Vladimir Tatlin, Tatlin Kulesi olarak bilinen; fakat hayata geçirilemeyen “Üçüncü Enternasyonal Anıtı”nın mimarıdır. Şayet, Tatlin Kulesi inşa edilmiş olsaydı 400 metre yüksekliği ve spiral çelik gövde ve iskeletiyle Eyfel Kulesi’ni geçmiş olacaktı. Kapitalizmin, sermaye gücünün ve burjuvazinin simgesi sayılan gösteriş, güç hayranlığı, reklam ve eğlence amacıyla dikilen Eyfel Kulesi’ne karşılık Tatlin Kulesi sosyalizmin simgesi haline gelecek, küresel çapta sosyalizm bağlılarının başyapıtı olacaktı. Tatlin klasik heykel ve anıt geleneğini yeniden yorumlayıp heykelde yer alan taş, ahşap, metal gibi malzemelerin teknik, form ve konumu noktasında büyük değişiklikler yaptı. Tatlin Kulesi 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Vladimir Tatlin tarafından 1919’da tasarlandı. Bolşevik İhtilali’ni mimari planda fikir düzeyinde gerçekleştiren Tatlin, eserinin maketiyle Sovyet Sosyalizmi’nin hareketli yapısını temsil edecekti. Tatlin Kulesi propaganda amaçlı, günümüz ifadesiyle Sovyet Sosyalizminin algı kulesidir. Siyasal ve kültürel programlara ev sahipliği yapmak istemiştir. Tatlin Kulesi maket olmaktan öteye gidemedi ve hiç inşa edilmedi. Mimari yapıların hepsi bir inanışın ürünüdür ve muhakkak bir fikre dayanır. Maket olmaktan öteye gidemeyen Tatlin Kulesi, mimarının sosyalizme olan muhteşem bağlılığından bir ruh kazanmıştır ve halen de bir cazibe merkezidir. Devrim evvela zihinlerde başlar. Daha sonra somut örnekleri sahada verir. Tatlin, devrimi zihninde başlatmış ve ortaya Tatlin Kulesi’ni koymaya çalışmıştır. Kule, kendisine bakanlar için anlamsız ve saçma gelebilir; fakat yüklendiği misyon sebebiyle milyonları hayran bırakabilir.
Mimarlık; düşüncelerin ve toplumların bir bakıma maddi (somut) ifadesidir. Yani mimarlık hem maddiyata, hem maneviyata bakan yönüyle varoluşsal topoğrafyamızdır. Bu anlayışla mimarlık yalnızca arkitektonik değildir. Bir fikirdir, ideolojidir, diyalektiktir, üsluptur, formdur…
Devletler ve şirketler, bürokratik rejimlerini anayasada var olan hukuk adı altında dayatmayla mimariyi kontrol altına aldı ve bunun adına “modern mimari” denildi. Modern mimarinin karşısına da geleneksel mimari koyuldu. Bu iki düzlem arasında boğulmak istemeyen mimarlar avangard mimariyi geliştirdiler. Tatlin Kulesi buna bir misaldir. Yalnızca maketten yapılmış bir kule değil; politik, fikri ve küresel çapta gelen dayatmalara sosyalist bir cevaptır. Daha sonra avangard sanatı ile başlayan sosyalist gerçeklik yerini modernist işlevselliğe bıraktı. Mimarî, durağanlığı kabul etmez. Bir defa durdu mu, karşı olduğu anlayışın zihniyetine bürünür ve gerçeklik algısı kaybolur. Otoriter ve baskıcı devletlerin mimarlığı ağır sıra kemerleri, piramitleri, klasik Roma Kolezyumlarından Art Deco’yu, geleneğe bağlı olmayan ve hiçbir fikir alt yapısı bulunmayan modernist ve postmodernist üslupları hemen benimser ve sahiplenir. Cumhuriyet dönemi mimarisinden bahsetmiyorum; fakat ne kadar da benzer!
Bana göre mimarlığa olan yaklaşım ne de-kontrüksiyon ile kökten temelciliğe karşı anlayışı savunan Derrida’nın, ne de dünyanın imar ve nazım planını yapan tek bir mimar gibi temelci anlayış öne süren Descartes’in anlayışı gibi olmalı… Tüm insanlığa lazım olan şey “mimarlığın hikemiyatı”nı kavramak ve bunu Mimar Cevat Ülger gibi eserlerinde gösterebilmektir.
Vladimir Tatlin’in Üçüncü Enternasyonal Anıtı hayalperest bir devrimci deneyiydi. Troçki, Tatlin Kulesi üzerine şu yorumu yapar: “Cam silindir ve piramidi taşımak için konulmuş sütunlar ve payandalar öylesine hantal ve ağırdır ki, kaldırılması unutulmuş inşaat iskelelerine benzemektedirler.” Troçki, Tatlin’in teknik ve biçim olarak yenilikçiliğini över; fakat kulenin bakanları amaçsızlığa sevk ettiğini de söyler. Fikir olarak sosyalizme, teknik olarak hiçbir amaca hizmet etmeyen Tatlin amaçsızlığın amacını savunur. Bu yüzdendir ki kule hiçbir zaman inşa edilemedi veya devrim sonrası gerekli olan bu tavrı Troçki kavrayamadı. Çünkü artık iktidar devrimci Lenin’in ellerindeydi.
Sovyet Rusya’nın baş düşman olarak kabul ettiği Avrupa ve Amerika’nın anıtlarına karşı bir cevaptı Tatlin Kulesi. Avrupa’da Eyfel Kulesi’ne, Amerika’da Özgürlük Heykeli’ne karşıydı. Politik devrim, sanat devriminden sonra kendini göstermiştir. Sanat ve mimaride devrimini gerçekleştiremeyen toplumlar, politik devrimlerini gerçekleştiremezler. Konstrüktivist Punin, kuleyi mükemmel bir harabe olarak nitelendirirken Tatlin’in devrimci mimarlığı ile klasik ve Rönesans sanat akımlarını yerle bir ettiğini de söyler. Tatlin’in kuleyi sarmal bir biçimde tasarlanmasının sebebi kuleye paradoksal bir sonsuzluk kazandırmak ve karşıtlarının asla erişemeyeceğini ifade etmek. Tatlin esasında teknik ile sanat arasında bir sentez gerçekleştirmiştir. Tatlin Kulesi, inşa edilmemiş veya edilememiş olması bakımından Babil Kulesi’ni de hatırlara getirir. Bu bakımdan kendisine mistik bir görünüm de kazandırmıştır.
Tatlin Kulesi sadece Sovyet Rusya ve sosyalistler nezdinde heyecan uyandırmadı. Avrupalı sanatçılar ve sanat çevresi için de heyecan verici bir gelişme oldu. Avrupa’da yayımlanan bir sanat dergisinde Tatlin Kulesi için şu ifade kullanıldı: “Sanat öldü, Yaşasın Tatlin’in makine sanatı.” Bu ifadeler, Batılı/Avrupalı sanatçıların nasıl bir kültürel yozlaşma ve deformasyon içinde olduklarının ispatıdır. Tatlin Kulesi, Batı için bir kule değil, giyotindir. Oysaki Tatlin makine sanatını yaşatmıyordu. Teknik bilgisiyle sanatın hakimiyetini sağlıyordu. Mekanik klişeler arasında boğulup kalan Batı, devrimci yaklaşımı tam anlamıyla kavrayamamıştı.
Techne kelimesinin iki anlamı vardır: Sanat ve teknik hüner. Teknik beceri sayesinde geliştirilen teknolojiyi sanat hem anlamlı kılar hem de teknik beceriye ilham verir; fakat son yüzyılda sanat ile teknolojinin savaşı vardır. Mesela atom bombasını sanatlı kılamazsınız. Sanat bir fikrin ürünüdür, fikir de ahlâktan doğar. Toplu katliamlara ve düştüğü yerde hiçbir canlının yaşamasına imkân vermeyen atom bombası ahlâkî değerlere uygun değildir. Yüzyıllardır teknik beceriye ilham veren sanattan, teknoloji intikam alıyor. İçinde bulunduğumuz çağı özetleyecek ifade “sanatın iflası, teknolojinin intikamı”dır. Tatlin Kulesi devrimci kimliği ile sanatı, teknolojinin önüne almayı başarmıştır.
Tatlin Kulesi mimariden ziyade fikre ağırlık veren yapıdır. Dışarıdan bakan kimse demir ve çeliklerin sarmal bir biçimde bir araya geldiğini görür ve ucube bir yapı olarak düşünebilir; fakat dayandığı sosyalizm fikri sayesinde sadece Sovyet Rusya’ya değil, tüm dünyaya hitap etmiştir. Bu bakımdan düşündürücü nostaljik bir yapıdır. Stalin kuleyi gördüğünde bunun yerine Sovyetler Sarayı inşa edilmesini teklif etmişti. Stalin’in istediği sarayın, çağının en muhteşemi olmasıydı. 416 metre yüksekliğinde, sütunlu, ağır sıra kemerli ve mimar Boris’in heykelleri ile süslenmiş bir saray, katedralin yerini almış olacak, Eyfel ve Özgürlük Heykeli’ne misliyle cevap verilmiş olunacaktı. Hatta bununla yetinmek istemeyen Stalin, yaptırmak istediği sarayın en tepesine 6 bin ton ağırlığında, insanlığa kurtuluşun ve aydınlamanın yolunu göstermek üzere elini uzatmış dev bir Lenin heykeli dikmek istiyordu. Otoriter ve baskıcı rejimlerin ortak yönlerinden biri de, kendisinin ve inandığı fikrin en yüce olduğunu göstermek için mimari planda oyunlar oynamak, insani boyutları olmayan yapılar inşa etmektir. Bu yapılar tüm dinlerin de önündedir; çünkü kendisi de artık yarı tanrıdır. Sovyetler Sarayı statik bir yapıya sahipken Tatlin Kulesi dinamik bir yapıya sahiptir. Yani saray hareketsizken, kule hareketlidir ve devri daim içinde sosyalistlerle beraberdir. Stalin de keskin fikirdeki inceliği görememiştir.
Avangard mimar olan Tatlin arkasında hiç profesyonel çizim/proje/tasarım bırakmamış ve hayal gücüne geniş alanlar açmıştır. Devrimci mimarlık, devrimin formlarını barındırır ve devrim sonrası mimarlık için genel bir taslak hazırlar; Tatlin de buna önemli bir misal olmuştur.
Aylık Baran Dergisi 8. Sayı