hevesli, komitacı, sefahate düşkün, ateistliğinde veya deistliğinde tereddütsüz, “İslâm Terakki’ye manidir ve Batı’yı rehber almalıyız” diye düşünen biri idi. Pragmatist, fırsatçı ve sabırlıydı. Babası hakkında tartışmalara ve Sabetayist olduğu iddialarına girmiyorum.

M. Kemal, Sultan Vahidüddin’in kendisini ordu müfettişi olarak görevlendirmesiyle ve İngiliz yüzbaşı Bennet’in imzasıyla Samsun’a çıkar. 1919 yılında Erzurum Kongresi yapılır. M. Kemal ise ordudaki görevinden alınmıştır, fakat Doğu Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir ona sahip çıkar ve Erzurum Kongresi’ne dahil eder. M. Kemal’e K. Karabekir’in sahip çıkması kritik bir önemi haizdir. Çünkü aksi durumda M. Kemal’in etkinliği kalmayacak ve hatta tutuklanacak idi. Erzurum Kongresi bağımsızlık yanlısı bir kongredir. Kürt aşiretlerin de desteği söz konusudur. Sivas Kongresi ise yazıldığı gibi olmayıp, Amerika veya İngiliz mandası konuşulmuş, M. Kemal de Amerikan ve İngiliz yetkililerle görüşmüştür. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Sivas Kongresinde bütün müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri bir çatı altında toplanmıştır.

İstanbul hükümeti temsilcisi Salih Paşanın Amasya’da M. Kemal’le görüşmeleri söz konusudur. İstanbul ve Anadolu birliktedir, Salih Paşa direnişte birlik sağlanması için Amasya görüşmesini yapmıştır. İstanbul’da 12 Ocak 1920’de Meclisi Mebusan toplanır ve Misak-ı Millî’yi ilan eder. İngilizlerin işgali ve baskısıyla Meclisi Mebusan kapanır (1 Nisan 1920). Ancak bu son görev Anadolu’daki mücadelenin tescili olur. Misak-ı Millî, millî yemin demek. Zaten İstanbul Meclisi kapanınca birçok sivil ve askerle birlikte Ankara’ya gider. Daha sonra İstanbul hükümeti ile Ankara zıtlaşacaktır. Siyasî iktidar kavgası olacaktır. İstanbul işgal altında olduğu için Ankara ümit olacaktır.

A. I. MECLİS
Anadolu’da işgale karşı kıyama geçen millet iradesi (buna İstanbul ve Trakya da dahildir) Ankara’da buluşur ve 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi toplanır. Hacı Bayram Camii’nde dualarla açılır ve hilafet ve şeriatı korumak ve Millî Mücadeleyi yapmak için yemin ederek göreve başlar. Meclise “büyük” denmesinin sebebi, İstanbul’daki meclis üyelerinin de katılmış olmasıdır. Katılımcılar açısından “en demokratik meclis” denir. Meclis başkanlığı için Meclis-i Mebusan’dan gelen Erzurum Milletvekili Celaleddin Bey ile M. Kemal yarışır. 160’a 159, yani bir oy farkla M. Kemal kazanır. Tabiî ki hilafet ve şeriatı korumaya herkes yemin etmiştir. Çünkü meclisin toplanmasındaki amaç budur.

Kısaca Millî Mücadeleyi ve Yunan Savaşı’nı yapan I. Meclistir. Ve I. Meclisteki muhalefeti temsil eden II. Grubun rolü ve yapıcı muhalefeti çok önemlidir.

I. Meclis, Millî Mücadeleyi yapmış ve bundan dolayı “Gazi” ünvanını hak etmiştir. Aralarındaki parti ve hizip ihtilaflarını bir kenara bırakarak zor dönemde önemli kararlar almış, bir kısım mebusları da bizzat cephede savaşmıştır. Temel hak ve özgürlüklere de riayet etmiş, İstiklal Mahkemelerine sınırlama getirmiş, M. Kemal’e tam yetkiyi de kısa vadelerle vermiştir. Lozan’da verilen tavizleri de sert bir şekilde eleştirmiştir. Meclisin işaretle parmak kaldırmayacak bu yapısını gören M. Kemal, 1 Nisan 1923’te erken seçim kararı aldırarak, Gazi Meclisi tasfiye yolunu tercih etmiştir. Bu ise Gazi meclise saygı ile bağdaşmaz bir durumdur.

Birinci meclisteki ikinci grubun varlığı ve muhalefetini yakından bilmemiz gerekiyor. Mecliste M. Kemal’in birinci grubuna karşılık liderliğini Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Beyin oluşturduğu ikinci grup vardı. İki grubun arasında fikir ve metod olarak şiddetli kavgalar oluyordu. Öyle ki ikinci grubun M. Kemal’e muhalefetiyle göze çarpan üyelerinden Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, siyasî bir suikaste kurban gidecekti. Bu ikinci grup Millî Mücadele ruhuna sonuna kadar sadakati ve Misakı Millîyi tavizsiz savunmasıyla tanınır.

Birçok mevzuya ışık tutacak şu tesbitleri Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan vermek istiyorum. Hem geçmişe, hem geleceğe bakış açısından pusula değerinde diyebiliriz. Şöyle:

“Sakarya’da Yunanlıları yendikten sonra -ki, yenilişlerinde asıl sebep, çizmeyi aşan Yunanistan’a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır-, İngiliz-Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek... Aşağılık bir devrim propagandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir. Gerçek şu ki, Anadolu dün jeopolitik durumunun imtiyazıyla paylaşılamadı; ve o gün bugün, Doğu ve Batılı emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda, politik, sosyal ve ekonomik bir statükoya göre ayarlı –Batıcı çizgide- bir düzen belirtiyor.”(5)

Bu mevzuda netice olarak bugünü de kapsayan şu hatırlatmayı yapmak istiyorum: Millî Mücadelenin gayesi Batının fiilî ve fikrî işgaline karşı istiklalimizi korumak olduğuna göre, gayesine ermemiş savaş bitmemiştir, diyebiliriz 1919’dan bu yana olan hâdiseleri, Türkiye’nin NATO’ya girmesinden, AB kapılarında sürünmemize, 1960-1971-1980 ve en son 28 Şubat 1997 darbelerini ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünü bu gözle görmek gerekir. Aktörler değişse bile işin altında yatan sebep Batı-İslâm kavgasıdır. Bazen kendi aralarında yani Batıcı unsurların ılımlı-keskin kanatları arasında da kavgalar olmaktadır. Fakat Türkiye’de temel çatışma İslâmcı-Batıcı eksenindedir. Bunu Cumhuriyetin kuruluşunda da ve bugün de görmekteyiz. Cumhuriyetin Batı yörüngesinde olmasına, halkın hissiyatıyla çelişmesine ve bilhassa dış politikada Batının tam güdümüne girmesine iki acıklı misal vermek istiyorum: Dünyada İsrail’i ilk tanıyan ülke biziz. Ayrıca Cezayir’in bağımsızlığına BM’de karşı oy veren ve en son tanıyan ülke biziz. Bu arada istisnalar da var: Mesela Kıbrıs Savaşı, emperyalistlere rağmen olmuş millî bir savaştır. Kore ise NATO’ya girebilmek için yapılmış tetikçiliktir diyebiliriz. Millî Mücadele ve İstiklal Savaşına gayesi açısından baktığımız zaman bu acı gerçekler karşımıza çıkmaktadır.

(Devam edecek)
 
Dipnotlar
1-Necip Fazıl Kısakürek, Vatan Dostu Sultan Vahidüddin, İst, 2012, Büyük Doğu Yay, s.171. Ayrıca bkz: Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası İnkılap Hareketlerimiz, İst, 2000, Emre Yay.
2-http://www.hurriyet.com.tr/vahdettin-e-hic-hain-demedim-38749018
3-Uğur Mumcu, Kâzım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan,İst,1994,Tekin Yay,s. 164.
4-Recep Çelik, Millî Mücadelede Din Adamları-1,İst, 1999, Emre yay, s.30-34.
5-Salih Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği, İst, 2004, İBDA Yay, s.49-50.


Baran Dergisi 594. Sayı

31.05.2018

Yazının 2. bölümünü okumak için TIKLA

Yazının 3. bölümünü okumak için TIKLA

Yazının 4. bölümünü okumak için TIKLA

Yazının 5. bölümünü okumak için TIKLA

Yazının 6. bölümünü okumak için TIKLA