Sene 1920... Üç sene önce Kudüs’ü kaybeden yorgun bir Osmanlı var. 1917 yılında İngilizler tarafından işgal edilen bu hadiseyi detaylıca öğrenmek için saray erkanından birisini bulmam gerekiyordu. Uzun uğraşlar neticesinde 1894-1908 seneleri arasında Abdülhamid Han’a hizmet eden Başkâtip Tahsin Paşa ile görüşme imkânı bulabildim. Biraz hasta olması hasebiyle fazla vaktini almamak kaydıyla Abdülhamid Han ile Theodor Herzl arasında geçen münasebetleri ve Yahudilerin Filistin’de toprak edinmeye çalışmalarını sordum.

Divanda oturan Tahsin Paşa, sırtını dayadığı kırlenti düzeltti ve konuşmaya başladı.

“Sözlerime, Sultanımızın Filistin’e bir Yahudi göçüne hiçbir şekilde hoş bakmadığını ve asla izin vermediğini peşinen belirterek başlamalıyım. Herzl beni sevmezdi. Çok soğuk dururdum ona karşı. O daha çok İzzet Paşa’ya yaklaşırdı. Zaten devlet işlerinde onu daha çok tesirli görürdü. Herzl biliyordu ki ben, Sultan ne derse onu yapardım ve emrinden asla çıkmazdım. Herzl de Sultanın kulağı ve eli olduğumu kısa sürede öğrenmişti. Bu sebepten benden uzak durur, İzzet Paşa’ya daha yakın dururdu.

Theodor Herzl’in Filistin’de Yahudi devleti kurma fikrini 1897 senesinde İsviçre’nin Basel şehrinde yaptığı Birinci Siyonist Kongresi’nden biliyoruz. Orada göndere çektikleri Siyonist bayrağı ve kongrede Yahudilere bir toprak bulma girişimiydi. Herzl bunun için de Yahudiler için Filistin topraklarına göz dikmişti. Amacı Filistin’de Yahudi kolonisi tesis etmek ve Yahudileri buraya taşımaktı. Bu sebepten dolayı 1896-1902 seneleri arasında beş defa İstanbul’a Sultanımıza ziyarete geldi. En son ziyaretinde Avrupa borsasını ellerinde tutan Yahudilerin Osmanlı’nın tüm borçlarını ödemesi karşılığında Filistin’de bir yer teklifini olmuştu fakat bu da son derece sert bir şekilde reddedildi.

31 Mart Vakası Abdülhamid Han F

Cennetmekan Abdülhamid Han

Sultanımız Herzl’e yakın adamı Polonyalı Philip Newlinsky vasıtasıyla şunları söylemişti:

“Eğer Mr. Herzl senin bana arkadaşım olduğun gibi bir arkadaşın ise ona nasihat et, bu konuda bir diğer adım atmasın. Ben bir karış toprak bile olsa satamam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Benim milletim bu toprakları savaşta kanlarını dökerek kazanmışlar, onu kanları ile verimli kılmışlardır. Bu toprak bizden sökülüp alınmadan evvel, biz onu tekrar kanlarımız ile sularız. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Onlardan bir tanesi dahi dönmemek üzere muharebe meydanlarında canlarını vermişlerdir.”

Herzl

Theodor Herzl

Hatta Abdülhamid Han, Filistin’e yapılan Yahudi göçünü de 1883 senesinde yasaklamıştı. Yani Filistin’e ancak hacı olarak gelinebiliyordu ve üç ay geçmeden geri dönülüyordu. Sultanımızın Filistin için yaptıkları bundan ibaret değildi. 1883’te çıkardığı irade-i seniyye ile Yahudilere mülk satışını durdurdu. Yani Yahudiler toprak alamayacakları gibi Osmanlı vatandaşlığı da alamayacaklardı. Yahudiler bu kanunu da hileyle aşmanın yollarını aradılar. Başka vatandaşlıklara geçerek Filistin’e gelmeye çalıştılar. 1900 senesinde Mukaddes Topraklara Duhuliye Şartları adıyla yeni kurallar getirildi. Her yönden Yahudilerin Filistin’e girişi engellenmiş oldu. Hatta Yahudiler İttihat ve Terakki’cilerden yardım almaya çalıştı. Fakat Abdülhamid Han hiçbirine olumlu yaklaşmadı ve sert bir dille tenkit etti. Çünkü Sultanımız seziyordu ki, Yahudilerin gayesi bağımsız bir Yahudi Devleti kurmaktı.

Abdülhamid Han’dan istediğini alamayan Herzl, yönünü İngiltere’ye çevirdi. İlk başta Herzl’e Uganda önerisi yapıldı fakat bu kabul görmedi hatta şiddetle karşı çıkıldı. Çünkü Yahudilerin tek isteği Kudüs’tü. Herzl’in ölümünün ardından 1905 senesinde yapılan bir kongre ile yine Yahudi devletinin Filistin’de kurulması gerektiği kararlaştırıldı. İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, 1917 senesinde İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild’in de baskısıyla Filistin’de Yahudilere vatan verilmesini ve kolayca göç edilmesini gerektiren Balfour Deklarasyonu’nu yayınladı. Yahudiler İtilaf Devletleri’ni bu deklarasyona dahil etti. ABD, Fransa ve İtalya başta olmak üzere birçok ülkeden de destek aldı.

İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour

I. Dünya Harbi’nde büyük bir hezimete uğradık. Bu hezimetle birlikte 3 Aralık 1917’de, İngilizler Osmanlı yönetimindeki Kudüs'ü işgal etmeye başladı. İngiliz kuvvetlerinin başında geçtiğimiz temmuz ayında mareşal olan Edmund Allenby bulunuyordu. Bizler de Almanya’dan destek almıştık. Suriye-Filistin Cephesi'nde Almanya ile oluşturduğumuz Yıldırım Orduları Grubu’nda IV. Ordu Cemal Paşa’ya, VII. Ordu Mustafa Kemal Paşa’ya VIII. Ordu ise Cevat Paşa’ya aitti. 7 gün sonra yenilgiye uğradık ve şehri terk etmek zorunda kaldık. Bazı kumandanların ihtirasları ve stratejik hatalarımızın yanında Filistin’deki Yahudilerin İngilizlere yaptığı casusluk da yenilgimize sebep oldu. Bundan bir ay sonra güney Filistin ardından dokuz ay sonra Suriye ve Lübnan elimizden çıktı. 1918’de ise Hayfa, Şam, Beyrut elimizden çıktı ve Orta Doğu’daki hakimiyetimiz sonlandı. İngilizler için bu topraklar bulunmaz Hint kumaşıydı. Hindistan’a ulaşım ve deniz yolu güvenliği hep buradan geçiyordu. Filistin toprakları İngilizler tarafından işgal edilmeden önce Filistin nüfusu 570 bini Müslüman, 74 bini Hıristiyan ve 75 bini Yahudi’ydi. İşgalle birlikte Avrupa ülkeleri başta olmak üzere Polonya, Rusya, Romanya, Ukrayna, Büyük Britanya, Amerika, Mısır gibi ülkelerden ilk başta toplam 17 bine yakın Yahudi göç etti. Hala da göç etmeye devam ediyorlar. Sanıyorum ki, Yahudilerin bu topraklara gelmesiyle burada çok büyük yıkımlar başlayacak!”

Kudüs'e Yürüyen İngiliz Askerleri

Kudüs'e Yürüyen İngiliz Askerleri 

Tahsin Paşa, geçmişi tekrar kurcalamanın verdiği hisle yorulmuş ve nefes nefese kalmıştı. Önünde duran tastan biraz su içti. O sırada birkaç ay önce Malta’ya sürgün edilen Fahrettin Paşa’nın durumunu sordum.

“Ömer Fahrettin Paşa’nın çok büyük hizmetleri dokundu” diye söze başladı Tahsin Paşa. “Medine’yi müdafaa edişi tüm komutanlara da ayrı bir ibret olmuştur. Kulağımıza gelir, İngilizler ‘çöl kaplanı’ derler bu yiğide. Onun Medine’deki kahramanlığı, kendisinde bulunan ahlak ve şecaatinden ötürüdür. Bunu da nereye el atsa orada zuhur eden samimiyetinden anlayabiliyoruz. Hadiseyi kısaca anlatayım:

Birinci Dünya Harbine girdikten sonra İngiltere rahat durmadı. Bizi sürekli rahatsız edecek ve âtıl bırakacak yolu, 1893’ten beri temas halinde oldukları Mekke Emiri Şerif Hüseyin üzerinden uygulamaya koyuldu. Gayeleri kendi yönetimleri altında Arabistan, Irak ve Suriye'de bir Arap Devleti kurmaktı. Ayrıca halifeliği de Hüseyin’e vereceklerdi. Mekke Emiri, dünden razı oldu buna. İsyana 1914’te başlamış oldu yani. Bu süreçte de İngiltere, Arapları sürekli Osmanlı hükümetine karşı kışkırtmalarına devam ediyordu. Yalan haberler, gelen erzaklara el koyup suçu Türklerin üzerine yıkmalar ve daha nicesi... Bu isyan gerçekleşirse İngilizlerin Sina ve Filistin’deki faaliyetleri kolaylaşacaktı.

Osmanlı olarak yaptığımız yardımlar, destekler yıllarca devam ederken, o bizim kuyumuzu kazmanın peşindeydi. İsyana başlayana kadar da Osmanlı’yı sürekli oyaladı, kandırdı. Oğlu Şerif Ali ve emrindeki bedevilerle birçok hadise çıkardı Medine’de. Bu zaman zarfında Osmanlı’dan ahmakça taleplerde de bulundu; genel af, Suriye ve Irak’a otonomi verilmesi ve kendisinin hukuki durumunun tanınması gibi... Hükümet bu istekleri nazikçe reddetti. Şerif rengini belli etmeye başlamıştı. Osmanlı hükümeti ile ilişkilerini kesmeye çalıştılar ve açıktan düşmanlıklarını sergilediler. Osmanlı’dan aldıkları paraları bedevilere ve şeyhlere dağıtarak isyana teşvik ettiler. Hicaz halkını İngilizlerin beslediği propagandasını yaptılar. 3 Haziran 1916’da Şerif Hüseyin’in oğlu Şerif Ali, 1300 kadarlık Yemen müfrezesinin yolunu kapatmak üzere demiryolu ve telgraf hattını tahrip ettiler. İsyancıların yaptıklarını haber alan 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa, durumu kontrol altına alması için 12. Kolordu Kumandanı Fahreddin Paşa'yı gizli olarak Medine'ye gönderdi. Bunlar olurken, İngilizler de Mekke’deki ayaklanmaya katılan Kızıldeniz sahilindeki Arapları beslemeye devam ediyordu. Fahreddin Paşa, 50 bin kişilik isyancı ordusunu 15 bin kadar ordusuyla bertaraf etti. İsyancılar yine rahat durmadı. Hicaz isyanı da büyüyordu. Bunun için Fahreddin Paşa Bi'riali ve El-İlave üzerine yürüdü ve galip geldi. Hicaz Valisi Galib Paşa, isyanlara çok fazla kulak asmadı, istihbaratlara aldırmadı, kuvvetlerini dağınık tuttu. Bundan oluşan tedbirsizlik ve takviye kuvvetlerinin gelememesi sebebiyle önce Cidde, ardından Mekke daha sonra Taif isyancılar tarafından alındı. Osmanlı Hükümeti zaten I. Dünya Harbi dolayısıyla buralara yardım yapamadı. Fahreddin Paşa elindeki birliklerle yeterli olamadığı ve Hicaz’a asker gönderilemediği için istemeyerek de olsa Medine ve Hicaz’ın boşaltılmasına karar verildi. Bu karar Fahreddin Paşa’yı kızdırdı ve uygun bulmadı. Çünkü ona göre Medine, her şeyden daha önemliydi. Ve boşaltma kararının İngilizler tarafından duyulmasına mukabil buradaki birliklerin Filistin cephesine aktarılmasına da engel olunacaktı ki her yönden tehlikeliydi. Hatta Cemal Paşa’ya yazdığı mektupta “...şimâlde, Medine'yi elimizden sûret-i katiyyede düşürecek bir vaziyyet-i elime henüz tahaddüs etmediyse, Medine'yi Hazret-i Peygamberin Ravza-i Mutaharrası'nı mühim ağırlıkların sevkinden sonra, son dakikaya kadar muhafaza ile ecdadımızın Medine'ye yerleştirmiş oldukları Osmanlı bayrağımızın bana kaldırtılmamasını kemâl-i hürmetle istirham ederim.” demişti.

Tabii daha fazla direnemedik. Hiç istemeyerek Medine’nin tahliyesine karar verdik. Halbuki, mesele daha derinlemesine bakılıp buranın müdafaası hiçbir şekilde terk edilmemeliydi ve tahliyeden vazgeçilmemeliydi.

fahrettin paşa

Fahrettin Paşa

Fahrettin Paşa’nın sorumluluğu altında 80 parçalık Mukaddes Emanetler, İstanbul’a nakledilirken de Araplar, İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle köprü ve rayları tahrip ettiler. Şerif Hüseyin hem asker hem de silah yardımı aldı. İngiltere Hindistan’dan gönüllü asker bile toplamak istedi ama başaramadı. Hindistan Müslümanları, Mekke Şerifinin isyanına büyük tepki gösterdi.

Arap birlikleri Medine’yi her taraftan kuşattı. Fahreddin Paşa’nın ordusu açlıkla karşı karşıya kalmıştı. Ot yer hale geldiler. Artık yardımlar da durmuştu. En son Osmanlı hükümeti kaleyi teslim etmesi gerektiğini söyledi. Teslim olmazsa İngilizlerin Boğazlardaki istihkamların bombalanacağı söylendi. Fahreddin Paşa gelen emirlere uymadı. Zaten öyle bir adam bunu kaldıramazdı. Her şeyini Medine’ye bağlamış biri, oradan ancak şehit çıkmak isterdi. Bu süreçte Filistin’i kaybettik. 30 Ekim 1918'de de Mondros Mütarekesi'ni imzaladık. Mütarekenin 16. maddesine göre Fahreddin Paşa teslim olacaktı fakat Paşa kabul etmedi. Orduda da sıkıntılar başladı. Asker savaşmak istemiyordu. Zaten hastalık, açlık da artmıştı orduda. Teslim olması hususunda baskılar da artmıştı Paşa’ya. Paşa’nın vazgeçmeme sebeplerinden biri de Hilafete ihanet eden şerifle müzakere etmemekti. Yemen, Asir, Trablus ve Hicaz’ın hala teslim edilememesinden dolayı İngilizler nota vermişti Osmanlı’ya. Bu sebeple Fahreddin Paşa’ya baskıyı artırdı hükümet. Miralay Ali Necip Bey, teslim olmazsa bütün kuvvetlerle Medine’ye saldıracağını söyledi. Hatta Fahreddin Paşa’yı bağlamak için yanlarına ip de aldılar. Önce etrafındakileri etkisiz hale getirdiler daha sonra teslim olmamak için direnen Paşa’yı zor zaptederek 10 Ocak 1919’de yakaladılar ve Araplara teslim ettiler. Paşa’nın 2 buçuk yıl canını dişine takarak müdafaa ettiği belde ellerinden kayıp gitmişti. Medine’de görevli bir asker olan Hacı Mehmet, “Paşa'yı kaçıran Araplar, daha sonra Paşa'nın kendi mührü bulunan bildiriler dağıttılar. Bütün bölüklere, bütün askerlere... Paşa'nın teslim olup gittiği yazılıydı. Bu haberin asker üzerindeki etkisi korkunç oldu.” demişti. Yani Paşa’nın her hali asker üzerinde korkunç derecede tesirliydi. Yani esareti sürecinde de düşmanı tarafından bile hayranlık uyandırmış ve takdir edilmiş bir komutandı Paşa. Keskin bakışlarıyla bedevileri bayıltan bir şecaati vardı.

Paşa’nın tesliminden birkaç gün sonra da günlerce şehri yağmaladılar. Evleri, eşyaları dağıttılar. Adeta insani hiçbir hareket göstermediler.

Arap birlikleri, İngilizlerin kucağına oturduğunun ve Osmanlıyla birlikte İslam’a savaş açtığının farkına çok geç vardı fakat iş işten geçmiş oldu. Ekmek yedikleri Osmanlı'ya büyük ihanet ettiler. İngilizlerin Filistin ve Suriye'deki zaferlerine en büyük katkıyı Osmanlı'ya darbe indiren aç gözlü Araplar sağladı. Ve Irak, Suriye ve Arabistan topraklarını kaybetmemizde en büyük etken onlardır.

7 ay Mısır’da İngilizlerin esareti altında kalan Paşa çok hastalandı. Ayak damarları çatladı. Daha sonra Paşa’yı Malta’ya sürgün ettiler. Orada bir kışlada Türk esirler birlikte tutuluyor. Geçenlerde bir haber geldi, durumu iyiymiş Paşa’nın. Kitap okuyor, resim yapıyor ve çiçeklerle alakalanıyormuş. Allah sonunu hayretsin.”

Tahsin Paşa’nın elini öptüm ve verdiği bilgiler sebebiyle memnuniyetimi belirterek huzurlarından ayrıldım.

Filistin’in elimizden çıkmasına ve Fahreddin Paşa’nın akıbetine çok kederlendim. Hicaz makamıyla camiye çağıran müezzinin sesi dışında tüm sesler boğuk geliyordu kulağıma. Dükkanlarını kapatıp sadaya doğru yürüyen insanların arasında ben de karıştım.

Kaynaklar

İsmail Müştak Mayakon, Yıldız’da Neler Gördüm?, haz. Ali Yılmaz, DBY Yayınları, İstanbul 2010,  s. 24, 86-87.

Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih 1789-1960, 515; Johnson, Yahudi Tarihi, s. 396.

Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, s. 35.

Roger Garaudy, İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, Çev. Cemal Aydın, Timaş Yayınları, İstanbul, 2018.

Roger Garaudy, Siyonizm ve Yahudilik, İstanbul: Örgün Yayınevi.

Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, İstanbul, 1991, s. 56.

Ahmet Akgündüz, “II. Abdülhamid’in Yahudilerin Filistin’e Yerleşmesini Yasaklayan Bir İradesi”, TDTD, S.3, İstanbul, Mart, 1987, s. 27-29.

Süleyman Beyoğlu, Medine Müdafaası ve Fahreddin Paşa, Yeditepe Yayınları, 2019, İstanbul.

Gazi Hacı Mehmed "Medine Müdafaasından 70 Yıl Sonra Yeniden Yaşamak ya da Çöl Destanını Yazanlar", Röportaj, Sabri Öğe, 3-7 Ocak 1988, Tercüman Gazetesi

Aylık Baran Dergisi 28. Sayı, Haziran 2024