Küreselleşme ve Amerika’ nın Dünya imparatorluğu’ na soyunması bir yerde, sorunların da küresel bir boyuta ulaşmasının sonucu. Batı sistemi, uzun tarihi süreci boyunca, yapısından kaynaklanan çelişki ve hataları gördüğü zaman artık geri dönülmez bir noktaya gelmişti. İstese de bundan dönemezdi. Bir şeyi endüstri haline getirdiğiniz zaman, geri dönüşü pek mümkün olmaz. Artık yanlış kendi doğrularını doğurmaya başlar. İsteseniz de, istemeseniz de bu süreci devam ettirmek zorunda kalırsınız. Jean Baudrillad anlatıyor: “Yanılmıyorsam 19. yüzyılın ikinci yarısında, Amerikan senatosu bir araştırma yaptırıyor. Niyetleri, suyu Amerika’ nın keşfi zamanındaki haline döndürmenin maliyeti ne tutar. 350 milyar dolar gibi bir rakam çıkıyor. Asıl niyetleri bunu baz alarak, sistemin tamamının dönüştürülüp dönüştürülemeyeceğinin hesabını yapmak. Tabii ki, bunun mümkün olmadığını görüyor ve vazgeçiyorlar.”
Kapitalizm her yüz yılda bir kriz, kaos yaşamak zorunda kaldı. Bu bunalımları aşmak için, sorunları çözmek yerine, yeniden kuruluş, yapılanma ve örgütlenmelerle problemleri erteleme gayreti içinde oldu. Tabii ki çözülemeyen sorunlar da büyüyerek bir sonraki kaos dönemine, bunalımdan çıkışa çare olarak üretilen, yeni yapılanma ve örgütlenmeye katlanmış olarak devredildi. Bu sebeple, her yeniden kuruluş ve örgütlenmenin ömrüde kendinden öncekilere nispetle daha da kısaldı. Zira devraldığı sorunlar her seferinde ertelenerek gelmiş ve büyümüştü. Üstelik her yeniden kuruluş, yeni kurumlar ve örgütlenmeyi, uzmanlaşmayı zorunlu kılar.
İtalyan Kent Devletleri: Ceneviz, Venedik, Floransa-Milano kapitalizmin tarihi yayılma sürecinin alt yapısını oluştururken, bir süre sonra bu kent devletleri, sermaye birikimlerini devlet kurma geleneği kendilerinden daha gelişmiş Hollanda kapitalist oligarşisine kaptırdılar. Hollanda, kendi geliştirdiği sistemi idare edemedi ve İngiliz hegemonyasına bırakmak zorunda kaldı. 19 yy. sonuna kadar dünyayı yöneten Birleşik Krallık, bu yüzyılın sonlarından itibaren, dünya güç dengeleri üzerindeki hakimiyetini yitirdi. Bu tarihten sonra, güç Amerika’nın eline geçti. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonrada dünyanın tek gücü haline geldi. Dünyayı yönetmeye soyunan şer odakları da, en üst düzeyde bu devlet içinde üs kurdu. IMF, Dünya Bankası vb. kuruluşlar da bu odakların işlerini takip eden, paralarını yönlendiren, çeşitli manipülasyonlarla elde ettikleri sermaye birikimini devlet kurma, yıkma, iktidarları değiştirme yönünde kullanan bu şer odaklarının aracı kurumu olarak sürdürüyor.
Fernand Braudel’den dinleyelim: “Bu yüce düzeyde, onsekizinci yüzyıl Amsterdam’ ında veya onaltıncı yüzyıl Cenova’ sında birkaç zengin tüccar, Avrupa, hatta dünya ekonomisinin tüm sektörlerini uzaktan karışıklığa uğratabilir. Ayrıcalıklı aktörlerden oluşan belirli gruplar, sıradan insanların hakkında hiçbir şey bilmedikleri çevrimlerle ve hesaplarla ilgilidirler. Örneğin, uzak ticaret hareketlerine ve karmaşık kredi düzenlemelerine bağlı bulunan döviz değişimleri, yalnızca birkaç üyeye açık, incelikli bir sanattır. Bana göre, piyasa ekonomisinin güneşli dünyası üzerinde dolaşan ve tabiri caizse onun üst sınırını oluşturan bu ikinci gölgeli bölge kapitalizmin ayrıcalıklı bölgesini simgelemektedir…
Bu bölge olmaksızın kapitalizmi düşünmek olanaksızdır: Burası onun ikamet ettiği ve geliştiği yerdir.”
Şimdilerde terörü bahane ederek, girdiği kaostan çıkmak için yeniden yapılanma-örgütlenme gayretinde olan kapitalizm için, ayakta kalmak giderek daha da zorlaşmıştır. Zira, kendi sistemini koruyan kurumları yıkmakta ve yeni uygulamaya soktuğu şartlar Batı Sistemini içinde yaşamayacağı koşulların içine itmektedir.
Genel olarak, dünyanın bugün içinde bulunduğu durum, çatışmaların kontrol edilemezliği ve İslâm Dünyasındaki uyanış Batı Sistemini altından kalkılamayacak kanun ve düzenlemelerle yüzyüze getirmiştir. Bunlar, insan aklını tek kriter olarak gören bir sistemin altından kalkabileceği işler değil. Zira İbn Arabi Hazretlerinin işaret ettiği gibi. “Eşya hakkında hüküm vermek akla değil, şeriata ait bir haktır. Şeriat ise, Allah’ ın eşya hakkındaki hükmüdür.”
Baran Dergisi 5. Sayı