Birçoğunun ağrına gidebilir lakin söylemekten kaçınmayacağım… Yaşadığım tecrübeler karşılaştığım hadiseler bende şu kanaatleri oluşturdu… Evlilikten uzak kalmış âlim, dava adamı ve mütefekkirler her daim bende şüphe uyandırır. Onlardan okuduğum eserler beni bir türlü sarmaz. Her şey zıddıyla kaimdir. Zıddından mahrum olan kendi hakikatini de anlamakta nakıs kalır. Peygamberin sünnetine yüz çevirenler, “Ümmetimin çokluğuyla iftihar ederim!” diyen ve evli olmayı teşvik eden, Gaye-İnsan Ufuk Peygamber’in sözünün sırrını kurcalamayanlar, bende buruk duygu ve düşünce tortusu meydana getirir. Bu şahısların kitaplarını okurken melankolik bir hava hisseder, zaferlere atılım yapmaktan geri durur, yenilgiyle büyüyen zaferlerin geleceği hissiyatı ile ezik ve silik bir insan gibi hissederim kendimi…
Evlenmemiş, dava adamlığına ve alemliğe soyunmuş şahıslarda hep bir kendini bulamayış, hep gizli bir kibir havası hissederim. Bakın, gizli kibir yapan birçok insan bunu tevazu kılığında yaparlar. Her adımda durmadan acizlik ifadeleri kullanan, “Biz de neyiz ki?” diyenler böyle tiplerdir. Doğru, Rabb’imizin gücü, kudretine nispetle biz neyiz ki?.. O'nun ilminin yanında bizim ilmimiz ummanda damla bile sayılmaz. Rabb’imizin zatını düşünmekten imtina eder idrakimizin aczini idrak etmenin hakiki idrak olarak fikrederiz. Hazreti Ebubekir Efendimiz böyle demiş. Başımızın ve gönlümüzün tacıdır. Bütün bunların yanında Rabb’imiz, “Seni, benim marifetime ulaşman için; alemi de senin için yarattım.” diyor. Sen eşref-i mahluksun ve Allah indinde din olan İslâm’ı yaşayan, oldukça nasipli birisin. Bunun için izzetli ve şerefli olman, iman ve aksiyonun gereğini yapman gerekir. İman ve iman aksiyonunun gereğini yerine getirenler, Allah indinde makbul insanlardır. Müslümanın hususî hayatı yoktur anlayışı içinde her anı ibadetler çerçevesinde görüp hizmete talip olandır. Necip Fazıl islam davasının divanesi olmuş bir zattır. Bütün insani değerlerin ve eserlerin İslam anlayışı olmadan gayesine ulaşamayacağının iddiası ve ispatçısıdır. Onun gözünde vatan ateşler altında cemiyette kaos ve zulüm saltanat sürmektedir. Bu yüzden onun gözüyle vatan topraklarını görmeyenler, her daim onu aceleci ve fazla cesur görürler. Düşünün, bu hissizlerin anlayışında cesur olmak bile suçtur. İnsanoğlu kadın ve erkek istidadıyla doğarlar, kadın ve erkek olurlar. Erkeğin ve kadının tabiî olması zıtları ile ölçüler dairesinde birleşmesi ile mümkün. Erkek, fethetme şuuru içinde bulunan varlık, kadın ise erkekte bu hususiyeti görme eğilimindedir. Kadın, erkek tarafından, erkeğin şahsiyetini manto gibi bürüyeceği bir şekilde fethedilmeyi arzu ederken; erkek ise yeni fetihlere menba olacak kadını fethetme iştiyakı içindedirler. Her iki taraf muradına erdiğinde, kadın yurt hasretini dindirip gurbet hayatına son verirken, erkek ise eksik ve noksan tarafını tamamlayarak, bütün bir varlık haline gelir. Bu durumda kadın, "Kadınlar zayıftır analar güçlüdür." insiyaki içinde nesil doğurma ve eğitme aşkıyla yanıp tutuşur. Erkek ise, dışarıda yiğit ve cesur; evinde ise çocuksu ve yumuşak görünür. Erkek eşinin göğsüne başını koyup dinlenirken şiir idrakli olur. Şiir idraki hakikati can evinden yakalatır. Eşinin göğsünde dinlenen en mesut anları yaşayan, erkek davası uğruna yaşar ve meydan okur. Meydan okur ki vatanına, şehrine, sokağına sahip çıkar. Evet dostlar, siz siz olun kadından mahrum, evlenmemiş insanlardan ve eserlerinden uzak durun. Biz İsevi meşrebi değil topyekûn zaman ve mekânın peygamberi Muhammedî meşrebe bağlıyız. Bu meşrebe güzel koku, kadın ve namaz sevdirilmiştir. Namaz gözümüzün nurudur. Muhammedî meşrebe, hem büyük cihad hem de küçük cihad vardır. Cihadsız hiçbir an yoktur. Âleme nizam verme ancak bu duygu ve düşünce iledir. Aleme nizam verme davası bizi bekliyor.
Baran Dergisi 727.Sayı