“Her şeyin her şeyle ilgisi var” hikmetinden mülhem üzerinde bulunduğumuz iş, eşya ve etrafımızda gelişen hadiselerin idrakinde olma hâli. Olmamız ve kuşanmamız gereken en önemli keyfiyet. “Müslüman üzerinde bulunduğu işin zamanı içindedir” hikmeti ise kulaklarımıza sessizce fısıldanan ZAMAN SIRRI… Her şeyin bir zamanı var, ama her şeyin! Gerçekte hiçbir şey yeniden varolucu değil. Herşey bir defa varoluyor; BİR’lik sırrı. Canlı cansız bütün varlıklar ve bütün âlemler hepsi ‘eşi ve benzeri olmayacak şekilde tek ve birler. Çünkü onları yaratan varlık EŞSİZ ve BENZERSİZ. Madem bu böyle; zaman geri dönülemez, döndürülemez bir “ânlar zümresi”. Tek bir ân da yaşamak ve o “ân”ın hakkın vermek… Aşk, vecd ve acziyet hâlindeki idrakin birleştiği yahut birleşiyor gibi hissedildiği nokta; ân sırrı… Ben bu “ân”ın hakkını verebildim mi? Zaman şuuru, zaman idraki… Ân’ın hakkını verebilmek zaman idrakiyle mümkün. Sahabe-i Kiram anlatıyor; “Hiçbirimiz bir defada Kur’an’dan çok sayıda âyet öğrenmezdik. Bir defada Kur’an’dan sadece on kadar âyet öğrenir ve onları hemen uygulardık. Yani bizim Kur’an’ı öğrenmemizle onu uygulamamız birlikte olurdu.” (Taberi, Camiu’l Beyan)
İş içinde eğitim; yap öğren, yap öğren, daha iyisini yapmak için daha çok öğren… FİKİR ve AKSİYON ilişkisi… Doktor adayının bütün ilaç isimlerini, tıbbi alet edevat adlarını ve çeşitli hastalıkların belirti ve tedavi şekillerin ezbere cinsinden bilmesinin, uygulamaya geçirilmediği sürece, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Hele hele DAVA adamlığı bahsinde “ben yazayım o oynasın” türü bir MÂNÂ DOLANDIRICILIĞINA zerre miktarı teveccüh söz konusu değildir. İŞ İÇİNDE EĞİTİM; Kolaycılığı ve malumatfüruşçuluğu fikir üretme yahut fikir konuşma zannedenlere zarif bir tedbirdir. Daha ileri gidelim; “FİKİR” den le, kendi korku, endişe ve beceriksizliğini örtme girişimi adına “FİKİRLE YAPMALIYIZ” hakikatini bir tekerleme misali ağzında sakız gibi çiğneyen “FİKİR KAÇKINI” sahteyi ‘samimi’den ancak “İŞ İÇİNDE EĞİTİM” yani “kavga içinde eğitim”de ayırabilir, eleyebiliriz. “Ben yazmak için yaratılmışım” türü hedonizm duvarlarını çatlatan, FİKİR maskesi takarak FİKİR ve AKSİYON kaçkınlığı yapanlar, İŞ İÇİNDE EĞİTİM ifadesinden oldukça rahatsız olurlar. Çünkü bir işe davet edilmeleri onların hiç hoşuna gitmez. Elbette biz burada İŞ derken sadece ŞİDDET oranı yüksek mevzulardan bahsetmiyoruz. Hatta ŞİDDET içeriği kısmı bahsini ettiğimiz yahut sorumluluğunu hatırlattığımız İŞLERİN binde biri bile değildir. Peki, biz iş içinde eğitim derken hangi işleri murad ediyoruz? Üstad’dan takip edelim: İdeolocya Örgüsü’nden “Keyfiyetçilik” bahsi; “Şahsiyetçiliğimiz, nasıl insanlar arasında ibdâ çilesi çeken sınıfı imtiyazlandırma dâvasından ibaretse, keyfiyetçiliğimiz de, insanî verim çerçevelerini, üstün bir kıymet hükmüne bağlama işi…
Keyfiyetçilik; bütün insanî verim şubelerinde, (çok)tan ziyade (tek)in kanunları üzerinde derinleşmek; her iş vâhidini, onu saran mücerret oluş cevherine göre değerlendirmek dâvası…
Nabzında, maddî ve manevî her verimin ana cevherine nüfuz etmek kaygısı çarpan keyfiyetçilik, her şeyin, saf, halis, gerçek ve daimî cephesini arar; ve saflık, halislik, hakikilik ve daimîlik çizgilerinin kurduğu dört köşe çerçevedir ki, keyfiyetin tecelli plânını bulur.” (İdeolocya Örgüsü, 349)
 Hiç soluk almadan Kumandan’ın “İdeolocya ve İhtilâl” adlı eserinden mevzuumuzla alakalı yaptığımız iktibasa bir göz atalım; “Kendimizden başlayarak insanımızın düşüncesinin genel fikir çerçevesine kendi dünya görüşümüzü yerleştirmek…” (İdeolocya ve İhtilâl, 110)
Her iki iktibası ‘emir’ telakki edip ve yine bu telakki neticesi ‘ancak doğru düşünceden hareketle doğru düşünce faaliyetinde bulunacağı’mıza göre, iş içinde eğitim aynı zamanda İdeolocya’yı yaşamak demektir. İdeolocya tartışmasız ve kesintisiz İslâm’a sımsıkı bağlı ve kendini bu ölçü ile çerçevelemiş olduğuna göre, demek ki iş içinde eğitim aynı zamanda İslâm’ı yaşamak demektir. Burada hemen hatırlatalım İslâm’ı yaşama derken günümüz ‘ham yobaz kaba softa’ ve büsbütün dünyadan kopmayı dindarlık zanneden ve namaz, oruç zekât hac’dan başka ibadet bilmeyen avamî idraki kast etmiyoruz. Devlet ve millet çapına erebilmiş Asrısaadet örneğinden hareketle İŞ İÇİNDE EĞİTİM yani İdeolocyayı yaşamaktan bahsediyoruz.  Vazife ve ahlâk şuuru… Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun deyişiyle; “Eşya ve hadiseler zemininin sürekli yeni olması, eşya ve hâdiselerin zaptı memuriyetinin de sürekliliğini vurguluyor. Burada insanın rolünü öz olarak ifade edersek; insan ‘hareket içinde hareket eden’ bir görev yüklenmiştir.” (İdeolocya ve ihtilâl, 50)
O’nun için var olduğumuza göre; O’nun rızası ve O’nun emri doğrultusunda yaşamaya memur ve mecburuz. Derdimiz yahut günümüz insanının derdi işte bu: İSLÂM’I YAŞAMANIN NASILINDA… Günümüz Müslüman’ı İslâm’ı yaşayacak ama nasıl? Buna Büyük Doğu-İBDA dışında derli toplu cevap veren kimse yok. İşte İŞ İÇİNDE EĞİTİM bu çerçevede BÜYÜK DOĞU-İBDA’nın yaşanması anlamına gelir ki, bu kısımda gevezeliklere ve onbaşı tarzı atmasyonculuklara yer yoktur. Üretip ortaya koyduğun iş ne? Yaşadığın hayat ne? diye sorulan sorular, fikirsiz atmasyoncuyu, işsiz güçsüz palavracıyı derdest eder. Gaye elbette insanları derdest etmek yahut pişmiş kelle misali cascavlak açıkta bırakmak değil; gaye FİKİR ve AKSİYON’un ucuz ve basit ağızlarda cazibesini ve ehemmiyetini kaybetmemesini sağlamak ve yine hakiki ve samimi olanı sahte ve mânâsına sahip olmadığı fiili satanı devre dışı bırakmak. Çünkü bu tipler sadece zihinleri kirletmez, görüntüyü de kirletirler. Her ne kadar daha farklı bir mesele için söylenmiş ise de Kumandan’ın şu sözlerinde aradığımız birçok şeye cevap bulabiliyoruz: “ ‘Akan su pis tutmaz’ hükmünün belirttiği mânâya ters düşen şabloncunun, zamanı nefsinde kokutan ve davayı içeriden çökerten durumu; ve ‘temizlik imândandır’ hikmetince mücerrette de pisliğin hareketsizlik demek olduğu anlaşılmıyor mu? Ve tabiî, İdeolocya manzumesi hâlinde (ahenginde) iç içe düşünmenin doğruluğu ve zorluğu ile, ölçüleri alt alta sıralamayı marifet sayan şabloncunun işportacı şivesindeki ucuzluk… Aradaki fark hecelenmiyor mu?” (İdeolocya ve ihtilal, 51)
Kumandan’ın eserinden yaptığımız bu iktibasla yazımızı noktalamış olalım. HAYIRLI ‘İŞ’ LER…

Baran Dergisi 433. Sayı