Abdullah Çiftçi, uçuk kaçık komplo teorileri üretmiyor. Ülke içi günlük siyasetle de ilgilenmiyor. Kapsam olarak daha çok dünyada olup biten iktisadî, sosyal ve siyasî hadiseler üzerine analizler yapıyor. Yaptığı analizler sağlam mesnetlere dayalı ve haliyle istikbale dair yaptığı önermeler de tutarlı.

Bir takım internet mecralarında fenomen olarak tanınan, bir yerlerden kurgulanmış maksatlı absürd kişilerden ve egosunu tatmin etmek için cevahir yumurtlayan ucubelerden bahsetmiyorum. Onlar birer fenomen olmayı hak etmezken, bence öylelerinden farklı ve yine öylelerine teşne olanların anlamadığı bir şahsiyet Abdullah Çiftçi. Fenomen deyince kafalar karışmasın diye onlardan farkını baştan söylemek gerekiyordu.

Abdullah Çiftçi, Maraşlı bir Anadolu çocuğu. İsteyen herkes internette yayınladığı videolardan kendisini takip edebilir. Nadiren televizyon kanallarına çıkıp açık oturum tarzı tartışmalara da katılıyor. Umumiyetle sık aralıklarla bizzat kayda aldığı videoları internette yayınlayarak fikirlerini beyan eden Çiftçi, bence televizyon kanallarında sürekli arzı endam ederek kafa ütüleyen ama hiçbir şey söylemeyen çokbilmişlere mukabil, çok şey söylemeye çalışan ve konuştuğunda son derece dikkate değer şeyler söyleyen biri. Bu yüzden fenomen olarak anılmayı hak ediyor, kendisinin fenomencilik oynama gibi bir amacı olmasa da.

Her gün televizyon kanallarında bol bol strateji uzmanı, askerî ve siyasî analizci, siyasetçi, emekli asker, gazeteci, anketçi, vb. sıfatları taşıyan insanları görüyoruz. Bunlar umumiyetle iktidar yahut muhalefet tarafından hangisini tutuyorsa trol zihniyetiyle tuttuğu tarafın yapıp ettiklerini akla hayale gelmez şekilde güzelleyip müsbete tevil etmek, karşı tarafı ise kötülemek noktasında birbirleriyle yarış halindeler. Bu zevatın fikirden eser bulunmayan konuşma ve tartışmaları taraftar kitleye yönelik propagandadan öteye gitmiyor. Özellikle gazeteci kimlikli insanlar her neye dayanıyorlarsa büyük fikir adamı havasında sürekli atıp tutuyor ve dün tevil ettikleri hadisenin tam tersi karşılarına çıktığında hiç utanıp sıkılmadan ona da bir tevil yapmayı beceriyorlar. Tek faydaları, kahvede atıp tutmaya alışmış milletin siyasetle daha çok haşır neşir olmasına yardım etmeleridir. Bu sayede Anadolu insanı kendisinin bu koca adamlardan daha idrakli olduğunu fark etmiş durumdadır. Günlük konuşmaya alışmış bu adamlardan başka ne fayda gelebilirdi ki?

Abdullah Çiftçi’ye gelince; o, uçuk kaçık komplo teorileri üretmiyor. Ülke içi günlük siyasetle de ilgilenmiyor. Kapsam olarak daha çok dünyada olup biten iktisadî, sosyal ve siyasî hadiseler üzerine analizler yapıyor. Yaptığı analizler sağlam mesnetlere dayalı ve haliyle istikbale dair yaptığı önermeler de tutarlı. Bir kere hangi mevzu üzerinde konuşuyorsa onu kökünden kavrayan bir tarz belirttiği için o meselenin gelişimi ve getirecekleri üzerinde devam eden konuşması makul bir silsile içinde ilerleyerek mantıklı bir neticeye varıyor. Haliyle onun söylediklerini dinlediğinizde aklınız ciddi bir problem üzerinde bilgilenme ve kafa yorma faaliyeti yapmış olarak rahatlıyor. Şahsen ben Çiftçi’yi dinlemeyi seviyorum ve kendisinden istifade ediyorum. Açıkça söyleyeyim, bildiğim bazı şeyler hakkındaki kanaatim onu dinleyince daha da pekiştiği gibi hiç haberdar olmadığım şeyleri de ondan öğrendim.

Abdullah Çiftçi’nin üzerinde durduğu meseleleri daha somutlaştırmak gerekirse, ana eksen şu noktalar üzerinde kendini gösteriyor: Dördüncü sanayi devrimi, yapay zeka, otonom üretim, CRISPR gen teknolojisi, nesnelerin interneti, yenilenebilir enerji, yapay et, nötr insan, akıllı şehir, LGBT, paydaş kapitalizm, karbon ayak izi, dijital faşizm, vs. Bunlar dünyada çoğu insan tarafından “küresel projeler” olarak biliniyor. Tamamen dine düşman olması bir tarafa, insan fıtratına da saldıran projeler ve bu projelere yönelik olarak kullanılmak istenen teknolojiler vasıtasıyla insanlığın sonunu getirecek bir felakete doğru yol alışın farkındayız.  Çiftçi bunları kendine has şivesi ve tatlı üslubuyla sürekli işliyor ve Lusifer’in Çocukları adıyla andığı küresel sermayedarların çoğunlukla mason olan dinsiz kesimini bu işin başı olarak işaret ediyor. Bu noktada 20. yüzyıl düzeninin mimarı olan büyük sermayedarlar arasındaki bölünmeyi de vurgulayarak üstteki projeleri inşa etmeye çalışan kesimin Siyonizm ve kapitalizmden uzak olup 1984 romanı tarzı bir distopik dünya inşa etmeyi hayal ederken diğer kesimin ise kapitalist, Evanjelik ve Siyonist olduğunu bildiriyor. Bugün ABD içinde üstte bahsettiğimiz projelere taraftar olan Demokratlarla küreselci dediğimiz sermayedarlar yan yana dururken, onların karşısında ABD Başkanı Trump’ın aynı projelere muhalif tavrı içinde yer alan Elon Musk, Silikon Vadisi, kapitalizmin devamından yana olan sermayedarlar ve Siyonizmi destekleyen Evanjelik Amerikalıların tuttuğu Cumhuriyetçileri görüyoruz. İngiltere’deki Londra merkezli para babalarının bu küresel projeleri desteklediğini ifade eden Çiftçi, mevcut İngiliz hükümetinin de aynı tarafta olduğunu bildiriyor. Bu durumda İngiliz kralı da o projelere taraftar demektir, bu benim çıkardığım sonuç. Çiftçi’nin bu yönde beyanı varsa ben gözden kaçırdım demektir. İki güçlü tarafın rekabete giriştiği bu hengâmede ülkeler arasında safların belirlenmesinin söz konusu olduğunu söyleyen Çiftçi’nin bu sözlerinden çıkardığım sonuç dünyayı büyük bir savaşın beklediğidir. Bu noktada hala 20. yüzyıl dinamikleriyle düşünmenin ve hareket etmenin yanlışlığını da vurgulayan Çiftçi’nin bu görüşüne ben de katılıyorum. Evet, şu an iyi kötü tanıdığımızı sandığımız dünyada değil bambaşka bir dünyada yaşıyoruz ve durumun farkına varamazsak mahalle kahvesinde çene çalan emekli memurlar kadar etkisiz ve alakasız kalacağız.

Meseleler büyük resimde böyle görünürken Türkiye’de asıl konuşulması gereken konunun dışında yapılan tartışmaların boş olduğunu da söylemeyi ihmal etmeyen Çiftçi’nin, katıldığı bir televizyon programında yine bunları anlatmaya çalışırken orada bulunan diğer şahsiyetlerin sığlığı ve anlayışsızlığı karşısında yalnızlığına şahit olmuş ve üzülmüştüm. Dünyada neler olup bittiğinden habersiz, ıvır zıvır mevzular etrafında saatlerce çene patlatan tiplerin Abdullah Çiftçi’nin ettiği birkaç cümle sonunda bile “ne diyorsun arkadaş” deyip birden dikkat kesilmesi gerekirken duymamış gibi davranıp aynı davulu çalmaya devam etmeleri, seyirci için bile katlanması çok zor bir durum olsa gerek. Nitekim Suriye zaferi sonrasında çıktığı bir programda yine benzer bir durumla karşılaşınca çileden çıktığını görmüştüm. Belki de bu sebepten televizyonlara az çıkıyor.

Türkiye’nin dış siyaseti hakkında konuşurken bu yüzyılın Türk yüzyılı olacağını vurgulayan Çiftçi, Türkiye’nin dördüncü sanayi devrimini yakaladığını ve dışarıda büyük işler başardığını anlatıyor. Bunlardan biri de Suriye zaferi ve bence de Türkiye orada büyük iş başardı. Bununla beraber Türkiye’nin üstte bahsettiğimiz küresel ölçekli saflaşmada kendisine güçlü bir müttefik bulmuş olarak yola çıktığını da biliyoruz. Çiftçi bunun da üstünde duruyor. Benim kanaatime göre belli esaslarda Türkiye’nin müttefiki İngiltere olarak görünüyor. Çiftçi de İngiltere’nin büyük güç olarak tekrar dünya sahnesine dönme çabasından bahsediyor ve isim vermeden bu ittifakı ima ediyor.

Siyasi analizler üzerinde lafı daha fazla uzatmadan Abdullah Çiftçi bu kadar bilgiyi nereden derliyor ve bu kadar gözlemi nasıl yapıyor diye soralım. Daha da önemlisi bunca bilgi ve gözlemi değerlendirip nasıl sonuca varabiliyor? Bu noktada kendisinin de araştırma, bilgi ve yorum desteği aldığı anlaşılıyor, benim kanaatim bu yönde. Belki de devlet tarafından belli bir seviyede kamuoyunun bazı şeyleri anlaması ve fark etmesi için destekleniyor. Eğer öyleyse devletin bakış ve görüş derinliği belirten halini fark edip istikbal için ümitvar olabiliriz. Yok, eğer Çiftçi bütün bunları kendi başına yapıp ediyorsa onun adına büyük bir iş olmakla beraber faydaya dönüşmediği sürece beyhude çaba olarak ziyan olur gider.

Buraya kadar yeterince methettik sanıyorum. Bir de madalyonun diğer yüzüne bakmak gerekiyor ama orada işler karışıyor maalesef. Abdullah Çiftçi’de eksik kalan öyle bir nokta var ki, belki bütün tahlillerini ve öngörülerini berhava ettirecek derecede mühim ve bence kendisi de bunun farkında. Belki üzerinde olduğu meselelerin dışına çıkmayıp ikazda bulunmakla yetinmeyi tercih ediyor, belki de bilmiyor, ama belkilerin daha da önemlisi biliyor da söyleyemiyor. Niye öyle yaptığını kendisi daha iyi bilir. Her neyse, Çiftçi sürekli olarak Türk yüzyılı lafı ederken içeride halimizin ne kadar vahim olduğunu sıklıkla vurguluyor, ama devletin de uyumadığını söylüyor. Çare olarak ülkenin reorganizasyona ihtiyacı olduğunu da söylüyor. Aksi takdirde sonumuzun kötü olacağını haber vermekten de geri durmuyor. Ama bu noktada ehliyet ve liyakat diyerek meseleyi muğlak şekilde düğümlüyor. Dediğim gibi belki de daha fazlasını konuşmaktan bilerek imtina ediyor veya işin o kısmını devlete havale ediyor.

Bu durumda biz soralım, dünyada sürekli çok büyük hadiseler adeta sıradanlaşmış gibi olup biterken ve çok daha büyüklerinin yolda olduğu belliyken, ülke içindeki berbat durumun çözümü ehliyet ve liyakat diye geçiştirilebilir mi? Hangi kriterlere göre ehliyet, hangi ölçüler çerçevesinde liyakat? Bir asırlık Kemalist Batılılaşma projesinin sonunda Latin Amerika’nın döküntü lümpen sürülerine benzer hale gelmiş milletin sürekli azalan fedakâr evlatlarının sırtında devam eden çürüyüşe karşı, o Müslüman milleti aynı düzenin sürmesi için feda etmek midir çözüm? Çiftçi’nin de karşı olduğu bütün iğrenç küresel lağım atıklarının dünya istilasının benzeri, bu milletin ruhuna karşı silah zoruyla yapıldığı halde, onun ruhunu iade etme niyeti ve planı olmaksızın nasıl bir reorganizasyon?

Reorganizasyon dediğine göre Çiftçi de bunun basit bir operasyon olmadığını biliyor. Müslüman Anadolu insanının sinesinden sökülüp atılmak istenen imân ruhunun o sineye iadesinin yanında, milletin vatanını işgal etmiş nesebi meçhullerin elinden her türlü sermaye ve imkânın geri alınarak, devletten sökülüp atılmış İslam’ın devletin hücrelerine tekrar ikamesine kadar ne derece büyük bir inkılaba ihtiyaç duyulduğunun en çok devlet farkında olmalı. 15 Temmuz hadisesinden beri daha müsbet işlerin daha hızlı yapılması umud edilirken gele gele II. Abdülhamid, Sultan Vahdeddin, Enver Paşa ve Atatürk’ü sentezlemeye çalışan, yani karıştırıp barıştırmak isteyen reforme edilmiş Kemalizm, yahut modifiye edilmiş İttihatçılık noktasında tıkanan devlet, daha yeşil, daha milliyetçi, ama hala laik seküler kalarak kendini yaşatamaz; tabii bizim farkında olmadığımız müsbet bir plana bağlı değilse. Aksi halde devlet hem kendini hem de milleti yıkıma sürükler.

Sürekli dile getirdiğimiz hakikati bir kez daha tekrar ederek lafı uzatmayalım ve biz de Abdullah Çiftçi gibi ikazımızı kısaca yapmış olalım. Tabii burada ikazımız Çiftçi’ye değil, onun vesilesiyle duyması gerekenlere…