7 Ekim 2023 tarihli Aksa Tufanı, İslâm inkılâbının önemli bir eşik taşıdır. Yahudi evinde vurulmuş, teknolojik hâkimiyetin de bir sınırı olduğu gösterilmiştir. Hamas ve mazlum Filistin halkı ne bedel öderse ödesin, başarılı bir huruç hareketi olmuştur. 7 Ekim’den sonra dünyanın çehresi değişmiştir ve bu değişim devam edecektir.
(27.6.2024 tarihinde Bursa-Orhangazi’de gerçekleşen, “Gâzi’den Gazze’ye: Bir Nefes” programında Kâzım Albayrak’ın yaptığı konuşmanın tam metnini yayınlıyoruz.)
Değerli Misafirler!
İnanç ve amel sistemimiz olan İslâm, parçalanamaz bir bütündür, zerresi feda edilemez. İslâm’a bir bütün, küll olarak inandığımız gibi eşya ve hadiselere bakışımız ve duyarlılığımız da bir bütünlük arz etmeli ve dünyanın neresinde olursa olsun, bir Müslümanın ayağına batan dikeni hissetmeliyiz! Bu doğrultuda Mutlak Fikir-Mutlak Hakikat’ten hareketle çağımızda fikir ve aksiyonumuzu belirlemeliyiz.
İnanç sistemimizden dolayı Avrupa’nın liberalizm, evrensel ilkeler gibi söylemlerine başvuramayız, onların demokrasi yalanlarından da medet umamayız! Kendi değerlerimizle, kendi değerlerimizi yeniden keşfederek ayağa kalkabiliriz ancak. Kendimiz olmadan başkalarını olduramayız. İslâm inkılâbının eşik taşı olmadan, İslâm âleminin oluşumuna da gerçek mânada bir katkımız olamaz.
Çağımızda Müslümana en çok lâzım olan ise İslâm’ın tatbiki için gereken sistemli fikir yani dünya görüşü olup Üstad Necip Fazıl, bu ihtiyacımızı karşıladığı temel eseri İdeolocya Örgüsü’nde şöyle diyor:
“İslâm, 500 yıl kılıcı elinde tutan Türkiye’de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye’de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine dair ilâhî bir ihtar…”
Yüzün üzerinde eser bırakan Necip Fazıl’ın Yahudilik-Masonluk-Dönmelik isimli bir eseri de olup Tanzimat’tan başlamak üzere İttihat ve Terakki ve Cumhuriyetle birlikte Batıcı devrimlerin ya doğrudan ya dolaylı olarak Yahudilerin planları olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca o, muvazaacı-ıslahatçı anlayışları da reddederek şeriattan zerre taviz vermeden İslâm inkılâbını hedeflemiş ve istikametlendirmiştir. Şunu da belirtelim ki Büyük Doğu fikriyatını kuran ve bir nesil yoğuran Necip Fazıl’ın fikrî yönü, sanat yönünden daha baskındır. Nereye gideceğini bilmek için nereden geldiğini bilmenin lüzumu açısından ifade edelim ki Büyük Doğu ideali, İslâm’ı cemiyete hâkim kılma mücadelesinin sonucu değil, o mücadelenin doğurucusudur.
“Yahudi şu kadar kötüdür, bu zulümleri yapmaktadır” diye şikâyet ve sızlanmaktan öte, içimizdeki Batıcı ve Yahudi sever unsurlara odaklanmamız, dünyaya nizam teklifimiz ve adalet götürebilmemiz için şarttır. Meselâ Yahudi şirket mallarının evlerimizi bu kadar işgâl etmesine karşı, şimdiye kadar neden sessizdik? Keza medyada veya kültür ve sanat alanlarında Yahudilik veya onların uzantısı olan kültür emperyalizmine karşı hangi güçlü ve sistemli karşılığı verebildik? Yoksa demokrasi ve insan hakları söylemleriyle mi oyalandık? Dininin, dilinin, tarihinin, namus ve iffetinin, alın teri ve çalışmasının takipçisi ve intikamcısı, yani hesap sorucu bir nesil olmalıyız. Kuru itiraz ve sadece muhalefetten ibaret kalmamalı, çözüm tekliflerimizle de ortaya çıkmalıyız.
Konuşmamın başlığı, “İslâm inkılâbının sıçrama taşı Filistin”dir. Bu isimlendirme, 70 cilde varan İbda fikir sisteminin kurucusu mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun, geliri Filistin’e yollanan 1988 senesindeki imza gününden mülhemdir. Mâlum, “İslâm inkılâbı” Necip Fazıl’ın planladığı ve gençlikten beklediği büyük zuhur ve değişimin adıdır. İslâm inkılâbını şöyle özetleyebiliriz:
Aile, mektep, gençlik, hukuk, müsbet bilgiler, güzel sanatlar ve bunun gibi her alanda toplumun İslâm potasında erimesi ve yücelmesidir.
Büyük Doğu davasına bağlı olan ve onu yürüten Mirzabeyoğlu, “İşkence ve Filistin Meselesi” konferansında açık yüreklilikle şu özeleştiriyi yapmıştır: “Dünyada gördüğünüz her türlü haksızlık, bizim adam olamamamızdan kaynaklanmaktadır; bunun suçluluk duygusunu hissetmenizi istiyorum. (…) Bugün dünyada Müslümanların başına gelenler, biz millet olarak tarihî misyonumuzu kaybettiğimiz için, bizim yüzümüzden gelmiştir.”
Biz, bir şeyler yapıyoruz. Samimi gayretler var. Ancak neden olmuyor? Zira ıslahatçıyız ve karşı olduklarımıza onların şuur süzgeçleri, yani onların sistemleri içinde karşı oluyoruz. Halbuki bize özgü sistemli fikir ve hareket olmalı. Fikir ve aksiyonda amaç ve hedefleri belirlenmiş bir hareketten bahsediyorum. Ve bunu tamamlayan nizam-ı âlem fikrine bağlı bir rejimden bahsediyorum. O zaman bütün çabalar bir havuzda toplanacağı gibi dünyadaki Müslümanların dağınıklığını da gidermeye yönelik doğru adımlar atılmış olur.
Her şeyden önce evrensel ilkeler, demokrasi, milletlerarası hukuk gibi palavraları bir kenara bırakalım. Emperyalizmin güdümündeki dünyaya fikirde ve fiilde isyan edelim. Kısaca, “Dünya yoksa, biz varız!” diyelim. Bunu da Hak davanın bir fedaisi olarak yapalım. Tıpkı “Mutlak Önder”in sahâbîlerinin dört bucağa İslâm’ı yaymaları gibi. Bunun özeti, “Ben varsam, davam vardır!” anlayışıdır ki, zaten Üstad Necip Fazıl, Büyük İslâm İnkılâbının kaldıraç noktası olarak Anadolu’yu işaretlerken bu anlayışı ve ahlâkı vurgulamıştı
Ahlâk ve fikir demişken şunu belirtelim ki İslâm’ın değerleri yanında Batı’nın ve oradan gelen laiklik veya liberalizmin ne değeri olabilir ki? İslâm âleminin gözü Türkiye’nin üzerindeyken, bizim gözümüzün dışarıda olması yahut oyun-oynaşta olması ne derece doğrudur?
Faaliyetlerimiz, lâfta ve görünüşte değil, inanarak, çilesini çekerek olmalı. Desinler diye mal ve bedenimizi ortaya koymak değil, desinler diye ilim öğrenmek değil, nefsimizi yüceltmek için faaliyet yapmak ise hiç değil, yani ümmete faydalı işler yapmaya bakmalıyız. Bunun için bir fikir ve ideal sahibi olmalıyız. Ticarî işlerimiz dahil bütün amelimiz, samimiyet ve Allah rızası temelinde olmalı ki, Allah’ın lütfu ve bereketi olsun. Ayrıca, “iyi olalım, güzel olalım” edebiyatıyla tatmin olmayalım, bilakis içimize kadar girmiş, aile ve mektebimizi ifsat etmiş Batı emperyalizmini, kültür emperyalizmini kovalım. Seküler ve materyalist temeldeki düzene ve uygulamalarına karşı duralım. Bu uğurda iğne ucu kadar olsa nefsimize yük yükleyelim. Çünkü çilesi çekilmeyen hiçbir nimeti Allah bize vermez.
Hiçbir Müslüman, kâfir düzende Müslümana yer gösterilmesini kabul etmez. Müslüman düzende gayri müslimlere yer gösterilebilir ancak. Kısaca biz, ev sahibiyiz, misafir değil! Bu arada ifade edelim ki içimizdeki olumsuzluklara bakıp moral bozmayalım, zira onlar bizim için gübre değerindedir, sıçrama vesilesidir.
Şunu da açıkça söyleyelim ki Müslümanlardan başka çağa ve insanlığa söyleyecek sözü olan kimse yoktur. Bundan dolayıdır ki Anadolu insanı 7’sinden 70’ine kadar bu dava ateşiyle yanmaya ve dünyayı bu ateşle meşale gibi aydınlatmaya memur olduğu gibi mecburdur da. Böyle mukaddes bir vazifenin zevk ve heyecanını duymalı, buna lâyık olacak işler içinde olmalıyız. İslâm inkılâbını inşallah bizler gerçekleştireceğiz. Dünyaya da İslâm’ın kılıcındaki merhamet ve adaleti de göstereceğiz inşallah.
Dünyayı, başını ABD ve İsrail’in çektiği Yahudi-Hristiyan kırması aşağılık bir sınıf yönetiyor. Rusya ve Çin de bazen çatışma hâlinde olsa bile bu sisteme dâhil. Kader sırrı olarak şunu belirtelim ki Hak veya bâtıl hangi kutupta olursa olsun, Allah çalışana veriyor. Zira Ô’nun imtihan ve hikmeti bunu icap ettiriyor. Bizim, Anadolu’dan başlayarak dünyaya yeni bir nizam teklifi ile zuhur etmemiz şart. Bunun fikir, iman, aşk ve heyecan olarak potansiyeline sahibiz. Yeter ki tarihî misyonumuza yeniden dönelim. O zaman, bakın, bütün kapılar bize açılacaktır!
7 Ekim 2023 tarihli Aksa Tufanı, İslâm inkılâbının önemli bir eşik taşıdır. Yahudi evinde vurulmuş, teknolojik hâkimiyetin de bir sınırı olduğu gösterilmiştir. Hamas ve mazlum Filistin halkı ne bedel öderse ödesin, başarılı bir huruç hareketi olmuştur. 7 Ekim’den sonra dünyanın çehresi değişmiştir ve bu değişim devam edecektir. Askerî güçler arasında büyük orantısızlık var, ancak örgütüyle bütünleşen ve vatanını savunan mübarek Filistin halkı var. Tabii bu dava Gazze’de kalacak bir dava değil. Bu savaşın nerede biteceği belli değil. Askerî mütefekkir Clausewitz, “Savaş belirsizlikler ve tehlike alanıdır; savaş, sis ve alaca karanlıkta ilerlemektir” diyor. İsrail-Filistin savaşının neticesini bilemeyiz, ancak şu ân burada bu mekânda bu savaş vesilesiyle bir aksiyon, bir dayanışma içinde bulunmaktayız. Bu savaş vesilesiyle şu görüldü ki, dünya büyük bir değişime gebedir ve mevcut sistemler sürdürülemez. İşte bu noktada Türkiye, tarihî rolüne ve asıl kimliğine yeniden davet edilmektedir. İnşallah beklenen, beklentilere cevap verecektir ve dünyanın rengi bizim elimizde değişecektir.
“Pazarlıksız olarak kim Allah ve Resulü diyorsa, biz ondan, o da bizdendir!” anlayışına sahibiz! Arap deyince aklımıza Hamas, Kassam Tugayları ve El Fetih geliyor. İşbirlikçi Arap ülkeleri gelmiyor. Türk ve Kürt deyince de Kudüs’te işgalci Yahudi askerini bıçaklayan ve şehit olan Hasan Saklanan geliyor, böyleleri geliyor, Batıcı maymunlar gelmiyor. Biz ümmetçiyiz ve dünyaya sunacak bir mesajımız var. Kavimler İslâm potasında erimek zorundadır. Aksi hâlde kurtuluş yoktur bize!
Hakikî ümmet hâline nasıl geliriz? Bunun ıstırabını duymalı ve buna layık olmaya çabalamalıyız! Allah gayret edenlere verecektir. Allah’ın Sevgilisi 27 gaza etmişler ve bunun 9’unda bizzat savaşmışlardır. Onun, “Ben rahmet peygamberiyim” sözü bilinir, ancak O, “Ben harp peygamberiyim” diye de buyurmuştur. İslâm’da kılıç ve kalem beraber yürümüştür. Âyet ve hadislerde de işaret edildiği üzere cihada dönmeden bize kurtuluş yoktur.
Diğer yandan, sözü yerde bırakmamalı ve küçük-büyük demeden bir şeyler yapmalı! ABD-Yahudi emperyalizminin tekerine çomak sokucu işler yapmalı! Bir kere Filistin’e maddî yardımı arttırmalı, Yahudiye destek veren malların boykotu ısrarla sürdürülmeli, siyasî, askerî, iktisadî, kültürel sahalarda kendi öz sermayemizle bir şeyler yapmalı, bunun mucibince davranmalıyız. Devlet ve hükümeti de baskılamalı, ancak her şeyi devletten beklememeli, aktif rol almalıyız.
Madem ülkemize sahip çıkarak işe başlayacağız, o zaman bizim de mahalle baskısı oluşturmamız gerekiyor. Onlar bize karşı Gazze’de çoluk çocuğa bomba yağdırırken demokrat mı oluyorlar ki, biz de onlara karşı demokrat olalım? Bizim kimseden ahlâk dersi almaya ihtiyacımız yok! Bizler çağlar üstü Mutlak Fikrin bağlılarıyız, sadece Allah’a karşı eğiliriz. Türkiye’deki siyasî, iktisadî, hukukî, ahlâkî kavganın temelinde yatan sebep, Batı emperyalizmi ile İslâm arasındaki mücadeledir. Bunu unutup rehavete dalmak, evimizi, ailemizi, dinimizi, dünyamızı kaybetmek mânasına gelir. Bizi, devamlı parayı düşünen ve sekülerleşen yani dünyevileşen bir toplum yapmak istiyorlar. Zaruretlere kimse bir şey diyemez; ancak devamlı parayla yatıp kalkan bir toplum olmamalıyız. Hani vicdan, hani ahlâk, hani kardeşlik ve dayanışma?
Biz kendi ideolojimizi, kendi eğitim sistemimizi talep edeceğiz, ruhumuza uygun kalıbı bulacak ve giyeceğiz. Bugün gelinen noktada bize biçilen Kemalist gömleği zaten yırtıp attık. Ancak bunun kültürel iktidarı, estetik idrak sahibi nesilleri gerekiyor. İnşallah sizler olacaksınız! Bilmiyorum, farkında mıyız? Biz, bakan yer değil, bakılan yeriz. Yani seyirci değil, oyuncuyuz, oyun kurucuyuz! Hakikî bir millet ancak böyle olabiliriz. Dünyadaki mazlumların derdine de ancak böyle derman olabiliriz.
ABD-İsrail ve Batı’nın, sömürgecilikle beraber yürütülen misyonerlik faaliyetleri ile teknoloji hayranlığı dahil her türlü kültür emperyalizmine karşı, ayrıca din ve aile müessesesine yapılan saldırılara ve sinir uçlarımızla oynanmasına karşı, bizim de savunmada kalmayıp taarruza geçmemiz, hak ve hakikat kutbu olan sağlam fikrî yapımızla karşılık vermemiz icap etmektedir.
Her şeyden önce kendi öz nizamımızı kurmalı, içeride fikir ve aksiyonda sağlam olmalıyız. Bu minvalde söylüyorum ki, Büyük Doğu ideolojisi, sömürü ve zulüm düzenine isyan edişin ve Hakkın Divanı’nı yeryüzünde yeniden kurmanın adıdır. Necip Fazıl Kısakürek’in içtimaî ve siyasî rejim teklifi Başyücelik modeli bunun içindir. Başyücelik devlet ve idare mefkûremiz, İslâm tarihinin devlet tecrübelerinden süzülmüş, başkanlık ve parlamenter sistemlerin iyi yönlerini almış, ancak toplumun en seçkin idrak çilekeşlerini yönetime taşımış, kendine özgü ve bizim için mükemmel bir modeldir. Madem Anayasa tartışmaları yapılıyor, özümüze ve değerlerimize göre ideal model buradadır. Bu modelde “Yüceler Kurultayı” vicdan, “Başyüce” iradedir ve iki ana kuvvetin iş ve fikir kaynaşmasından doğacak vahdet, demokrasilerin varamadığı ve varamayacağı nizamlı hürriyetle, demokrasilere zıt ve bütün şekillerin başaramayacağı hür disiplini, âhenkli bir şekilde temsil eder.
Demek ki hem içeride neslimizi koruyacak hem dışarıya karşı bizim “Yeni Dünya Düzeni” teklifimiz olarak emperyalizme kafa tutacak bir rejim, bir modele ihtiyacımız bulunmaktadır. Öyle ki, Başyücelik modeli bir davası olan Müslüman için yeme-içme kadar hayatî önemi haizdir. Bu mesele, dost ve düşman kutuplarımızın bilinmesi, selefilik, modernizm ve reformizmin bilinmesi, Ehl-i sünnet’in neden Doğru Yol/Kurtuluş Yolu olduğunun bilinmesi ve onu yürütecek içtimaî ve siyasî bir fikriyat ve hareketinin şart olduğu açısından da mühimdir. Kuru kuru İslâm ve Ehl-i sünnet demek değil, onu yürütecek fikir sistemi ve bunun hareket sistemi, ilâ-yı kelimetullah davasının vasıtası için gerekmektedir. Zira fikirde usul, ilimde usulden daha ehemmiyetlidir. Yani sistemli bakış açısı olmadan yapılan faaliyetler kadük kalmaktadır.
Netice olarak, “İslâm âlemi, İslâm dünyası” diye dışımızda bir şey aramayalım. Çünkü yok! Söyle düşünelim: İslâm âlemi biziz, biz Anadoluyuz! “Ben varsam, davam vardır.” anlayışı şuurlaştığı zaman, İslâm’ın aksiyon nesli mekân olarak Anadolu’da tecelli edecektir. Yani biz varsak İslâm âlemi var, biz yoksak İslâm âlemi diye bir şey yok! Zaten Müslüman coğrafyanın beklentisi de Türkiye üzerindedir.
Sözlerimi burada bitirirken, “Gâzi’den Gazze’ye Bir Nefes” programını tertip edenlere teşekkür ederim. Allah’ın selâm ve rahmeti O’na ve Resulü’ne tâbi olanların üzerine olsun. Hepinizi saygı ve muhabbetle selâmlarım.
Aylık Baran Dergisi 29. Sayı, Temmuz 2024