Tekfir, “küfr” kökünden türeyip “Bir kimseyi küfre nisbet etmek.” mânâsında kullanılır. Hassas bir mevzuudur. İfratı da, tefriti de insanı zora sokan bu mesele hakkında oldukça titiz davranmak hatta uzak durmak gerekir. Ama ne yazık ki, âlimlerin dahi içtinap ettiği bu meselede ilimden bîhaber insanların son derece cesur olması dünyevî-uhrevî büyük yaralara yol açmaktadır.
Normalde cahil ve ahlâktan yoksun insanlar sinirlendiğinde karşısındaki kişiye söyleyecek pek bir kelime bilmediği için sövmeye, hakarete başvururlar. Haricî nitelikli insanlar da söyleyecek pek bir kelime kalmadığı zaman sonunu düşünemeyerek tekfire başvurur hâle gelmiştir.
Bir kimseyi tekfir etmek, o kişinin tekrar dine girmediği takdirde sonsuz cehenneme gireceğini, hanımından boş olduğunu, yaptığı tüm amellerin çöp olduğunu hatta mürted olduğundan dolayı şer’i bir sistemde öldürülmesi gerektiğini söylemektir. Bu gibi sonuçları düşünmeyen uç kişiler, muhatabına hakaret eder gibi kolaylıkla küfre nisbet ediyor!
Şunu da belirtmek gerekir ki, her zümrenin kendisine has bir tekfir mekanizması mevcuttur. Bahsettiğimiz kimseler Kur’ânî terimler ile tekfir ederken, kimileri de “Ayağı kaydı!” diye tekfir eder. Kimileri ise selam alıp-vermeyerek, muhatabına karşı gösterdiği muamele ile kendi usullerince tekfir eder. Görünüş itibari ile bu tekfir usulleri birbirine ne kadar çok benzese de muhtevası bakımından pek benzemiyorlardır.
Müslüman ahlâkına yaraşan şey; muhatabını tamamen dinlemek, ne anlatmak istediğine odaklanmak, onun da kendince delilleri olduğunu aklından çıkarmamak ve en önemlisi de asıl yargıcın Allahü Teâlâ olduğunu unutmamaktır.
Baran Dergisi 717.Sayı