Zaman anların sayımı-toplamı. İnsan tek ânda yaşar. Bir var bir yok, bir var bir yok ve yoktan vara vardan yoka doğru oluş o kadar hızlı ki, biz kendimizi yahut çevremizi, tüm âlemi hep var zannediyoruz. Zaman sırra ilişik; Allah’tan olma hikmetine binaen malum bir meçhul.
Bizde aksederken karıştırdığımız kısım;Vakit!..
Bu çerçevede mânâmız, varoluş kavgamız; zamanın hakkını verebilmek ve bu hakkın ne olduğunu fark edebilmek ile yakın ilgili. ‘Ben Kimim’ davasına sımsıkı bağlı olarak, yeryüzüne geliş gayemizin ‘niçin ve nasıl’ını idrak ve “iş içinde eğitim” şeklinde tezahür planına çıkarmak ise rolümüz… Kelimeleri çetrefil hale getirip zihinleri daha baştan yorma derdinde değiliz, ancak kendimizi ifade de oldukça zorlandığımızı ve şu birkaç kelimeyle kafamızın içinde dönen fikirlerin bir parçasını hiç olmazsa sunalım istedik. Nihayetinde hizmetinde bulunduğumuz, yahut bulunduğumuzu sandığımız Büyük Doğu-İbda dünya görüşünün muhatabı olmakla bile nasıl bir ideal ve mesuliyet altında olduğumuz gören göze aşikâr. İçten içe liyakat ve mücerred oluş ızdırabını bünyeleştirmemizde bu mesuliyetin getirdiği vicdan sarsılmasının sonucu... Kendimizi aşma derdindeyiz, iyi ve en iyiye gıpta ile bakmakta ve daha hızlı koşanın peşinde gitmekten hayâ etmemekteyiz. İnancımızdan kaynaklanan fikrimiz var, fikrimizden kaynaklanan aksiyonumuz var. İBDA cephelerinden bir cephe, hatasıyla sevabıyla kendi dil ve üslubuna göre BD-İBDA çatısı altında hareket eden ‘ÇEKİRDEK EKOLLER’den bir ekol olarak kendimizi takdim edersek yanlış yapmış sayılmayız.
Derdimiz; Büyük Doğu ve İbda Mimarlarının örgüleştirip sistematize ettiği ölçüler çerçevesinde keyfiyet sahibi olmak. İlimde, fende, ahlâkta, edebte, sanatta ve ileri atılışta keyfiyet sahibi olmak ve bağlı olduğumuz dünya görüşünü etrafımızı çepeçevre kuşatan ‘eşya ve hadiseye’ tatbik edebilmenin çilesini çeken şahsiyetler olmak. Bu, elbette şu anki olduğumuz hâl kadar değil de, olmamız gereken ‘orijinal şahsiyetler’ olarak. Tek ve en önemli şart; KEYFİYET SAHİBİ OLMAK.. Büyük Doğu Mimarının ifadesiyle mevzuumuzun içinde bir sıçrama yapacak olursak “Şahsiyetçiliğimiz, nasıl insanlar arasında ibdâ çilesi çeken sınıfı imtiyazlandırma dâvasından ibaretse, keyfiyetçiliğimiz de, insanî verim çerçevelerini, üstün bir kıymet hükmüne bağlama işi… Keyfiyetçilik; bütün insanî verim şubelerinde, (çok)tan ziyade (tek)in kanunları üzerinde derinleşmek; her iş vâhidini, onu saran mücerret oluş cevherine göre değerlendirmek dâvası…” (NFK, İdeolocya Örgüsü, 180)
Mesele kemmiyet değil, keyfiyet davası ve yine kemmiyeti keyfiyete göre değerlendirme çabası olduğuna göre şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Batılı güçlerle birlikte, Yahudi’nin ve mevcut rejimin en önemli hedeflerinden ve düşmanlarından biri olduk. Anadolu merkezli dinî, ilmî, ahlâkî olan ne varsa saldırmak istediklerinde bizi hesaba katmadan düşünemediler. Ve bu mânâda hep oyunlarını bozduk, işbirlikçiliklerini deşifre ettik, halk üzerine kurmak istedikleri teslimiyetçi dili imkânlarımız nisbetinde kırdık. Dünya genelinde yürütülen bir projenin Türkiye ayağını çetesiyle birlikte deşifre etmemiz malum çevreleri oldukça rahatsız etti. Hali hazırda ‘Paralel Çete’ diye adlandırılan bu çetenin zulmü, bu çetenin icraatlarından kaynaklanan mağduriyetler hala devam etmektedir.
İlk sayımızda Irak Devletinin kahraman lideri Saddam’ın şahadeti dergimizin kapağına taşınmıştı. Nereden nereye dercesine gelinen nokta, Batı’nın sistem olarak yalpalamaya başladığı, işgalcilerin tel tel döküldüğü bir zaman dilimi. Ancak Batı batarken ‘demokrasi ihracı’ gibi hayalî-ütopik bir sistem teklifi ile girdiği her yeri yağmalamış, milyonlarca insanı katletmiş ve yurtsuz yuvasız bırakmıştır. İslâm coğrafyasında artan uyanış hareketleri, bu zulüm ve işkencenin hesaplarını sormaya başlamış ve savaşı Batı’ya taşıma girişimlerinde bulunmuştur. Son sayımızda kapağımıza taşıdığımız Fransa’daki Kuaşi kardeşlerin o muhteşem kıyamı, bu mânâda bütün nesillere ve mücadele azmiyle tutuşanlara güzel bir misal oldu.
Adımızdaki mânâyı ilk sayımızda şöyle ilan etmiştik; “Baran... Erkek ismi... Baran, kelime olarak, “Şiddetli yağmur ve rahmet” demek... Allah’ın güzel isimlerinden biri de EL-BÂRÎ... “Bar” ve “ân” olarak ayrı okunursa, “her ân Allah” da diyebiliriz. Bizim zikrimiz fikrimiz olduğuna göre, her ân Allah’ı anmak, eşya ve hadiseleri her ân tevhid sırrında toplayabilecek bir dünya görüşüyle ve bunun diyalektiğiyle mümkün ancak. Yoksa Allah’ı kuru kuruya anmış oluruz; Allah’ı anmak ve ilâ-yı kelimetullah, “BD-İBDA İslâm’a Muhatap Anlayışı”yla gerçekleşir. İslâm’a Muhatap anlayışı rahmet bulutu gibi yağdıran iki isim: Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu... Eşya ve hadiseleri teshir edip yorumlayabilmek, harekete fikrin damgasını vurabilmek, yani Allah’ı birlemek. İBDA’ya muhatap anlayışımızla bunu hadiseler içinde, dinamik plânda gösterebilmek.” (Baran, 1.sayı)
Ve geçen vakit; 9 yıl… Mücadele tarihimiz içerisinde oldukça önemli bir tarih aralığı… 2006’dan başlayıp günümüze sarkan olağanüstü hadiseler zinciri; Ergenekon operasyonları, Arap Baharı, Gülen-Paralel Çete'nin yaptığı operasyonlar, rejimin temel dinamiklerinden Osmanlıca, ilköğretimde Kur’an dersi, Tesettür serbestliği, Suriye ve Irak Savaşının kangrene dönüşü, 17-25 Aralık çokuluslu çetelerin Paralel Çete vasıtasıyla yapmayı planladığı darbe girişimi, ABD’de yaşanan ekonomik kriz neticesi Wall street isyanı ve siyahî bir ABD vatandaşının öldürülmesi neticesi ABD’de tutuşan özgürlük ateşi ve hepsinden önemlisi Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun yeniden yargılanma çerçevesinde özgürlüğüne kavuşması. Bütün bu gündemler boyunca hep önde olmaya, hem konuşturan hem de konuşan olarak meydan yerinde olmaya gayret ettik. Tarihte güzel izler bıraktığımıza inanıyoruz. Mânâsına sahip olmadığımız iş ve amelin ne satıcısı ne de pazarlayıcısıyız. Kendi aksiyonumuzu kendimiz üretme ve kendi istidatlarımız boyunca görünme derdindeyiz. Bu mânâda ‘marifet iltifata tâbidir’ hikmetinden hisse sahibi olduğumuzu düşünüyoruz. Ancak bunun doğuracağı enaniyetin zerresi ile bile lekelenmemek için, daha iyisini yapabilmemiz ve bayrağı daha yükseğe kaldırmamız mümkünken hâla bir takım sıkıntılarımızın olduğunu açıkça ilan ediyoruz. Biz hep daha iyiye tâlibiz, ne yerimizi ne de hâlimizi her daim ‘makam’ gibi görmedik, görmüyoruz. Bizden sonra gelenler bizden daha iyi olsun diye çalışıyoruz. Büyük Doğu bayrağı ‘yükseğe, en yükseğe’ dikilsin diye gayret ediyoruz. Elbette bu yolda rejime esirler verdik, elbette bu yolda düşenler oldu. Ama yolumuzdan çok şükür dönmedik. Ebu Dücane Hazretlerinin kılıcının üzerindeki beyitte yazılı olan her daim dudaklarımızda yazılı idi;
“Korkaklıkta zillet, utanç; ileri atılmakta, izzet, şeref vardır. İnsan, korkaklık etse bile; kaderinden kaçamaz. ”
Eksik gedikleri olmakla beraber ve daha iyiyi yapma arzu ve heyecanı her daim mahfuz olmak üzere şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, dün bizim yaptığımız ve yazdığımız birçok şey bugün birileri tarafından taklit edilmektedir. Elbette bundan rahatsız değiliz; hali hazırda Kumandan'ın yıllar önceden tesbiti ile açık ve net biliyoruz, düşmanımız da dâhil; aksiyonlarını bizden alıyorlar… Gelinen nokta; dergimizin de bağlı olduğu Büyük Doğu-İbda Fikriyatı'nın surlarda açtığı gediklerden topluluklar halinde geçmek. Halkın muradı asıldır. Bu koşu, bu yürüyüş ASIL olana varıncaya kadar devam edecektir. ASIL hayata geçmedikçe de hiçbir sahte teselli halkı tatmin etmeyecek ve her çürük iş sadece bünyeyi değil, o işe el atanı da perişan edecektir. Nihayetinde hiçbir şey aslı gibi olamaz. Bu sebeble kurtuluşunda, idaresinde, eğitiminde, kahramanında aslına muhtacız. Derdimiz bu, çaremiz İslam… Yolumuz bu çerçevede; İslâm’a Muhatap Anlayış.
Geçen 9 yılda kadromuzu zaman zaman yeniledik, güç ve kan kaybetmeden, şaşmadan yolumuza devam ettik. Yürüyen Büyük Doğu hükmünde Kumandanımız her daim başyazarımız olmak mevkiindeydi. Ve dergimize Büyük Doğu nefesi ve hissi veren O’ydu. O’ndan aldığımız cesaret ve ilhamla onun etrafında şekil almaya, O’na akis olmaya çalıştık-çalışmaktayız. Bu mânâda aldığımız vazife Mütefekkir'in şu ifadesinde; “Davayı, estetik, diyalektik, ideolojik ve politik sahalarda beslemek ve ocaklaştırmak... Meydana gelemeyişlerin sırrını kendi 'antitez'inde göstermek ve ortada ne kadar zaaf varsa davan lehinde semerelendirmek... Asla küçük ve bücür oluşlara ve erişlere yanaşmamak, sahte tesellilerle miskinliğe kapılmamak... 'Hepçilik'ten vazgeçmemek ve zerrece taviz vermemek... Strateji ve taktik dilinden anlamak ve taviz vermemeyi öküzlük etme sanmamak... Millet tarlasını, ünüformalı ve ünüformasız genç fidanlar ve yeni ekinler halinde donatmak... Yepyeni bir diyalektikle muazzam bir kültür ve telkin savaşına girişmek, gerektiği yerde gerekeni yapmak, sır dolu bir strateji yolundan istikbalini hazırlamak...” (S.M. İslâm'a Muhatap Anlayış,)
Yola Çıktık Bir Kez Hedefe Varmadan Nefes Almak Yakışık Almaz.
NE DUR NE DURAK/ ENGELCİLERİ EZE EZE (S.M)
Baran Dergisi 419. Sayısı