19. Yüzyıl Aydınlanma Felsefesi ile birlikte hususi olarak Descartes’in felsefi anlayışı ve Newton’un doğa bilimlerine yaptığı katkı ile birlikte doğa bilimlerinin kendi alanı dışında kültürel ve sosyal hayatı etkileyici ve belirleyici hale gelmesi birçok sonuçlar doğurmuştur.
Aydınlanma Felsefesi ile birlikte yüzlerce yıldır insanları manevi yönden etkileyen dinin yerine bu boşluğu doldurucu bir ahlâk koyma telaşesine düşülmüş; fakat bir türlü bu sahayı gerektiği şekilde dolduramamış ve bütün teknik gelişmelere rağmen tekniğe hâkim kılıcı bir maneviyat verememişlerdir.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın arkasındaki asıl etken insanlıktaki bu yeni manevi arayıştan doğmuştur, denilebilir. Bu yüzden Aydınlanma Felsefesinin düşük çocukları sosyalizm, faşizm, komünizm, liberalizm -yani Batı menşeli ideolojiler- yüzünden çıkan savaşlarda birçok yıkım olmuş, gelmiş geçmiş tüm tarihi serüvenden belki de daha çok insan ölmüş ve yaralanmıştır. Rönesans’tan sonra ortaya çıkan Aydınlanma Felsefesi ile birlikte idealleştirilen Hümanizm insanlığı en çok tehdit eden unsur haline gelmiştir.
Doğa bilimlerindeki olağanüstü gelişmeler bir yandan bilgimizi arttırırken diğer yandan da daha öğrenecek çok şeylerimizin olduğunu gözler önüne sermektedir. Doğa bilimlerindeki ilerleme bir problemi çözerken diğer yandan bizi yeni problemlerle baş başa bırakmaktadır. Günümüz doğa bilimcilerinin son yüzyıldaki yukardaki söylediklerimize uygun olmayan ilerlemesi, kendilerini her şeyi hallederim anlayışında görmeleri bizleri bir çıkmaza sokmaktadır.
Pozitivistler bilgiyi olgulara (obje) bağlarken süjeyi (gözlemci) gerektiği şekilde dikkate almamaktadır. Hâlbuki bilginin oluşması için bilen (süje) bilinen olgu (obje) ve ışık unsuru (doğru düşünce) olmadan doğru düşünce faktörü olmaz, birliğini sağlayamamaktadırlar. Pozitivistler her şeyi olgulara indirerek insanı olgulara mahkûm etmektedirler. Yine pozitivistler doğayı eşya ve hadiseleri incelerken (fizik, biyoloji, kimya vb.) ilimlerdeki esas usul ve kuralları kültürel ve sosyal ilimlere de yönlendirerek haddini aşmaktadır. Biz biliyoruz ki kendi sınırları içerisinde kalmayan her şey başka yerlere göz diktiğinde hem kendine hem de gittiği yere zarar verir. Kültürel ve sosyal ilimlerdeki olgularla doğa ilimlerindeki olgular nitelik ve nicelik olarak farklıdır. Duygu, düşünce ve irade faaliyetle içe ve dışa yönelen insan doğa bilimlerindeki mekanik ve kesinliği kültürel ve sosyal bilimlerde yakalayamaz. Doğa bilimlerinde akıl ve zekânın kuşatacağı mekanik ve kesinlik nesnelliği gösterirken kültürel ve sosyal ilimlerde inanç ve dünya görüşünün devreye girmesiyle doğa bilimlerindeki nesnellik ortaya çıkmaz.
Nitekim iktisat ilmindeki arz-talep dengesi, fiyat eğrisi gibi bir takım kurallarla birlikte son dönemde iktisat ve davranış (ahlâk) arasındaki ilişkinin tespit edilmesi, iktisat ilmindeki pozitivist anlayışın iktisat ilmini dar bir çerçeveye soktuğunu, nihai mânâda davranışların iktisat ilmindeki öneminin tespitiyle pozitivistler gibi insanı merkeze alarak iktisat ilmini yönlendirmesi pozitivist anlayışa indirilen bir darbedir. Nihayetinde ahlâk ve vicdanı güçlü insanların vatan ve millete dair yüce duygular duyanların vurguncu, karaborsacı, fırsatçı olmadıkları göz önüne alındığında toplumun huzur ve güvenliği daha iyi olmaktadır.
Pozitivistlerin iddia ettiği gibi bilim adamları asla tam anlamıyla nesnel olamazlar, her bilim adamı olgulara yaklaşırken belli bir değer yargısıyla yaklaşır. Şunu unutmayalım insanlar bildiği için inanmaktan daha çok inandıkları ölçüleriyle bilme yoluna giderler. Nitekim Karl Popper şöyle bir ifadede bulunmaktadır: “Bilimdeki nesnelliğin, bilim adamının nesnelliğine bağlı olduğu düşüncesi tamamen yanlıştır. Doğa bilimcinin sosyal bilimciden daha nesnel olduğu kanısı da, yine büyük bir yanılgıdır. Doğa bilimci de diğer insanlar gibi taraflıdır; hele kendi düşünceleri karşısında -eğer sürekli yeni düşünce üreten o azınlıktan değilse- ne yazık ki fazlasıyla olumlu bir taraftarlık sergiler.” Karl Popper’a göre bilimsel nesnellik farklı ekol ve görüşlerin belli bir zeminde tartışmaları ile ortaya çıkar.
Karl Popper’a göre toplum bilimlerinin temelinde problem çözme vardır. Bu yüzden bilimsel düşüncenin yöntemi de problem çözmeye dayanır. Klasik doğa bilimi bunu kavrayamamış bilimsel yöntemin işleyişini gözlemle başlatmıştır. Bundan dolayı doğa bilimleri doğa ile ilgili birçok bilgi edinmemizi (bu bilgi bizim doğaya hâkim olmamızı sağlar) sağlarken sosyal bilimler sahasında çaresiz kalması kaçınılmaz olur.
Doğada belli kurallar zinciri vardır ve matematiksel ifadelere uygunluk gösterir. Mesela su yüz derecede kaynar.
Toplum ise tam bir çelişkiler yumağıdır. Bu yüzden toplum bilimlerini pozitivist ölçülerle anlamlandırarak, izah edemeyiz.