Zaman akıp gidiyor, yüzler gibi sözler de eskiyor. Ve her defasında mevzuun yenilenmesi, daha önce söylenmiş olanın bir kez daha dillendirilmesi icab ediyor. Ama nereye kadar? Artık idrâk menopozundan çıkmak ve teşhisten tedaviye geçmek zaruret addetmektedir.
Kelimeler, belki bir yerde, kendi ömrünü farklı ağızlarda sürdürebilir. Ama insan öyle mi? Sayılı gün çabuk gelip geçiyor. Küfür, iktidarının devamını ‘düşmanlarının idealleri ve zaman algıları’ üzerinde oynayarak sağlıyor. Bunda da oldukça başarılı oldukları ‘kaç nesildir süren ve sonra yeniden sıfırdan başlamak zorunda kalınan’ İslâmî mücadeleden anlaşılmaktadır.
Meselenin çözümü, yapılması gereken iş ve kurtarıcı reçete hükmünde ‘ideolocya-tatbik fikir’ realitesi yaşadığımız sıkıntının en baş sebebidir. Ve bir de İslâmî bir dâvâ güttüğünü iddia edenlerin niyetlerindeki samimiyetsizlikleri, fikir ve aksiyon açısından güdüklükleri, herhangi bir risk faktöründe yahut ceplerini şişirecek menfaat durumunda davayı terk edişleri, yola çıktıkları insanları şu veya bu mazeretler arkasına saklanarak satmaları vs.
Zaman akıp gidiyor, kendinden zuhur diyalektiği tıkır tıkır işliyor, ya BİZ!
Durduğumuz yer neresi, kalbimizin derinliklerinde izlediğimiz ve arzu ettiğimiz yol hangisi? Kimiz biz, dilimizde ve görünüşte ne istiyoruz, gerçekte ne istiyoruz? Dilimizin istediği ile kalbimizin istediği aynı şey mi? Hangi fikre daha çok hizmet ediyor, hangi fikri yaşatmak için daha çok çalışıyoruz? Sahi, yaşadığımız hayatın DÜNYA GÖRÜŞÜ nedir? Bu rahatlığa ve olan bitene bakınca insanın aklına gelmiyor değil hani; Değiştirmeyi düşünmüyor muyuz yoksa?
Kalpler hasta!.. Nefsimizi muhakeme ve muhasebe hayatımızdan çıkmış gibi. Günlük telâşeler arasında dava adamlığı, olacak şey değil.
Çaremiz; kendimizi yenilememize kapı aralayacak bir muhatap anlayış ve oluş prensiplerini getirip önümüze koyduktan sonra ‘OL’ma ile ÖL’me arasında’ OLUŞ IZDIRABI’nı hissettirecek bir FİKİR, bir DÜNYA GÖRÜŞÜ… Bu fikri kuşandıktan sonradır ki kendinden zuhur ikliminde hayat bulunur. Bu fikri kuşandıktan sonradır ki gerçek anlamda mücadele sahasına çıkılır ve özlemini duyduğumuz sisteme kavuşulur.
Tohum; içinde, tat, renk, koku, boy, kıvam vs bilgisine sahip olarak toprağa düşer, akabinde ‘yağmur da büyütür onu güneş de’(S.M). Ve her bir tohum, kendi fıtrat ve mizacında, kendi toprak ve ikliminde, kendi arkadaş ve eş seçiminde hareket eder… A tohumunu kendisiyle fıtrat bakımında zıt B tohumuyla aynı toprağa ve yan yana ekerseniz bir diğerini yer bitirir, başka bir şey değil.
Kendi oluş şartlarını kendi içinde belli bir dünya görüşü çerçevesinde kıvamlandırmak; ÇEKİRDEK FİKİR… Kendisiyle hareket edebileceğin onunla meselelere bakabileceğin, çözebileceğin ve yine ÇEKİRDEKTEN ALDIĞI FİKRİ GERÇEKLEŞTİRMEYE MEMURİYET HİSSİ İLE kesintisiz çalışmaya devam edeceğin şeydir MUHATAP ANLAYIŞ…
Bu misalden hareketle başlığımızdaki manaya sarkacak olursak;
Büyük Doğu Mimarı’nın Büyük Doğu İdeolocya Örgüsü'ne Ek olarak kaleme aldığı ve Akıncı Güç-İbda Kadrosuna İthaf ettiği “İslâm'ı Yenilemek” başlıklı yazıdan mevzuumuzun özü;
“İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.
Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek...
Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.
İslâm, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi... Ona her ân biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik...
"Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır" hadisindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir. (NFK, İdeolocya Örgüsü, 503)
(İSLÂM – MUHATAP - ANLAYIŞ) DAVASI
İslâm’ı tanıma ne hacet. Değişme, ekleme ve çıkarma mümkün olmayan Allah indinde tamama ermiş makbul din. ‘Zıtlar arası muvazenenin üstün nizamı’(S.M., İslâma Muhatap Anlayış, 132)
Muhatap;Kendisine söz söylenilen kimse, kendisiyle konuşulan kimse. Hutbe de aynı köktendir, hitap da, hatip de; hitap eden, hutbe okuyan demektir...
Muhatap tedaileri; mensubiyet hissi duyan, mensup olan. Mükellefiyet (sorumluluk) sahibi olan ve muhatap olduğu şeyden edindiği – devşirdiği ile kendine bir dünya kuran…
Anlayış; anlama, akletme, kavrama, idrâk etme…
Bir toplum veya topluluktaki bireylerde görüş ve inanış etmenlerinin etkisiyle beliren düşünme yolu, düşünüş biçimi, zihniyet, mantalite. . Benzerlerinden ayıran özellik, konsept.
Anlama biçimi, görüş, telakki, anlama yeteneği, feraset, izan, zeka.
Anlayış meselesi nisbet davası ile de yakın ilgili.
Bir şeyler yapıyorsun yahut yazıp çiziyorsun yahut bir devlet ikame ediyorsun, neye nisbeten? Kimsin ve Nesin sen?
Anlamak!
İslâm'a bir müsteşrik gibi mi bakıyorsun? Muarızlarına laf yetiştirmeye çabalayan reformcu veya fikir yobazı akılcı, tarihselci, münkir karton adamlar gibi mi? Yoksa bir hukukçu yoksa yazar-çizer gibi mi? Ne anlıyorsun İslâm’dan, nasıl anlıyorsun? Takip ettiğin bir usul var mı?
YA DA İNANMIŞ VE TESLİM OLMUŞ BİR ADAM OLARAK MI? Sen İslâm'a nasıl bakıyorsun? O’nunla nasıl bir muhataplığın var?
Anlayış üzerinde biraz duralım, nihayetinde bizi asıl ilgilendiren hatta en çok ilgilendiren kısım burası.
İBDA Mimarı diyor;
“ «- Bütün işleri bir gayeye bağlayıp, her şeyde hâs ve hususî bir ANLAYIŞ sahibi olmak…»
Has idrak budur ve fikir planına bağlı olarak belirtelim ki, antitezleri çürüttükten sonra kendi nefsine dönüp, «Ben doğru olduğumu nereden bileyim?» diyecek kadar üstün bir keyfiyete ermeden bunun hakikatini anlamak mümkün değildir. Mutlak Fikrin gereklilik şartını kavramak ve tefekkürün İslâmî oluşundan bahsedebilmek, her şeyden önce bunun idrakıyla mümkündür… Nisbet şuurunun başı budur!”( (S.M. İslâma Muhatap Anlayış, 111)
İslâm kimsenin fikri, Kur’an da birilerinin -haşa- fikirlerinin dökümü değil ki, sözlerinin iki ara bir deresinde ‘Anayasamız Kur’an’ gibi muhteşem(!) tesbitler yapanlara itibar edilsin. Hakikatte SENİN İSLÂM’DAN KUR’AN’DAN ANLADIĞIN NE? Onu söylesene! Aslında farkında olmadan hem onu söylüyor hem de kendi keleşliğini açığa vuracak ya ‘Anayasamız Kur’an’ diyor…
Ucuz diyalektik zihinlerde cezb edici bir histe bırakınca ‘içi boş’ güdük bir yolculuk başlıyor; tâ ki, ‘daha bir adım atmadan niye çöktük ki!’ diyene kadar.
Fıkıh zarureti “İslâm-Muhatap-Anlayış” zarureti neticesi ortaya çıkmamış mıdır? Mezhepler yine aynı zaruret çerçevesinde zuhur etmemiş midir?
Dünyevî herhangi meseleye çözüm ararken “Kur’an-Sünnet- Kıyas- İcma” çerçevesinde mevzular gözden geçirilip daha sonra asıla ters düşmeyen ‘terkibi yeni bir hüküm’ ile yola devam edilmemiş midir?
Hepsi bir tarafa “yahu, işte sana devlet, hadi al bunu yönet” denildiğinde;
Yönetim şeklinden yöneticilerin seçimine, farklı din ve kavimlerin idare edilmesinden Ümmetin idare edilmesine, zina, katl, hırsızlık gibi had cezalarından fikir sanat sinema gazete, medya, eğitim, ordu, sağlık, maliye vs’ye kadar İslâm’dan yola çıkarak ve yine İslâm’dan zerre miktarı sapmadan ve ters düşmeden ‘şu şöyle olmalıdır bu böyle olmadır’ diye fikirler serdedilip bir eser haline getirilmeyecek midir? Eğer getirilecekse bunun bir adı olmayacak mıdır?
Diğer taraftan reformcusu, mezhepsizi, derme çatma fikirsiz demokrat İslâmcısı (nasıl oluyorsa), selefi bağnazlığı içerisinde boğulmuş gecekondu civcivleri, vehhabi sapkınlığı neticesi tahrife ve donmaya başlamış güya ‘saf din’ vs. Hepsi İslâm'a Muhatap Anlayış Davası yeterince sahiplenmediği ve hızlı ve süreklilik arz edecek şekilde hayata geçirilmediği için fidelenmiş ve şimdilerde de büyük bir fesat hareketi olarak fide vermiş değil midir?
Bunun, elinde bir mimari proje olmadan ‘şunu yıkayım sonra düşünürüz’ diyen ve ardından derme çatma bir gecekondu yapmaya kalkışan buna da ‘İslâmî Devlet’ diyenden farkı nedir?
Evet, İslâm’a Muhatap Anlayış davası çerçevesinde kendini ve idrakini yenileyemeyen, yenileme ihtiyacı duymayan ve meselenin ehemmiyetini anlamak yerine hipnozlandığı ‘dünya sarhoşluğu’ içerisinde idrak menopozuna girenler, bugün dine dış yüz cephesinden saldıranlardan daha tehlikeli bir duruş sergilemektedirler.
Çok mu açık oldu?
Yaşadığımız sıkıntıyı ve ‘İslâm’a Muhatap Anlayış Davası’ dediğimizde bön bön bakanları düşündüğümüzde olması gereken gibi geliyor.
Dil ve diyalektik bahsi. “Muhatap Anlayış Davası”nın olmazsa olmazlarından.
Diyalektik; fikri kendi zıddı olan fikirle karşılaştırarak, fikirden fikire yükselmek (S.M. İslâma Muhatap Anlayış, 137) Ve yine İbda Mimarından öğrendiğimiz veçhile diyalektik; fikrin kendisi değil, düzeni ve nizamıdır…
Bir nevi batılı haktan ayırma müessesesi. Saf fikre doğru yolculukta necis ve bozuk olanı arındırma metodu…
“Her inanılan şey zıddıyla ilişkili olduğuna göre, fikir kendi zıddını dışarıda bırakma hadisesidir ki, mevzuundaki «esas»a giden yolun düzeni olarak diyalektik, dışarıda bırakmanın da düzeni olur. Bu düzen yerine ve mevzuuna göre, metod, usul, çizgi, biçim ve şekil ifadesindedir.” (İslâm'a Muhatap Anlayış, 109)
Diyalektik muhatap olduğu fikrin hizmetinde ve şeklindedir. Kendisiyle hareket edeceğiniz İLK DOĞRU- DOĞRU DÜŞÜNCE yoksa diyalektik başıboş serseri mayın gibi nerde patlayacağı belli olmayan tehlikeli bir araca döner. Oysa kendisiyle birlikte hareket edebileceğiniz DOĞRU DÜŞÜNCE mevcutsa diyalektik bu defa FİKİR VE AKSİYON üretiminin sadık bir hizmetkârı olur. Şöyle ki;
İbda Mimarının; “Doğru düşünce olmadan düşünme faaliyeti olamaz” tespitinden tedailerle, demek ki doğru düşünce olmadan doğru aksiyon da olamaz. Doğru düşünce olmadan doğru amel de olamaz ve bu manada doğru bir yaşam tarzı da olamaz. Ve son olarak doğru düşünce olmadan ortada bir dilde olmayacağı için mesele de konuşulamaz.
O halde!...
İBDA Mimarından devam edelim; “Her dünya görüşü ayrı bir dil ve bu dünya görüşüyle sarkılan her mevzu, varlığın muhtevasından şuurun çıkardığı ayrı bir dil kurma… Bir ağaçta, kök, gövde, dal, yaprak ve meyve, nasıl birbirlerinden farklı kemiyet ve keyfiyet içinde bir ağaç bütününü teşkil ediyorlarsa, İslâm'a muhatap anlayışın dünya görüşü ve onunla sarkılan meseleler de, mevzuun getirdiği kemiyet ve keyfiyet farklılığı içinde İslâm'a muhatap anlayışın bütününü teşkil eder. Bu anlayış bütünü de, herşeyin Allah’ın emirleri içinde fanî ve gaip olması ölçüsüyle, isimlendirme dışında müstakil bir hüviyet belirtmez.” (S.M. İslâm'a Muhatap Anlayış, 132)
Sebebler ve neticeler. Kelimeler ve mânalar. İslâm'a Muhatap Anlayış Davası örgüleştirilmiş haliyle gündeme oturtulması, tartıştırılması ve kabiliyetlerin ortaya çıkmasının gözlenmesi gereken bir vazife. Fikir ızdırabı çeken müstesnalar için ise ‘ölümcül’ derecede acil olması gereken. Zaman geçiyor, iyi insanlar iyi atlara binip göç ediyor, cins kafalar cins fikirlerden haberdar olmadığı için bilinmez diyarlarda çürüyüp gidiyor. Fikre muhatap olanlar fikrin gerektirdiği edep ahlâk ve aksiyon sorumluluğunu yeterince yerine getirmediği için, genç nesiller arada eriyip gidiyor. Ve batı kendi kurduğu ‘hedefsiz çatışmaya dayalı diyalektik ile” gündemi meşgul ederek ömrünü ve iktidarını sürdürüyor.
Kurtarıcı Diyalektik bu çerçeve de Yüzyılın Diyalektiği ve netice itibari ile BATAKLIĞI KURUTMA, ORTALIĞI SARMIŞ ÇAMURU DEFETME diyalektiği…
Yüzyılın diyalektiği; Kendinden Zuhur Diyalektiği.
Gelecek yazımızın konusu da bu olsun.
Hatırlatma; başlık olarak seçtiğim mevzulardaki fikirler hatası şahsıma ait olmak üzere benim o mevzudan anladıklarımdır, yoksa o mevzuun «dır ve tır»larla neticelendirilmiş sonu değil.
Baran Dergisi 397. Sayı