Güneş ve onun etrafında uydular/gezegenler; İslâm’ın insanlığı aydınlatan solmaz, pörsümez, her daim yeni bir “güneş” olduğunu kabul ediyorsak, onun mensublarının herhangi bir merkezin ekseninde dönen uydu olmasını düşünmek bile abes kaçar. İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında; “Fikirde aslan payı zaten bizdedir, biz Müslümanız; bugün, dünyanın da bir şansı da yoktur!” derken, tam da bundan bahsediyordu esasında. Aslanın ormanda çakala, sırtlana, köpeğe kuyrukçuluk edeceği bir düzenden bahsetmesi ne kadar abesse, bizim de Atlantikçi yahut Avrasyacı eksenlerde kendimize uydu, kuyrukçu rolü aramamız da o derece abestir.
***
15 Temmuz darbe girişiminin bertaraf edilmesi yalnız Anadolu için değil, başta İslâm âlemi olmak üzere bütün dünya için büyük bir kırılma noktası olmuştur. Müslüman Anadolu İnsanı’nın, TSK içine sızmış ajanlarca gerçekleştirilmek istenen darbe girişimi karşısında sergilemiş olduğu tavır ve tutum, bundan sonra yalnız Anadolu’da değil, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının da milâdıdır. Bakınız, daha şimdiden askerî darbe yoluyla Mısır’da iktidarı ele geçiren Sisi’ye karşı Mısır’da halk ihtilâli pişiyor...
Nasıl ki 1999 senesi dünya için büyük bir dönüm noktası olmuşsa, aynı şekilde 15 Temmuz itibariyle 2016 senesi de yeni bir dönüm noktasıdır. Birinci dönüm noktası olan 1999 bütün sunî dengeleri altüst eden yıkıcı bir sürecin; 15 Temmuz’la başlayan ikinci dönüm noktasıysa, yıkılanın enkazını kaldırmanın ve yerine bir yenisini inşâ etmenin milâdıdır. Cereyan eden hadiseleri anlamlandırmak için çoğu kere dönüyor ve hafızamızı yokluyoruz. Ahir zamanın kendine has hususiyeti midir, bilinmez; fakat bugünlerde idrak ettiğimiz hadiselerin bir emsâli daha yok. Bilinen tarihte benzerini bulamadığımızdan hadiseleri lâyıkıyla anlamlandıramıyor, kimi zaman içinde bulunsak bile ehemmiyetini idrak edemiyoruz.
***
Üstad Necib Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Doğu-İbda ile beş yüz yıllık çöküş ve çürümeyi tersine çevirmek gibi, zorların zoru bir işi gerçekleştiriyorlar ki; bunun adı dünyanın neresine giderseniz gidin RÖNESANS’tır. Müslümanların İslâm’a Muhatab Anlayış ile yeniden doğuşu.

Her yeni doğuş, eskiyi devirmek ve onun yerine bir yenisini inşa etmek üzere tabiî bir şekilde ihtilâlci ve inkılâbcıdır. Bizim bugün Türkiye’de idrak ettiğimiz ihtilâl, işte bu büyük doğuşun tabiî seyrinin merhalelerinden biri olarak karşımızda duruyor. Biz, neredeyse bir asır evvel de Anadolu’da işgalciye karşı bir ihtilâl gerçekleştirdik; fakat bu ihtilâli, rönesansımızı gerçekleştirmediğimiz için inkılâblarla taçlandıramadık. Bunun yerine kültür ve medeniyetimizin kapılarını yabancılara açmayı, şahsiyetimizi peşkeş çekmeyi de bize inkılab diye pazarladılar. Ne var ki o günler geride kaldı...
***
Bugünün bizim boynumuza yüklediği mesuliyete gelecek olursak... Rönesansımızın anlayış zemini inşa edilmiş, İslâm’a Muhatab Anlayış örgüleştirilmiş ve küfürle beraber içimizdeki işbirlikçiler çatlasa da, patlasa da “tekbirler” eşliğinde halk ihtilâli gerçekleşmiştir...

Dıştan içe doğru gerçekleşen hiçbir “oluş”un, yani İbda Mimarının tabiriyle “sokma fikir”in ve bu fikirlere şanzımanlık eden hainlerin, bizim “oluş”umuza hizmet etmeyeceği artık kavranmalıdır. Bizim memuriyetimiz ve mesuliyetimize gelecek olursak, atamız Osman Gazi’nin tarif ettiği üzere; “kuru cihangirlik kavgası değil, İlâ’yı Kelimettulah davası”dır.

İçte Anadolu merkezli bir “oluş” ile dışa doğru kendi eksenimizi inşâ etmek gerekiyor artık. Bu uğurda bir çok ittifak içinde yer alabiliriz. Doğu diye anılan Asya ve Afrika kıtası bizim için dış politikada ittifak dairemizin en geniş çapını işaretler. Bununla beraber ittihad ise, merkezi çevreleyen ilk daire olan İslâm Âlemiyle... Teferruatlarını meseleler içinde ilerleyen günlerde konuşmaya devam ederiz...
Suriye ve Rusya ile İttifak
Rusya ve Amerika’nın ayrı ayrı her birinin vizyonunda, Türkiye, jeopolitik ve aynı zamanda jeostratejik önemi haiz “ortak” olarak hesaba katılmaktadır. Dünya ekseninin yeniden Doğu’ya kaydığı günümüzde, haritaya bakan herkesin rahatlıkla görebileceği üzere, yalnız coğrafî olarak bile Anadolu kilit konumdadır. Dolayısıyla her iki güç için de Türkiye vazgeçilmezdir.
24 Kasım 2015 tarihinde düşürülen Rus uçağını hatırlayalım. Bir NATO üyesi, arada yaşanan uzun Soğuk Savaş döneminde dahi kimsenin cüret edemediğini yapmış ve Rus Hava Kuvvetleri uçağını düşürmüştü. Uçağın düşürülmesi bir yana esas olan ardından sergilenen tavır ve tutumdu. Artık bu gün bildiğimiz üzere, FETÖ pilotunun uçağı vurmasından murad, muhtemelen Türkiye’yi milletlerarası platformda aciz bir duruma sokup Batıya teslim olmaya zorlamaktı. Oysaki Türkiye’nin uçağında düşürülmesi sonrasında sergilediği ezber bozan tavır ve tutumdan en şiddetli kaygıyı Rusya’nın yanısıra ABD, NATO ve AB duymuştu. O günlerde yaşadıkları paniği hatırlarsınız... Ayrıca bizim bu sayfalarda işlediğimiz “ne gerekiyorsa yap, kimsenin karşılık verecek maddî ve manevî gücü yok” tezi de, uçağın düşürülmesi neticesinde patates, soğan, domatese konan ambargoyla ispat edilmiştir. “Turizm ambargosunun Türkiye ekonomisine zararı” mı dediniz? O Türkiye ekonomisinin turizm gibi bir saçmalığı kendisine dayanak yapmasından kaynaklı iç meseledir. Turizme dayalı ekonomi mi olur? Neyse...

Bugün dünden daha farklı şartlar içinde bulunuyoruz. Türkiye’de Amerika, Avrupa ve NATO destekli bir darbe girişimi gerçekleşti ve Müslüman Milletimiz darbecileri bertaraf etmesini bildi. Hani dedik ya, hiçbir şey eskisi gibi değil diye, olamaz da. Kartlar yeniden dağıtılıyor ve masada haddi zatından fazla asıl ve yardımcı oyuncu bulunuyor. Amerika, Rusya, İsrail, Almanya, Fransa, İran, Suriye, Irak ve hattâ sessiz sessiz işine bakan Çin dahi masada... Bunlara eşlik eden PKK, PYD, YPG gibi terör örgütleri hakeza. E böyle masada yalnız aç gözlü, paylaşmayı bilmeyen, şımarık, hadsiz Batı cenahında hesapsız kitapsız yer almak intihar olur, değil mi? Rusya, bu yeni konjonktürde kendisi büyüdüğü için değil, Amerika küçüldüğü için yeniden denge unsuru olarak masada oturuyor. Denge unsuru olarak oyuna katılması da Suriye’deki iç savaşa Esad lehine müdahil olmasıyla beraber... Afganistan ve Irak tecrübelerinde ağzı yanan, IŞİD’den ölesiye korkan ve kendi yerine PYD-YPG gibi kullanışlı mayın eşeklerini sahaya sürmeyi seçen ABD-NATO karşısında, bizzat sahaya inen Rusya’nın özgül ağırlığı Suriye özelinde diğerlerinden daha ağır basmaktadır. Aynı mayın eşeklerinin Türkiye’yi yeniden Batı ekseninde bir uydu hâline getirmek üzere kullanıldığını da hesaba atacak olursak, en azından Suriye özelinde Türkiye’nin ittifak yapması gereken oyuncu Rusya’dır.

Bir not olarak şunu da ilâve etmekte yarar var; bugün karşımızdaki Rusya, dünün komünist SSCB’si değil. Kendisine “Yeni Avrasyacılık” isimli bir vizyon belirlemiş, Slav ırkçılığını bir kenara koyarak milliyetçiliği Avrasya coğrafyası üzerinde yaşayan milletler şeklinde tanımlamış, materyalizmi reddedip idealizmi savunan, hazcılığı terk edip fazilete göz kırpan, Batı emperyalizmine karşı ortaklık arayan bir Rusya ile karşı karşıyayız. Dünyada yeniden “kural koyucu” ülke olmanın bilhassa Türkiye ile ittifaktan geçtiğini idrak etmiş bir Rusya ile…

Batı emperyalizmine karşı Rusya ile Türkiye’nin çıkarlarını önceleyen bir ittifak kurulabilir ve Batı ile olan münasebetler belli seviyede korunabilirse, ikili denklem arasından Anadolu’nun yükselişi daha rahat bir şekilde gerçekleştirilebilir. Yoksa her hâl ve kârda muvaffak olacağız da, verilecek nimetin çekilecek çilesi ne kadar olacak, derdimiz bu. Nihayetinde her seferinde bedel ödeyen bizim Müslüman insanımız oluyor.
Mavi Marmara Anlaşması
Peşinen fikrimizi ifâde edelim; rezalet!
İsrail’in çevresinin yangın yerine döndüğü bir zamanda, sırf Rusya ile barışmanın Batı nezdinde eksen kayması şeklinde algılanmaması için böyle bir anlaşma yapılmaz, yapılamaz! Türkiye’nin üç şartı vardı ve bunlardan yalnız ikisi gerçekleşti. Bir diğeri olan Gazze ablukası kaldırılmadan, Türkiye’nin böyle bir anlaşmayı meclisten geçirmesi ancak “panik” ile izah edilebilir. Oysa ki biraz evvel düşürülen Rus uçağından da misâl verdiğimiz gibi, Türkiye’nin şu saatten sonra atacağı adımların Batı nezdindeki en şiddetli karşılığı, ekonomik ambargodan ibarettir. E böylesi bir vaziyette de dönersin Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerle ticaret yaparsın ki, emin ol bugüne nisbetle kat be kat kazançlı çıkarsın.

Bu  panik hâlinde yapılmış bir anlaşmadır ve fiyaskodur. Her ne kadar bürokratik olarak karşılıklı olarak anlaşma sağlanmışsa da, bu anlaşma Müslüman Anadolu İnsanı nezdinde HÜKÜMSÜZDÜR.
(Anlaşamaya aracılık eden bürokrat Feridun Sinirlioğlu’na da ayrıca dikkat etmek gerek... Kim ki her devrin adamıdır, o adamdan bizim midemiz bulanır.)
Oluş Tekniği
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu İdeolocya ve İhtilâl adlı eserinde; “insan ve toplum için ihtilâl, “şuur”un bozuluşu ve yıkılışını belirttiği gibi, bunun dış plandaki tezahürlerinin anlamını da kuşatır. Şuurdaki bu bozuluş ve yıkılış, tohumun çatlaması ve ağaca doğru gelişimi şeklinde bir oluşum sürecini belirtebileceği gibi, tam tersi; statikleşme ve kabuklaşma süreciyle bir çürüme ifâdesi de olabilir.” diyor.
Bu tariften yola çıkacak olursak, fert ve toplum şuurundaki denge bozuluşu, yani 15 Temmuz, ihtilâl durumunu belirtiyor. Peki bu durum müsbet yöne mi, yoksa menfî bir istikâmete mi kıvrılacak? Asıl mesele de bu. İhtilâl hareketi-aksiyon da, tam bu durumda yeniden bir denge kurmak üzere başlayan seyir anlamına geliyor. Şimdi biz bu seyir devresi içinde bulunmaktayız. Yaşanan ihtilâl durumunun dirilişe vesile olması, yahut pörsüyüp çürümesi bu devrede atılacak adımlara ve sergilenecek iradeye bağlı.
***
15 Temmuz darbe girişimin arkasında olanlar, ihtilâl durumunu pörsütmek üzere neredeyse her gün saldırıyorlar. 10 Ağustos’tan beri beş büyük bombalı saldırı gerçekleşti ve hattâ sonuncusu bir düğün yerini hedef alacak kadar alçaldı. Düşman uyumuyor ve elindeki tüm enstrümanlarla Anadolu ihtilâlini pörsütmek ve bizi yeniden teslim almak üzere çalışıyor. Peki ne yapmak gerek?
En başta merkeze millî olan tek mefkûremizi, İslâm’a Muhatab Anlayışı almanın ve ilân etmenin tam zamanıdır. Tankların önüne yatan, askeri çıktığı kışlaya tıkan millet bunu istiyor. Madem ki demokrasi var, referanduma gidilsin ve artık en temelde yer alan şu mesele netliğe kavuşsun. Bunun gereği yapılmazsa, diğer sıralayacağımız maddelerin de bir kıymeti harbiyesi yok! Aksi hâlde tıpkı İsrail’le yapılan anlaşma gibi, iki ileri bir geri yerimizde sayarız. Devam edelim...
*
Tek kutuplu da olsa, çok kutuplu da olsa global bir dünyada yaşıyoruz. Yani devletlerin ve milletlerin iç içe geçtiği bir devirdeyiz. Burada bir şey olduğunda, yeri geliyor binlerce kilometre öteden akis buluyor. İşte bugün içinde bulunduğumuz vaziyette, bizim elimizi güçlendirecek olan da bu akislerdir. Düşman tüm estrümanlarıyla saldırıyorsa, aynı şekilde topyekûn bir savaş verilmesi gerekiyor. Bu yalnız askerî olarak anlaşılmasın; ekonomiden siyasete, teknikten kültüre, ahlâktan dine ve hattâ estetiğe kadar tüm enstrümanlarla topyekûn savaş. Sen ezberleri bozan yolu aç, sonra bak o yollardan kimler peşinden gelecek...
*
Bu yaşanan her ne kadar “asimetrik savaş” diye tanımlanıyorsa da, bir süre sonra kendi simetrisini meydana getiriyor. Bizim için böylesi bir savaşı simetrik yollardan vermek de en azından şimdilik oldukça güç. Öyleyse evvelâ yapılması gereken bu savaşın simetrisini bozmaktır. Bu savaş Batı’ya karşı verildiğine göre, ilk yapılması gereken Batı nizamını ve medeniyetini ayakta tutan ne kadar müessese varsa hepsini birden hedef almak ve milletlerarası planda tahrib etmektir. Köhnemiş ve pörsümüş olan bu müesseselerin bugüne kadar ayakta kalması da, kula kul olmayı alışkanlık hâline getirmiş kuyrukçuların “aman efendim dengeler bozulmasın” palavrası sayesinde olmuştur zaten... Kof nizam, sömürge idarecilerinin daha kof olması sayesinde ayakta kalabilmiştir. Tek üfürüklük olmasa da, bir tekmelik canı kalmış olan bu müesseseler hızlı ve sistematik bir şekilde, Batı emperyalizmi karşısında kurulacak bir ittifak ile tahrip edilmeli ve dağıtılmalıdır. İttihad değil, ittifak... Hatırlarsanız bunu geçen sayılarda 15 Temmuz’a karşı meydana gelen ittifak üzerinden izah etmiştik. Aynı şekilde doğulu milletlerle, ortak müşterek olan Batı emperyalizmine karşı ittifak yapmak. Amerika başta olmak üzere, Batılıların ilân ettiği amaçlarıyla, gerçekteki icraatları arasındaki uyumsuzluğu bile sistemli bir şekilde kaşısak, birçok şey değişir. Bu tabiî yuvarlanacak kar toplarından yalnız biri...
*
Biz Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminden beri kendi topraklarımızda savaşmak gibi bir hata yapıyoruz. Kendi topraklarımızda yapılan savaşları kazansak bile, her anlamıyla maliyeti çok yüksek oluyor. Öyleyse “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve o satıh da bütün cihandır” şiarı esas alınmalı ve bu ölçüye göre maddî ve manevî olarak yeniden teşkilatlanmalı...

Avrupa ve Amerika’da yaşayan 4-5 milyon civarı Türkü ve bir de diğer Müslümanları hesaba katacak olursak; Batı’nın bugün Anadolu’da yaptığı, manyakça bir zevkle, kendisini de cayır cayır yakacak ateşle oynamaktır. Bakalım o zaman senelerdir sığındıkları banka hesaplarındaki rakamlar onları kurtarabilecek mi? Anadolu güvende değilse, dünyanın hiçbir yeri emniyette değil. Fildişi kulelerinizin 11 Eylül’deki akıbetini hatırlayın, kaçacak, sığınacak yer yok!

Bu arada, son iki asırdır hep kazandıklarından olsa gerek, Batılıların tarihin cilvesinden de haberleri yok! Churchill’i komaya sokan arabayı, Lawrance’ı hâlleden adamları ne de çabuk unutmuşlar...
*
 Suriye’nin kuzeyi, Türkiye’nin güneyine kurulmak istenen Kürt Devleti... Amerika’nın güdümünde Anadolu’nun teslim alınmasına, kuşatılmasına hizmet eden kim olursa olsun, bunun bedelini, hem Türk ve hem de Kürtlerden müteşekkil Müslüman Anadolu’ya ödeyecektir. 1600’lü yıllarda kurulan Şiî devleti nasıl ki İslâm âlemini kuzey-güney istikametinde bölmüşse, kurulmak istenen Kürt devleti de İslâm Âlemini bu kez doğu-batı istikametinde bölmek içindir. Şiî Devleti’nin kurulması, neticesinde Hindistan’ın İngilizlerin hâkimiyetine girmesi ve buradan bulduğu güçle dönüp hilâfetin merkezi olan Devlet-i Aliyye’i yıkmasıyla neticelenmişse, bugünkü tezgâhından ondan pek de bir farkı yok. Ne bahasına olursa olsun, Türkiye’nin güneyinde böyle bir hat çekilmesine, hiçbir şekilde müsaade edilemez!
***
15 Temmuz’un üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen Türkiye hâlen Amerika’ya karşı olan tavrında karar kılabilmiş değil. Hiçbir külfete girmeden, hiç bir zarara uğramadan içimizden devşirdikleri ruhu satılık adamlarla askerî darbe yapmaya kalktılar, son patlamalarla beraber neredeyse 300 canımız gitti, 3 bine yakın yaralımız var ve hâlâ Amerika’ya karşı bir tavır takınabilmiş değiliz. Artık herkes aklını başına devşirsin. Milletimiz; “Amerika’dan büyük Allah var!” diyor, siz ne diyorsunuz? Onların elinden yüzlerce vatandaşımızın kanının damladığını unutmayın! Yoksa bu millet bunun hesabını sizden de sorar...

Geçtiğimiz sayılarda da ifâde ettiğimiz üzere NATO üyeliği bir kenarda durmak kaydıyla Amerika ile olan karşılıklı tüm anlaşmaların ve ilişkilerin askıya alınması gerekiyor. Ne yapacaklar, ambargo mu koyacaklar? 2014 senesi itibariyle aleyhimize olan dış ticaret açığı 1,8 milyar dolar. Oradan ne alıyorsak muhtemelen yarı fiyatına başka yerden alırız. Gereğini tereddütsüz yapın, millet bunun karşılığında 18 Temmuz’da bozdurduğu doları çıkarıp devletin kasasına da koyar. Ve bu yeni tavır ve tutum diğer ülkelere de müsbet misâl teşkil eder, cebhemiz genişler.
***
Son gün, son hesaplaşmaya doğru koşar adım ilerliyoruz. Bu büyük hesaplaşma yaşanacak ve Allah’ın izni keremiyle biz kazanacağız.

Zafere lâyık olmak yahut olmamak; işte bütün mesele bu!

Baran Dergisi 502. Sayı