Üstad’la Hatıralarım’ın bu ikinci bölümüne evrakım arasında bulduğum aşağıdaki notlarım vesile oldu. “İlk buluşma”dan tekrar bahsedilse bile farklı bilgiler ihtiva ediyor. Tek kelimesine dokunmadan aynen paylaşıyorum.
“İlk buluşma 16 Haziran 1979 (Cumartesi)... Akıncı Güç dergisinin ilk sayısını bizden üç arkadaş Büyük Doğu Yayınevine götürüp bizzat Üstad’a teslim eder. Ve ardından Üstad’ın Ortadoğu gazetesinde bizim hakkımızda başyazısı (Müjdelerin Müjdesi) ve ardından aynı gazetenin son sayfasını S. Mirzabeyoğlu’nun Akıncı Güç dergisindeki yazısına Üstad’ın kendi takdim spotlarıyla tahsis edişi. Üstad bizi (Akıncı Güç kadrosu) bu tarihte Erenköy’deki kirada oturduğu köşke davet eder. 8 kişi idik. Başta Salih Mirzabeyoğlu, Yalçın Turgut Balaban, Hüsnü Kılıç, Harun Yüksel, Suat Fıratlı Abi, Hayri Adalı ve Ben. Üstad’ın davetine birlikte gitmek için Erenköy tren istasyonunda randevulaştık. Ben Bağdat Caddesi’nden geldiğim için tren istasyonuna kadar aceleyle yürüdüm. Kravatlı ve takım elbiseli olduğum için (mevsim de yaz) biraz terledim. Akşama doğru Üstad’ın evine vardık. Bahçede oturduk. Üstad’la tanıştık. Böyle has ve hususî bir mânâ içinde Üstad’la ilk defa tanışıyorduk galiba. Kumandan’ın daha önce bazı Üstad’la tanışmaları olmuş. (Eskişehir’e Üstad geldiğinde daha delikanlı yıllarında Üstad’a ev sahipliği yapıp refakat etmiş vs.) Fakat bu seferki tanışma tâbir yerindeyse Büyük Doğu Mimarı’nın, Büyük Doğu binasını teslim edeceği adamla karşılaşması olarak değerlendirebiliriz. Herhalde Kumandan’ın bütün mücadelesi bu kapıya kabul edilmekti ve fırsat çıkmış, gün gelip çatmıştı. Üstad bizi çok sıcak karşıladı. Ve bizi hemen kabul edip bağrına bastı. Bize “Evimin kapısını kapatıp cemiyete kapanmak durumundaydım.” der. Fakat bizi ilk defa görmesine rağmen yakından kabul eder ve mevzuya girer. Üstad’ın yanında dört Büyük Doğucu genç vardı. Kayseri’den olabilir. Ergun Göze de sonra geldi. Yüksek İslâm Enstitüsü’ndeki boykot eylemlerimize karşı Ergun Göze’nin hasmane bir tavrı vardı ve Tercüman gazetesindeki köşesinde boykotları ve rolümden dolayı beni karalamıştı. Bir ara Ergun Göze dışarı çıkar. Kumandan Üstad’a Ergun Göze’nin Yüksek İslâm Enstitüsü boykotu aleyhinde yaptıklarını ve bizim bir arkadaşımız hakkında Kızıl Rudy lakabını taktığını söyler. Üstad: “Sizin gibi gençlere nasıl böyle bir ecnebi teröristin adını yakıştırır.” der. Ergun gelince de bizi yüzleştirir. Ergun pek bir şey diyemez. Kumandan benle Kaya’yı “Ergun puştu”nun karşısına oturtur ve kalkana kadar gözlerimizde onu rahatsız ederiz.
(“Ergun puştu” tabiri Üstad’a aittir. Daha sonra Tercüman Ramazan ilâvesinde Üstad’a puştluklar yaptığından)
Akşam namazını bahçede cemaatle kıldık. Üstad, imamımız oldu. Herhangi bir rahatsızlığı yok idi. Sadece secdeden kıyama kalkarken biraz zorlanıp kalkıyor. Yaşı 75’e merdiven dayamış durumda biri için bu da çok normal. Bahçede piknik yemeği yedik.
Üstad o gece Akif İnan için “homongolos”, Cahit Zarifoğlu için “fantazist”, Rasim Özdenören için “şahsına münhasır” dedi.
Üstad MSP’ye müthiş atıyor. Biz o zaman MSP’li olduğumuz için ağırımıza gidiyordu. (Bu hatıratı davetten 10 sene sonra kaleme döktüğüm için bir kısım mevzuları hatırlamıyorum.)
Gece Üstad’dan ayrıldık. Suat Abinin evinde biraz oturduk. Erenköy’den geçen son trenle Haydarpaşa’ya oradan yürüyerek Kadıköy’e oradan Üsküdar yoluyla ben Beylerbeyi’ne, oradan yürüyerek eve gece 1:30’da vardım. Ayrılırken Kumandan bana dua etmemi söyledi. Çatıdaki küçük dairedeydim ve yeni evliydim. Ertesi gün YİE’deki Fıkıh imtihanına geç vakte kadar çalıştım. Fakat imtihana kalkamadım.
Bu ilk ziyaretten bir ay kadar sonra olacak bir daha topluca Üstad’ın evine gittik. Kumandan’la Üsküdar’daki elektrikçi dükkânında buluştuğumu hatırlıyorum. Bu sefer takım elbise giymemiştik. Yine bahçede oturduk. Yaşlı bir adam vardı, müzisyen mi neydi? O adam M. Kemal’in yanında bulunduğunu falan söyledi. Üstad hiddet göstererek, “O kişinin adının meclisimizde anılmasına tahammülümüz yoktur!” dedi... Üstad bir konuda “Sizin görüşünüz nedir?” diye bize tek tek sorduğunda, o ihtiyar; “Bunların başı sen değil misin, niye soruyorsun?” der. Üstad, sorarım ancak kararı da ben veririm, tarzında bir şeyler söyledi. Üstad, hem otoritesini gösteriyor, hem de bizim ne düşündüğümüzü merak ediyordu. Tabiî Salih Mirzabeyoğlu ile çok özel sohbetleri oluyor idi, biz de dikkat kesilmiş dinliyorduk. Üstad’ın eşya ve hadiselere pençesini geçirici mizacı o yaşında da hissediliyor idi.”
Özel notlarım yukarıda bitti. Ancak Üstad’la ikinci buluşma hakkında, benim evde bulunan onun O ve Ben kitabının Selma’nın Tabutu bahsinin geçtiği sayfaya tahminen ziyaret tarihinden kısa bir müddet sonra tarafımdan düşülmüş notları tesadüfen yeni gördüm. Üstad’ın çocukluğunda kızkardeşi Selma’ya elindeki elmayı para karşılığı verişi, ancak o ölünce bu olayı hatırlayıp, bunun onda ilk büyük vicdan azabı olduğunu anlattığı “Selma’nın Tabutu” bahsinin altına şu notları yazmışım:
“28 Temmuz 1979, Üstad’la ikinci buluşmamız. On kişi kadar vardık. İftardan hemen sonraydı ve zannedersem yabancı kimse yoktu. Sadece Üstad ve biz (Akıncı Güç)... MHP ve ırkçılar meselesi Üstad’a anlatılmıyor diye gelirken arabada Kumandan’a serzenişim olmuştu. Üstad, Ülkücüler tarafından şehid edilen Metin Yüksel meselesini sormuştu. Yakup Kaldırım (İstanbul Akıncılar Reisi) bilfiil olaya şahit olduğunu anlatmıştı. Kumandan ise davanın menfaati neredeyse orada bulunmamız gerektiğini anlattı. İtirazlarım gevşedi. Olduğumuz yere göre değil, fikre (Büyük Doğu) göre değerlendirmeliyiz! Üstad’dan ayrıldıktan sonra Kumandan’ın evine gittik. Ertesi gün sayım olduğu için sokağa çıkma yasağı vardı. Ne olur ne olmaz diye ben başka yere gittim.”
Bu ikinci notları kitaba dercedişimin sebebi, kitabın o bölümünde geçen (kızkardeşi Selma ile elma hikâyesini unutamayışı ve hayatında ilk büyük vicdan azabı oluşu) bahsi okuyunca Üstad’ın o gece sohbet esnasında bize söylediği şu sözü hatırlamam idi: “Hafızam bana zahmet verecek kadar sağlamdır. Yeter ki dikkat edeyim. Çocukluğum an an gözümün önündedir.” Yani, Üstad’ın bu sözünü kitabın kenarına yazarken o geceki davet ile ilgili bazı hatıralarıma da yer vermişim.
Aynı kitabın 187. sayfasına da tükenmez kalemle bir atıf yapmışım. O sayfada Üstad’a eza verecek boyutta zekasından bahsediliyor idi. Mevzu ile alâkalı ve bu notların vesilesi olması hasebiyle o sayfada Üstad’ın ne yazdığını da aktarayım:
Bir gün dediler (Efendi Hazretleri):
-“Sende iki şey ifrat halinde: Zekâ ve muhabbet... Muhabbet inip çıkar. Fakat zekâ sabittir... Ona çare yok...”
Bir gün de dediler:
-“Keşke bu kadar zeki olmasaydın!..”
İkinci notlarım da burada bitti.
Üstad’la fiili beraberliğim vefatına kadar devam etti. Akıncı Güç kadrosu olarak Cağaloğlu’nda bulunan Büyük Doğu Yayınlarında Üstad’ın hizmetinde bulunduk, bazen de Erenköy’deki köşkte ziyaretine giderdik. Salih Mirzabeyoğlu’nun bize vesile olduğu Büyük Doğu kavgasını ve yine onun kurucusu olduğu İBDA’nın dil ve diyalektiği ile (usûl tarzıyla) yürütmeye devam ettik. İnsanlar ölür ancak davalar bâki kalır. Efendi Hazretlerine, Üstad’a ve Kumandan’a Allah rahmet etsin ve bizlere şefaatini nasip etsin.
Baran Dergisi 696.Sayı
14.05.2020