Zahmetsiz rahmet olmaz! Dergimizin isminin “rahmet, yağmur” mânâsı yanında “zahmet, yük” mânâsını da biliyoruz. Fuzulînin “Işk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb / Kılma derman kim helâküm zehri dermânundadur” meşhur beytini de hatırlıyoruz.
Ne ekersen onu biçersin! Devlet, adama ayağı ile gelmez. Bu atasözünde devletten kastedilen saadet olsa da devlet de aynı şey! Aklıma Bolu F Tipinde yaşadığım bir hadise geldi. Oraya yeni nakledilen bir gönüldaş yazdığı mektupta “Kumandanla aynı cezaevinde yatmak ne büyük devlet! demiş ve cezaevi mektup okuma komisyonu tarafından saadetimiz kıskanılarak “devlet” kelimesi karalanarak sansürlenmişti. Bunu kendilerine sorduğumuzda da “kem küm” etmişlerdi.
Varlığını sürdürmek açısından devletler için de, iman, aşk, iş ve çile gereklidir. “Kemalizmin motivasyonu yok!” diyerek yıllar önceki bir röportajında (Kemalizmin Son Demleri) Kumandan Mirzabeyoğlu bu duruma işaret etmişti. Bugün MİT açıklamasıyla itiraf edilen durum. Kuzey Irak’ta kırmızı çizgileri çizilen, kafalarına çuval geçirilen durum.
İktidarı ele geçirmenin yani kendi öz devletini kurmanın yolu da aynıdır. Devlet, adama ayağı ile gelmez. Bu kural her yerde geçerlidir. Yani meccanî oluşlar yıkılmaya mahkumdur. Bunun için İBDA Mimarı, tâ 1999’ larda bizlere; “Müslümanlar dik durun! Karşınızda leşler var!” demişti. Aynı süreçteyiz ve ortalık leşlerden geçilmiyor; fakat biz gerekenleri yaparsak maksad hasıl olacaktır.
Müslümanın her aksiyonu zamandan kazandığıdır ve onun zaferidir. Yani Müslüman bir iş ve eylem gerçekleştirdiğinde zafer kazanmıştır, “nihaî hedef”in erken ya da geç gelmesi o kadar önemli değildir. Allah rızasını kazanmak önemlidir. Allah rızası şuurunu kaybettikten sonra İslâm devleti kazanılsa bile sen kaybetmiş sayılırsın. Bu hiçbir zaman unutulmamalı. Asıl gaye Allah rızasıdır ve cennet-cehennem vasıtadır. Cennet Başyücelik, cehennem ise Deccaliyet…
Herkes yaptığı işle görünecek. Cepheleşme bu, kendinden zuhur bu! Yaptığın iş yoksa sen de yoksun! İş değil, laf üretmek, olmadığı mânânın maliki görünmek asalaklıktır, ahlâksızlıktır. Dava ahlâkının olmadığı yerde dava da yoktur. Sen geri kaldın diye dava da geri kalmaz. Mensup olursan olursun, gidersen uğurlar olsun. Ortaklıkta kelle-kelek gezenlerle yürek-bilek gezenler her zaman farkedilir. “Bıraktığım yerde otluyorsun” argo tabiri böyleler için.
Savaş yorgunu olmak ya da ümitsizliğe düşmek tamamen kişinin kendi ile alakalı zaaflarıdır, davanın bununla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Kendi düşüklüğünü davaya yaslamaya çalışmak, alçaklığın tâ kendisidir. Kendisiyle beraber davasını ya da gönüldaşlarını aşağıya çekmeye çalışanlar, hastalığını başkalarına da bulaştırmak için mikroplu balgamını sağa sola süren “Veremli Kadın” psikolojosindeki kadın tıynetlilerdir. İBDA Mimarı’nın “Gölgeler” romanında geçen hikâyede olduğu gibi.
Üstad Necip Fazıl, gönüldaşları bekleyen “Üç Tehlike” ye işaret etmişti. Salih Mirzabeyoğlu’nun “Necip Fazılla Başbaşa” adlı eserinde: Ruhlarda pörsümek, olmadan olmuş görünmek ve zaman israfı içinde olmak.
Ruhlarda pörsümek yani aşk ve heyecanını yenileyememek aslında bir iman zaafıdır. Çünkü, imanın tanımında da “iman, olmuş bitmiş birşey değil, her ân oluş ve yenileniştir” deniyor İBDA külliyatında. Eğer olmuş bitmiş bir şey olsa idi, yaşamanın da bir anlamı kalmazdı. Yaşamı anlamlı kılmak, her ân oluş ve yenileniştir. Fiziken de her an hücrelerimiz yenileniyor, yenilenme durduğu anda ölüm başlıyor.
Ruhçuluğa inanan bizler, her ân yenilenmeye nasıl inanmayız ve aşkımızın eksikliğini bir hastalık gibi nasıl hissetme-yiz? Bir parçacık nezle olsak hemen burnumuzu çekip durmuyor muyuz? Dünya ve ahirette en büyük sermayemiz olan aşkımızın pörsümesi yani hastalanması nasıl bizi düşündürmez? Eleştirdiğimiz dışımızdakiler gibi olmak yani ruhsuzlaşmak en büyük korkumuz olmalı. Aşk ve heyecanımızı yitirmenin sonu, dünyaya ve nefsimize tapınmaya çıkar. Seküler ve laik hayat tarzını açıktan ya da gizliden benimsemeye çıkar.
Mümin (İBDA’cı) yorgun olmaz, ümitsiz olmaz, çünkü mümin (İBDA’cı) hep yeni, hep yeniden yeni olmak zorunda. Hep yeni olmayan, aksiyonunu-aşkını yitiren hayatın dışında kalır zaten; zamanın dışında kalan yobaz ve asalak taifesinden olur.
Küfür dahi hep yeni bir iş peşinde, boş durmuyor, batıl davası için uğraşıyor. Hak dava mensuplarına, küfrün yaptıklarına karşılık vermek ve onların üzerine yıldırım gibi düşmek yakışır.Mümin, imanını selamlamış olur böylece. “Kaim ve daim” ancak bu şekilde olur. Yoksa hayat paspası oluruz ve üze-rimizden geçenleri seyretmekle kalırız. Tıpkı bir böcek gibi ezilmek istemiyorsak, bunu ezerek göstermeliyiz!
Baran Dergisi 5. Sayı
Baran Dergisi 5. Sayı