Hıyanet en affedilmez suçlardan, öyle ki yerine göre cinayet affedilebilir ama hıyanet asla unutulmaz. Çünkü ihanette emniyet hissinin temelden yıkılması söz konusu…
Bize yapılan hıyaneti bu kadar derinden hisseder ve haklı olarak ömür boyu unutmazken aynı hissiyatı emanete sadakat hususunda göstermemiz gerekir. Öyle ki Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan kişidir ve mü’min kelimesinin mânâsı da emniyete kavuşandır. Peygamber Efendimizin lakabı da “el emin”dir. Allah’ın selamında da emniyet mânâsı vardır ve selamdan sonra sohbet daha iyi kurulur.

Her şeyden önce Allah’ın kitabında ifade edildiği üzere, dağın taşın yüklenmediği ilahî emaneti insan kabul etmiştir. İnsan, ilâhî memuriyeti taşımakla yükümlü ve emanete sahip olduğu müddetçe de hıyanetten korunur. Emanete sahip olmayanların birbirine ihanetleri de kolay olur. Çünkü, insanlar arasındaki ilişkilerde ölçüler kalmayınca herkes herkese ihanet etmeyi meşru görmeye başlar. Emniyet hissi de ortadan kalkar. Günümüz manzarasında olduğu gibi. Fetö ihanet çetesine yıllardır hoşgörü ile bakılması, emanete sadakat duygusunun zayıflığındandır. Ilımlı İslâm ve diyalogçuluk, İslâm’a ihanet değil miydi?

Allah Resûlü buyuruyor: “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı ve  Resûlünün sünnetidir.” Üstad, son asırların perişan hâlini vicdanından gelen bir sesle ifade ediyor: “Mukaddes emaneti ne yaptınız?” Kısaca söylersek mukaddes emanet, Topkapı Sarayında teşhir edilen eşyalar değil, insan olmanın ve emniyetle yaşamanın gereği olan Allah ve Resûlünün hükümleridir. Bunları aramızdan kaldırıldığımızda barbar ve vahşi kabilelerden farkımız kalmaz; herkes birbirinin gözünü oymaya ve kuyusunu kazmaya bakar.

Ruh ve nefs kutuplarından yaratılan insanda hem sadakat hem hıyanet duyguları var. İnsan hangisini gerçekleştirirse öyle biri olur. İnsanî duyguların başı emanete sadakat duygusudur. Öyle ki en basit işimizde bile dürüst, sadık ve emin kişi olmalıyız. Başkasının malına, canına, ırzına karşı emin olduğumuz gibi ilahî huduta karşı da emin olmalıyız. Emanet her şeyden önce gönül temizliği işidir ve kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkalarına yapmamaktır. Hele Allah ve Resûlüne karşı edepsizlik zincirleme insan ve toplum ilişkilerini bozar ve cemiyette emniyet hissini kaldırır.

Emniyet hissinin kalkması ise hayatı yaşanmaz hâle getirir. Mutlak ölçülere bağlılık olmadığı zaman idare eden meşruluğunu ortaya koyamamaktadır. Beşerî kaynaklı sistemlerin düştüğü durum budur. İdare edenler tarafından, “aramızda müşterek olan ölçüler neler olacaktır?” sorusu tutarlı cevaplanmazsa münasebetler de sağlıklı yürümeyecektir.

Fikir sistemine (İslâma Muhatap Anlayış) sahip olmayanlar eşya ve hadiseleri yorumlarken bocalamaya ve savrulmaya başlarlar. Bu ise daha sonra ihanet çukuruna yuvarlanmayı kolaylaştırır. Ölçü, endaze kalmayınca insanın nerede duracağı belli olmaz. Bu açıdan BD-İBDA islama muhatap anlayışı Kurtuluş Yolu’na bağlılığın ölçüleri olarak emanete sadakatimizin ve varoluşumuzun anahtarıdır. Emanet ve anahtar olarak, her şeyden üstün görmemiz gereken değerler sistemidir; cemaatçilik ve hizipçilik değildir.

Nefsimizden, teşkilat ve cemiyetimizden ve hatta devletimizden dahi yüce göreceğimiz Mutlak ölçülerdir. Mutlak ölçüleri çiğneyen cemaat ve sair yapılanmaların zalim olduğu açıktır. En son Fetö yapılanmasında görüldüğü gibi. Devlet de ilahî ölçülere nisbetledir, yoksa devlet kendibaşına kutsal değildir. Şunu da belirtelim ki, devletsiz kalmamak için ulul emre itaat başka şeydir, onu putlaştırmak başka bir şeydir. Yani bizde faşizan devlet anlayışı olamaz.

İnsana ve mümine yakışan emniyet ve sadakattir. Devlet müesseseleri eşkıya yapılanması gibi olamaz. Hukuk bunun için.  Hakk’ın hukuku çiğnendiği yerde de hukuk tecelli edemez ve bunun birçok zulüm örneklerini görmekteyiz. İster İslâmî isimde olsun, ister gayri İslâmî isimde olsun.

Mutlak ölçülere sımsıkı bağlı “ölçülendirme ölçüleri” ise insan ve toplum ilişkilerimiz için gerekli olandır. Yoksa Batının ve kapitalizmin iflas etmiş fikirleriyle yeni bir sistem kuramayız. Her şeyden önce bunun yeni bir insan davası olduğunu anlamalıyız. Bu anlaşılmazsa bir hain yapılanma bertaraf olur, başka bir hain yapılanma doğar. Demek ki hepimizin uymakla mükellef olduğu müşterek ölçüler gerek. Şahıs veya zümre diktatörlüğüne gidilmemesi, paralel yapılanmalar, çeteler oluşmaması için. Moda tabirle söylersek, yeni paradigma gerek.

Şeriatte hırsızlık suçunun cezasının el kesme olmasının sebebi hıyanet özelliği taşımasıdır. Emniyeti suiistimal ve kişinin güvenilmez oluşu söz konusudur. Olay basitinden aldı, cebe indirdi değildir. Şu hususu da vurgulayalım ki, hırsızlık ve diğer suçlardaki cezalandırma, İslâm devletinin maişet ve emniyet ortamını ve cemiyet nizamını tesis etmesinden sonradır. Günümüzün ortamında ise bu mesuliyetler yerine getirilmemektedir. Her iki taraf (devlet ve fert) emanete sadık davranmamaktadır. Yukarıdakiler kitabına uydurarak hırsızlık yaparken ve esasında düzen de bunun üzerine kurulurken, yani mukaddes emanete sadık davranmazken, aşağıda yakalananlar hangi kıstasa göre cezalandırılacaktır?

“İşi ehline vermek” ve “emanetin sahibine verilmeyişinin kıyamet habercisi” oluşuna dair ölçüler malum. Can, canan, mal, mülk, ilim, silah vs. her şey emanet, idare makamları da emanet. Hz. Ömer halife olunca şöyle demiştir: “Ey insanlar! Ben, Allah ve Peygamberimize itaat ettiğim sürece, siz de bana uyun ve itaat edin. Doğru yoldan saparsam, kılıçlarınızla beni doğrultun.” Birleşecek ortak noktaları ne güzel ifade ediyor. Meşruiyetin kaynağını da gösteriyor.

Günümüzde savunmasız birinin malını yemek veya çalmak neredeyse olağan görülse ve “devlet malı deniz, yemeyen domuz” anlayışına gelinse bile bütün bunlar emanete hıyanettir. Başkasının emanetine saygısı olmayanın kendi emanetine saygı beklemesi ne derece tutarlıdır? Başkasının emanetini kendi emanetimiz gibi görmek sadakat borcumuzdur, bu da insan olmak demektir. Büyük Doğu’nun yürüyen hali İBDA’nın sadık, doğrulayan ve şahid vasfıyla tebarüz etmesini, bizim de şahidlik ve sadıklık vazifemiz olarak ifade edelim. Yani, BD-İBDA’yı inkârcılardan olmayalım ve de nefsimize göre yorumlamayalım. Şeriatten kıl kadar feda edilemez anlayışı içinde ölçüleri fikir namusu olarak görmeliyiz. Ehl-i Sünnet ölçülerine bakışı bize kazandıran İslâma muhatap anlayışı da insan ve toplum meselelerinin hallinde pusula olarak bilelim. Selefilik-mezhepsizlik, Şiilik, ılıman İslâm, liberal İslâm gibi savrulmalardan korunmak için. “Muhakkak ki, Allah hainleri sevmez” ölçüsünü de hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım.

Dünyaya doğrulamaya geldik. Doğrulanan Allah ve Resûlü. İnsan emanet taşımaya uygun yaratıldı ve ona emanet edilmesi onu şerefli kılan en büyük insanî değeridir, insanı süflilikten ulviliğe yücelten bu yönüdür! Eğer Mutlak ölçülere bağlılık olmazsa yaratılış gayemize ihanet etmiş oluruz ve canavarlaşırız. İlahî memuriyet ve mesuliyeti unuttuğumuz an, her şeye de müstahak oluruz. Memuriyetimizi hatırladığımız an ise yüceliriz. Bu uğurda şehidlik ve gazilikle taçlanırız, bunun zevkini ve gururunu duyarız.

Baran Dergisi 502. Sayı

25.08.2016