Mesele konuşmak, fikir konuşmaktır. Mesele konuşmak, kaal değil hâl ehli olup, meydan yerine dikilmektir. Mesele konuşmak, ‘SIR İDRAKİ’ çerçevesinde kendi sırrı peşinde KENDİ OLMAK, davasına sahip olup fikir ve kavgada BEN VARIM diyebilmektir. Mesele konuşmak, birinin dediğini diğerinin tekrar etmesi veya ezberlenerek tekrar edilmesi değildir. Mesele konuşmak, ‘dua’ nisbetinde, Allah’tan neyin, niçin ve nasıl istenebileceği şartlarına erişme, liyakat sahibi olma ve duanın kabulünü icrâda arama gibi mesuliyet hissini kuşanma demektir. Bu minval üzere meselemiz, ERKEK OLMAK MESULİYETİ.
Son yüzyılda İslâm dünyasında diğer bir çok alanda olduğu gibi bu alanda da mesuliyet hissi kaybolmuş, yitirilmiş çok az ve güzide bir kesim hariç Müslüman ‘erkek’ olma vazifesi, gereği gibi yerine getirilmemiştir. İslâm cemiyet hayatı bu mesuliyet hissi ile hareket eden “İNSAN”lardan mahrum kalmıştır. Erkekliği sadece cinsiyet üzerinden değerlendirerek hayvanî iştihalar peşinde koşan, kadın peşinde koşmayı, gezmeyi ve ‘his iptaline’ sebebiyet verecek derecede görünüşü erkek ama ruhen kadınlaşmayı normal yaşam tarzı olarak algılayan yeni bir nesil zuhur etmiştir. Bunlar ne ‘dönme’dir ne de başka bir şey. Ancak şurası kesindir ki, erkeklik mesuliyet ve şuurları dumura uğratılmış, damızlık ve köle olma dışında tüm duyguları iğdiş edilmiştir. Liberalizm kendine muhatap kabul ettiği erkeği kadınsılaştırmış, kadını ise erkeksileştirmiştir. Kadın, kadın olma güdüsüyle hareket etmediği, edemediği için ruhundaki nizam sarsılmış, erkek, erkekliğin cinsî olmanın ötesinde apayrı bir mana ve fetih anlayışı ile çevrildiğini idrak edemediğinden fethe memur olduğu şeyin esiri olmuş ve “erkeklik şuurunu” yitirmiştir.
Diğer taraftan “İslâmî kesim” diye adlandırılan topluluk yahut gruplarda ise mesuliyet hissinden kaçıcı ‘kadın-tesettür-çalışma’ üzerinden bir dil geliştirilmiş ve neredeyse bütün meselelerin hem çözümünün hem de mevcut kötülüğün kaynağı kadın ve onun sebeb olduğu ‘fitne’ olarak gösterilmiştir. Ve birçok defa erkek hep gözden kaçırılmış ya da yeterince değinilmemiştir. Yine ‘cihad’, ‘kavga’, ‘nefs-terbiye’ meselesi konuşulurken de ‘kadın’ merkezî bir figür olarak ele alınmakta ve mevzular onun etrafında işlenmektedir. İşte “kadın şöyle olursa, kadın böyle olursa, kadın kadın” vs. Peki, erkek nerede? Cemiyet hayatından mesul olması gereken erkek, fethe memur erkek, kılıç kullanan erkek, sokakları iffetli ve izzetli kılacak erkek, camileri ağzına kadar dolduracak erkek, haksızlık ve zulme karşı meydanları inletecek, bileği ve yüreği kuvvetli erkek, onlar nerede? Daha net soru; dünyanın dört bir tarafında Müslüman kadınlar kirletilir, Müslüman kızlar seks köleleri haline getirilir, çocuklar ve bebekler doğranırken ümmetin erkekleri nerede? Ve bu erkekler hangi işlerle meşgul?
Kadınları istismar eden, kadınları cemiyet içerisinde başıboş bırakan, yine aynı kadınlara ‘anne’, ‘veli’ yahut ‘kardeş’ muamelesi yapmayan, onları her çeşit pisliğin ve sömürünün içine atan, terk eden, tüketen, müşteri olan, kullanan, satan ve bütün bunları yürüten rejimi muhafaza eden ‘erkek’ler değil mi? Diğer taraftan ülkelere bakın; hangisini kadınlar yönetiyor? Kamu kurumlarına, partilere, cemaatlere bakın, hangisi kadınların elinde? İktisada ve diyanete bakın, ne kadarı kadınların elinde?..
Cemiyet hayatından, devlet ve millet inşasından, güvenlik ve imar vazifesinden kim daha çok mesuldür? Erkek mi, kadın mı? Bugün kimler üzerine düşen mesuliyeti yerine getirmek ve iddia ettiği ‘dava’nın kavgasını vermek yerine kadını suçlayarak çözüm üreteceğini sanıyor? Diğer taraftan, bütün ticarî anlayışını kadın üzerinden pazarlama üzerine kuran emperyalist ve kapitalist unsurların saldırılarına karşı kim İslâm'a Muhatap Anlayış zaviyesinden hem kadını hem erkeği aslî olması gereken merkeze oturtuyor? İdeolocya'nın temel kitabından takip edecek olursak; “Bu inkılâbın kadınları, erkek veya horoz gördüğü yerde kukumavlaşan veya kaçacak delik arayan eski nesil kadınlarından hiçbirine benzemeyecek; Saadet Devrinin ulvî kadınlığına eş olarak, kendisine kutsî ölçünün, yasak etmediği her noktada boy gösterecek; ve esasen kaçsalar da, gelseler de, otursalar da, kalksalar da, giyinseler de, soyunsalar da, ne erkek ve ne horoz, onları dinî edep ve eda dışında görmeye imkân bulamayacaktır.
Bu inkılâbın kadınlarında vakar, hayâ, iffet, mâna, şahsiyet, edâ, öyle cömert bir ifadeye bağlayacaktır ki, dünyanın en havaî erkeği bile yüzlerine bakarken ürperecek, onlara karşı hürmetten başka bir şey duymayacaktır.” (NFK, İdeolocya Örgüsü, sh. 126)
Erkeğin mesuliyeti bu nizamı kurmak ve yaşatmak değil midir? Erkek bütün bunları yerine getirmek varken ne demeye başkasını suçlayarak çözüm üretme derdindedir? Korkaklık mı desek, kadınsılaşmanın getirdiği ‘fethedilmeye açık olma-esareti gönüllü kabul etme’ davranışı mı gösteriliyor desek? Ne desek acaba?
Mesele topluluk hakikati çerçevesinde, başıyla ve sonuyla bir dünya görüşünü ihtar etmiyor mu? Bunun mücadelesini ve kavgasını yapmayı izzetli ve iffetli yaşam için şart koşmuyor mu? Ne yani; hem liberal sistemde yaşayacaksın, demokrasi, insan hakları bilmem ne türünden sunî-yapay mavallar okuyacaksın, hem de her şeyin yerli yerinde olmasını ümid edeceksin! Olacak şey mi? Bugün başını Batı ve Yahudi'nin çektiği çete F. Gülen, Y. Öztürk gibi şahsiyetleri de kullanarak Anadolu Gençliğini ‘hadım’ etmeye kalkışmıştır. Bugün yaşanan hareketsizlik, duyarsızlık, hissizlik ve ne yapacağını bilememe ve teslimiyet tavrı bu ‘hadım’ edilişin neticesidir.
‘Erkek olmak mesuliyet ve ahlâkı’ insanımızda bir şuur halinde eksik, bir irfan halinde eksik, bir hâl olarak eksik, bir kavga olarak eksik. Erkeği zihninden avlayıcı ve onu fikir üretemez, hareket edemez hâle getiren en önemli uyuşturucu ‘şehvet’ ve ona bağlı olarak ‘kadın figürü’dür. Batı ve Emperyalizm, işgal ettiği ülkeleri sömürebilmenin, gençlerini ve idarecilerini kontrol edebilmenin yolunu onların bu duygularını tahrik etme sayesinde yaparlar. Cemiyet hayatında ‘nizam-ahlâk-izzet’ arayışı içerisine giren erkekleri ise aşağılamak, itibarsızlaştırmak için her şeyi yaparlar. İftira dâhil her çeşit yola başvuran emperyalizm ve Siyonizm'in yine bir numaralı dayanağı bu duygular ve onların tahriki ile ele geçirilen zihinlerdir. Meseleyi anlaşılır kılma ve derinleştirme adına Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan zarif bir iktibas; “Tasavvufta, nefsimiz dişidir. Nefs, erkek ve kadın cinsi, şuurlu benliğimizi, yahut kalp hakikatinde bitişik ruhun mukabil kutbunu gösteren bir kavram. Bu çerçevede, cinsiyet olarak kadın ve erkek, “insanî hakikati’ yerine koymaya memur” (…) Kıvam ve ruhî muvazene meselesine, tıbtan kıyasen güzel misâl: “Bütün maddeler zehirdir, ilâcı zehirden ayıran dozudur!” (İnsan-Erkek ve Kadın, sh. 11-12)
Evet, erkek ve kadın şeklinde İnsan’ın halife olarak vazifelendiriliş şuuru ile cemiyet hayatına bir nizam vermek isteyen İslâm, hep bir itidali, kıvamı, orta yolu öne çıkarır. Hâli hazırda ‘İslâm zıtlar arası muvazenenin üstün nizamıdır’ tanımı da teslim olduğumuz mühim hakikatlerden biridir.
Misaller:
İlki Endülüs’ten;
Endülüs Müslümanlarının muhteşem bir maziden sonra kardeş kavgaları, fesat kumkumasına yenilişleri ve bunun neticesi olarak çöküşleri oldukça iç acıtıcıdır. Hele ki o ayrılış sahnesi. Endülüs'ün son Hükümdar'ı şehri terk ettikten sonra, bir tepeye çıkıp artık uzaklarda kalan sarayını görünce, gözyaşlarını tutamamıştır. İzzetli ve ferasetli bir mü'mine olan annesi, nefsine hâkim olamayan Hükümdar'a şu tarihî sözleri söylemiştir;  “Oğlum! Zamanında erkekler gibi çalışıp çarpışmayan sana, şimdi kadınlar gibi ağlamak yaraşır!
Irak’tan;
Irak’ta Amerikan zulmünde tecavüze uğrayan, kocası çocuğu şehit edilen kadınlardan birisinin feryadı TV’lerde bir dönem günlerce gösterilmişti. Yüreği ve imanı olana çok şey anlatan o söz; “Resullulah (ASM) bu ümmetin kadınlarını erkeklerine emanet etmedi mi? Nerede bu ümmetin erkekleri? ”
Erkek olmanın nasılına dair bir başka misalle yazımızı noktalayalım:
Tarih: 25 Mart 1926. Musa Bey’in oğlu İzzet Bey, yeğeni ve bir adamı, “Kösor dağlarındaki çatışmada, 100’den fazla –sözlü tarihe nazaran 125- Kemalist rejim neferini telef ettikten sonra” öldürülür, başları kesilir, Muş’a getirilir ve «Musa Bey’in kız kardeşi Gülnaz Hanım’a psikolojik zulüm yapmak maksadıyla, kesik başlar jandarma karakolunda yere dizilir ve tanıyor musun hikâyesiyle davet edilir... Gülnaz Hanım vakur bir edada içeri girer, ellerinin tersi belinde, kesik başlara yaklaşır... Ayağıyla İzzet Bey’in kafasını iter: “Bu benim kardeşimin oğludur!”... Sonra ikinci kesik kafayı ayağıyla iter: “Bu da benim oğlumdur!”... Üçüncü kesik kafaya gelince, mahzun bir şekilde mırıldanır: “Buna yazık olmuş, hizmetkâr-askerdi!” Ve başta kumandanları olmak üzere orada bulunanlara çalımla döner: “Erkek, koç gibi bıçağa gelmek içindir!” der... Ve oradakilerin buz tutmuş sükûtu içinde, aynı vakur ve çalımlı eda ile çıkar gider!..» Ninesi Gülnaz Hanım’ı böylece anlatan, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu... 
Baran Dergisi 424. Sayısı