Toplumda oluşan olumsuzlukların nedenlerinden biri de iletişimi doğru biçimde uygulayamamaktır. İletişimin doğru bir şekilde uygulanması anlamaya çalışmaktan geçer. Münasebet kurduğumuz şeyi anlamak için de önce dinlemek gerekir. Dolayısıyla iyi bir iletişimci, çok iyi konuşan değil, anlamaya çalışan ve iyi dinleyendir.
Yapılan kavgaları, tartışmaları gözlemlediğimiz vakitte iki tarafın da birbirini dinlemediği, bundan dolayı birbirini anlamadıklarını görüyoruz. Bir konu hakkında konuşan kişiler, muhatabını dinlerken kendi kafasında kuracağı cümleleri düşünüyor. Karşı tarafa düşüncelerini aktarmaktan ziyade “Nasıl laf sokarım?” derdine düşüyor. Hâl böyle olunca da konuşulanlar kısır bir tartışmadan öteye geçemiyor ve iki tarafın da kalbi kırılıyor… Mevzu, mevzu olmaktan çıkıyor.
Ayrıca şöyle bir durum da var ki; insanlar, karşı tarafı dinlerken kendi düşüncelerini ön planda tutuyorlar. Dolayısıyla muhatabın düşüncelerini dinlerken önyargılı olarak yaklaşmak kaçınılmaz oluyor. Böyle durumlarda her iki taraf da birbirlerini dinlerken, münasebette hatalar doğuyor, iletişim zayıflıyor. Hâl böyle olunca da söylenilen sözler çarpıtılıyor…
Sürekli yıkıcı eleştiriler, iğneleyici cümleler, itham edici ve yaftalayıcı kelimeler kullanmak muhatabın öfkesini celbetmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır. Halbuki bir konu hakkında konuşan kişiler birbirlerini sükunetle dinlese ve anlamaya çalışsa, anlaşılmada tereddüt edilen hususlar “Böyle diyorsunuz ve ben böyle anladım, doğru mu anlamışım?” cümleleri ile vuzuha kavuşsa, eleştiriler layığıyla ve yapıcı bir dille aktarılsa, her iki taraf da doğru bildiğinden şaşmadığı halde “Olsun, farklılıklarımız ile insanız” anlayışı ile sohbete devam edilse ne de güzel olur değil mi? Sonuçta dünya üzerinde nefes alan milyarlarca insanın aynı düşünceler içerisinde olması beklenemez. Aksi takdirde dünya ne kadar da sıkıcı olurdu.
Baran Dergisi 744.Sayı