Türkiye'de rejim değişimi
Hatırlarsanız daha önce bu başlıkta bir yazı yayınlamıştık. Sudan’da Ömer el-Beşir yönetiminin askerî darbeyle devrilmesi ve sonrasında kurulan hükümetin yine askerî müdahaleye uğrayarak yıkılması üzerinden dersler çıkararak Türkiye’nin durumunu değerlendirmiştik. O zaman söylediklerimle ilgili bir görüş değişikliği ileri sürmeyeceğim. Fakat hadiseler Sudan’da ve Türkiye’de gayet hızlı seyrettiği ve beklenmedik şeyler ortaya çıktığı için, Sudan hakkında ve dolayısıyla Türkiye hakkında aynı mevzu üzerinde tekrar bir şeyler söylemek icab etti.
Bilindiği gibi 2019 yılında Ömer el-Beşir’i deviren askerler Batı baskısından dolayı muhalefete hükümet vermişti. Bu muhalefet tamamen Batı’ya yüzünü dönmüş, Müslüman Sudan halkına yabancı ve azınlık denebilecek küçük bir kesimin temsilcisiydi. Buna rağmen güya demokrat Batı, bu hain muhalefete zorla iktidarı verdirdi. Öte yandan askerler bu iktidarın Sudan’ı kısa zamanda parçalamaya gittiğini görerek tekrar müdahale etti ve 2021 Ekim ayında hain hükümeti de devirdi. Açıkçası yapacak başka bir şey yoktu. Kısa zaman sonra devrik başbakan Hamduk, Batı baskısı sayesinde tekrar göreve geldi. Baş döndürücü hızla seyreden hadiseler bununla bitmedi ve Hamduk yılbaşında istifa ettiğini açıkladı.
Evvela şunu söyleyelim, askerî veya sivil, esas olarak Müslüman halkın istikbalini düşünen ve ona göre siyaset izleyen yönetime razı oluruz. Sudan’da askerlerin müdahalesi eksik ve yanlış yönlerine rağmen millî bir harekettir. Sonrasında Arap sermayesinden destek göremediği için tökezleyen Sudan ordusu her ne kadar hain başbakana tekrar müsaade etse de, onu iş yapamaz halde tutup istifaya zorlamayı da başardı. Sonuçta Sudan’da oyun bir tür “pat” noktasında kaldı. Sudan ordusu avantajlı olsa da dış dünya baskısı yüzünden istediğini yapamıyor. İhtiyaç duyduğu ittifakları kuramadığı için de taviz vermek zorunda kalıyor. Bu eksikliklerinden dolayı reaksiyoner bir manzara çizen Sudan ordusu, ümit vaad etmekle beraber bizleri endişeye de sevk ediyor.
Sonuçta olan biten Sudan’da, peki bu aynada görmemiz gereken ne? Türkiye’de genel seçim sonucunda hain bir yapının iktidar elde etmesi durumunda olacaklar belli, bunu fark edemeyen kimse kalmadı. Hainler de o yüzden ellerini ovuşturuyor. Böyle bir durumda Türkiye’nin kurtuluşu ancak askerî müdahale veya halk ayaklanmasıyla mümkün olur. Bir sonraki seçimi bekleyip iktidarı geri almayı hesap eden bile hainlere bilmeden hizmet etmiş olur. Çünkü sonraki seçime kadar iş işten geçmiş olabilir. Peki hal böyleyken Türkiye’de mevcut iktidar, yani Başkan Tayyip Erdoğan ve devlet bürokrasisi ne yapıyor? (Dikkat edilirse iktidar partisinin adını zikretmedim.)
Bundan bir yıl kadar önce, Türkiye’de Erdoğan, MHP ve devlet bürokrasisi eliyle rejim değişikliği yapılması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu hem bir teklifti, hem de gerçekleştiğini fark ettiğim hadisenin beyanıydı. Yalnız, gelişmekte olan hadisenin yanlış yönlere seyrinden korktuğumu da beyan etmiştim. Son zamanlarda Erdoğan ve onun şahsında Türkiye’nin izlediği bağımsız siyasetin altını oymaya çalışan bazı aklı evvel yazarlar, İttihadçılık adı altında devletin ve tabii ki Erdoğan’ın, yeni bir rejime doğru yelken açtığını iddia ediyor. Daha da önemlisi, muhalefet kesimi Erdoğan ve devlet bürokrasisinin el ele verip sıkıyönetim yahut darbe yoluyla her şeye el koyacak derecede gözünü karattığını iddia ediyor. Bu şekilde devletin daha milliyetçi ve daha dinî görünümlü ve de gitgide demokrasi dışı bir rejime dönüşeceğini dile getiriyor. Korktukları şey bu, ama daha kesin olan şu ki, devlet zarurî olarak bu yolda ilerliyor, zaten bu ihtimal üzerinde durmuştuk. Bizim Müslüman Anadolu halkıyla devletin kucaklaşması dediğimiz şey devletin devamı için zarurettir. Bunu muhalefet de görüyor olmalı ki farkında olduğu şeyi ifade etmiş oluyor.
Peki gelinen noktada manzaramız nedir? Daha önce Osmanlı’yı tasfiye etmiş olan İttihatçı -Jön Türk bürokrasisinin umumî manada sağcı denebilecek bir hüviyete doğru -en azından şimdilik- evrildiği anlaşılıyor. Evet, yeni rejime, doğrudan tabelasını değiştirmeden, ama muhtevasını sakin sakin değiştirerek gidiyor devlet. Bu halinden belli ki geçiş dönemi için planlama da yapılmış. Nitekim dolar operasyonunda alıştıkları yolla iktidarı düşüreceğini sanan vatan hainleri fena madara olarak tarihe geçti. Anlaşıldı ki, iş ciddi ve devlet kararlı. Kaba bir reaksiyoner tavırdan ziyade ne yaptığını bilen, planlı hareket eden ve bu sayede de attığını vurma kabiliyeti yüksek bir organizasyon görüyoruz.
Daha önce Kıbrıs vesilesiyle devletin bizim endişelerimizi paylaştığını düşündüğümü söylemiştim. Ve yine devletin, hadiselerin aktığı istikameti görerek Müslüman halkla kucaklaşmak ve İslamî bir dünya görüşü olan Büyük Doğu-İbda ideolojisini makul bir geçiş dönemi çerçevesinde uygulamaya koymak zorunda olduğunu da söylemiştim. Baran Dergisi olarak başkanlık sistemine geçiş hengâmesinden beri bunu somut çerçevede defalarca beyan ettik zaten. Sudan’da önceden Arap sermayesinden söz alıp almadığını bilmediğimiz ordunun bir ileri bir geri hareketlerini dünya görüşü ve istikbal planlarının eksikliğine veriyoruz. Türkiye’de ise devletin böyle bir dünya görüşü eksikliği yüzünden sadece belayı def etme niyetinde kalmasından korkuyoruz. Devlet bu haliyle Müslüman halkla kısmen barışmış, yarı Batıcı, yarı Müslüman, yarı Milliyetçi, yarı Ulusalcı garip bir melezlikle, belki Anadolu insanına nefes aldırsa bile, istikbalde onu gene çıkmaz sokağa götürüp tehlikeye atabilir. Bu adamlar bu ülkeyi felakete götürmek istiyor demiyoruz, ama hastayı kurtarma çabası yanlış veya eksik tedaviyle hastayı ölüme götürebilir. Kaç nesildir hayali kurulan bağımsızlık yolunda ilerlemekteyken, meşrutiyeti getirince Osmanlı’yı kurtaracağını sananların Osmanlı’nın yıkılışına hizmet etmesi gibi, Batı karşısında yine zihniyet açısından Batıyla kökte uyuşan fikirler fayda getiremez.
Devletin durumuna bakınca bağımsızlık hedefinde netlik açıkça görülüyor. Öte yandan bu bağımsızlık davasının bir İslâm imparatorluğu davasıyla mümkün olduğunu göremeden bu işin nereye varacağı kestirilemiyor. Tıpkı ticarette bir kere sermayeyi koyunca tüm piyasayı zapt etmeye mecbur kalmak gibi, Türkiye’nin de bağımsızlığı buna bağlıdır. Dünyanın şimdiki gibi çok kutuplu ve çekişmeli bir hale geldiği her dönemde büyük savaşlar olmuştur. Bu hengamede Türkiye nereyle ittifak kursa yine de -Allah korusun- bir savaşa girmeye mahkûm olabilir. Bu durumda hâlâ Müslüman halkla tam kucaklaşamamış devletin kaçış şansı kalmaz. O zaman eski zihniyette ısrar edenlerin hepsi ya düşmana sığınır ya da camide ön safa koşar.
Şu an bence devlet bir planlı geçiş yapmakta, bunu yukarda da söyledim. Bunun nereye varacağı ise kesin değil. Müslüman, Batıcı, Milliyetçi ve Ulusalcı melezi bir sağcılık anlayışında kalmak yerine Büyük Doğu-İbda ideolojisini siyasetinin esası olarak kabul etmek ve o eksende geçiş dönemi planlamak, devleti yaşatmak ve vatanı kurtarmak isteyenlerin tek çaresidir. Dileriz farkındadırlar ve yine dileriz ki farkında değiller ise iş işten geçmeden farkına varırlar.
Baran Dergisi 783. sayı