2008 senesinde meydana gelen ekonomik kriz, 2010 senesinde başlayan Arab Baharı ve sebeb olduğu mülteci krizi Avrupa Birliği’nin kendisine temel şiar edindiği serbest dolaşım ve ekonomik refah seviyesini altüst etti. Demokrasi ve sekülarizmin kemâline ermiş olmaları hasebiyle yaşlanan nüfus, 11 Eylül 2001’den sonra pompalanan sistematik korkunun Avrupa’ya sinmesi ve bu sebeble yükselen Nazizma ile her iki sıkıntılarına eşlik eder vaziyette günümüzde dünya dengelerinde meydana gelen değişim, Avrupa’yı çıkmaza sürüklemiş vaziyette.
İngilizler fare tıynetli adamlar. Geminin batacağını önceden kestirdiler ve geçtiğimiz aylarda referanduma giderek Avrupa Birliği’nden ayrılma sürecini başlattılar. İngilizler ayrılınca, geminin dümenini tutan ve birliğin her imkânından adeta sömürü derecesinde istifâde ederek muazzam bir ekonomik büyüme gerçekleştiren Almanya ile, 2008 senesinden beri krizden krize savrulan ve AB kriterleri dolayısıyla bir türlü ekonomisini doğrultamayan Fransa iki büyük olarak baş başa kaldı.
Yaşlanmış nüfus, birlik içi ekonomideki adaletsizlik ve senelerdir sistematik bir şekilde pompalanan İslâm ve Müslüman korkusuyla tarihî anlaşmazlıkları yeniden gün yüzüne çıkarak, Almanya ve Alman kökenlilerde Nazizma ve geri kalan Avrupa’da ise Faşizma’nın yeniden hayat bulmasıyla beraber bugün Avrupa Birliği dağılma raddesine geldi.
Haberlerde eğer ki gördüyseniz, AB üyesi ülke liderlerinin ve birlik görevlilerinin bu kutlamadan sonra ziyaret ettikleri ilk durak Vatikan oldu. Bugün için bakacak olursak kendi temel dayanakları bir bir yıkılmış olan Avrupa’nın, birliği muhafaza etmek ve sürdürmek adına ortak paydalarının en eskisi olan Hristiyanlığa yaslanması son derece anlaşılır bir durum.
Türkiye’nin AB Üyeliği
Referandum sürecinde Avrupa’daki seçmene ulaşmak isteyen Ak Parti’li bakan ve milletvekillerine reva görülen muameleyi hep beraber izledik. Bugün bazıları cereyan eden hadiseleri Avrupa’da yükselen faşist partilere karşı oy oranını korumak isteyen iktidarlar ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Ak Parti arasında “kazan-kazan” şeklinde örtülü bir anlaşmaya yoruyorlarsa da, yanılıyorlar. Yaşanan hadiseler her iki taraf açısından da kazançlı olabilir; fakat burada asıl anlaşılması gereken şey şu ki, Avrupa artık De Gaulle ve Winston Churchill gibi vizyon sahibi siyasîlerin değil, o günü, sıradaki seçimi kurtarmaktan öte bir meselesi olmayan politikacıların diyarı. Dolayısıyla senelerdir tıpkı bir zehir gibi milletimize zerk edilen edilen “onlar her şeyi uzun vadeli hesaba kitaba dayanarak yaparlar” iddiasıyla Batıya karşı eziklik psikolojisi meydana getiren bu zihniyetin artık terk edilmesi gerek. Dün Soğuk Savaş döneminde tek bilinmeyenli bir denklem üzerinde bütün dünyaya adeta şov yapan Batı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra bilinmeyeni artan yeni dünya denklemindeki tek bir soruya bile doğru cevabı verebilmiş değil.Geçtiğimiz hafta NATO üyeliği bahsinde üzerinde durduğumuz gibi AB üyelik süreci de Türkiye açısından bütün cazibesini yitirmiştir. AB üyesi ülkelerin de tıpkı NATO bahsinde işlediğimiz gibi Türkiye’de faaliyet gösteren FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerine alenî destekleri, kendi topraklarında onlara sağladıkları ayrıcalık, Hürriyet Gazetesi gibi medya unsurları vasıtasıyla yaptıkları operasyonlar, yapılan hiçbir anlaşmada kendi paylarına düşeni yerine getirmemiş olmaları dolayısıyla maddî planda AB’nin Türkiye’ye verebileceği hiçbir şey kalmamıştır. Aynı zamanda bu birlik Türkiye’ye karşı aleni bir şekilde hasmane tutum içine girmiş, düşmanca hareket etmektedir. Bir diğer taraftan bugün ayakta kalmak için son çare olarak Vatikan’a yasalanan bir birliğin, Türkiye gibi Müslümanların yaşadığı bir millete ne faydası olabilir ki?
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu süreçte cereyan eden hadiseleri değerlendirirken; “16 Nisan’daki referandumdan sonra AB ile olan sürece yeniden bir bakacağız, bu böyle sürmez.” dedi ve ekledi; “Gerekirse Birleşik Krallık gibi biz de referanduma gider ve AB üyelik sürecine devam mı, tamam mı diye milletimize sorarız.” dedi.
***
Bu arada Avrupalıların çokça rahatsızlık duyduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “nazi” benzetmesine de bir parantez açmakta yarar var. Nazizm, Faşizm gibi bir ideolojinin tüm fikrî unsurlarından kendisini arındırmış ve geriye posa hâlinde Üstad Necib Fazıl’ın tabiriyle “yalnız nahvet ve vahşet psikolocyası”nın kalmasından başka bir şey değildir. Bugün Avrupalı için geçerli olan zihniyetin de herhangi bir ideolojik dayanağı olmadığı ve tamamen psikolojik olduğuna bakarak, Erdoğan’ın yaptığı benzetmenin acıtıcı bir ifâdeden ziyade hakikatin ta kendisini olduğunu da ifâde etmek durumundayız.
***
Avrupa Birliği üyelik süreci ve bunun bir unsuru olarak Gümrük Birliği’nin senelerdir Avrupa’ya kazandırdığı ve bize kaybettirdikleri açık. Bununla beraber ruhî olarak da Türkiye ile Avrupa arasında mutlak bir uyum olmasının mümkün olmadığı ve olmayacağı da bedahet.
***
Nasıl ki milletlerarası örgütler –BM, NATO vb.- değişen çağa ayak uyduramamış ve köhneyerek işlevini yitirmişse, AB de Avrupa’daki misyonunu tamamlamış ve tarihin çöp sepetine atılmak üzere gün saymaktadır. Sekülarizm dolayısıyla bir dinden çok gelenek hâline getirilmiş olan Hristiyanlık ortak paydası da AB’yi bir arada tutmaya yetmeyecektir.
Türkiye’nin bir ân evvel kendisini bu yapıdan kurtarması ve böylelikle Batı’ya doğru uzanan zincirlerinden birini daha kırıp atması, içinde bulunduğumuz konjonktür açısından son derece ehemmiyetlidir.
Bu sebeble Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti iktidarı başta olmak üzere AB üyelik sürecinden ayrılmak ile Gümrük Birliği anlaşmasının feshedilmesi yolunda atılacak her adımı destekleyeceğimizi de peşinen ifâde edelim.
Son olarak... O uçaksavarlar Avrupa Birliği üyesi ülkeleri hem birbirlerine ve hem de senelerdir zulmettikleri milletlere karşı korumaya ne kadar muktedir olacak, öyle sanıyoruz ki yakın bir vadede göreceğiz...
Baran Dergisi 533. Sayı