Uyanık ve atılgan olmanın çok kâr getireceği bu teşebbüs hengâmesinde “eskimeyen yeni” İslam’ın dünya çapında zuhuruna şahit olabiliriz. Hamas’ın karşı taarruzu işte bu yüzden tam zamanında, tam 12’den vuran bir hareket olarak, global seküler düzene karşı isyan halinde olan insanlığa nereye sığınması gerektiğini ve nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteren tarihî bir zuhurdur.
1990 yılıydı, canlı olarak şahit olmuştuk… Kapitalist Anglosakson dünya karşısında komünist Sovyetler Birliği aniden çöküp gitmişti. Liberal, seküler, kapitalist emperyalizm, ABD önderliğinde dünyanın tek hâkimi olduğunu ilan etmişti. Sırf dünyaya güç gösterisi yapmak için Amerikan deniz piyadeleri Panama’yı askerî operasyon görünümlü bir tiyatroyla işgal etmiş ve eski ABD beslemesi devlet başkanı Manuel Noriega’yı hapse atmıştı. Bütün dünya bu manzarayı korku içinde izlemişti. İşte dünyanın jandarması ABD rakipsiz kalmış, gidip bir ülkeyi işgal ederek oranın devlet başkanını her türlü pis işlerde kullandıktan sonra adi bir suçlu gibi hapse atmıştı; daha ne kadar kötüsü olabilirdi? Hiç kimse “hangi hakla” diye soramamıştı bile. Sovyetler Birliği gibi bir hayaletin balon gibi patlayıp gitmesi karşısında başı dönen dünya Amerika’yı adeta tanrı yerine koymuş ve her emrine itaat etmek için esas duruşa geçmişti.
Artık tarihin sonu geldi gibi laflar edilirken Ortadoğu’da beklenmedik bir hadise patlak verdi: Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin aniden Kuveyt’i işgal etti. 60’lı yıllardan beri Ortadoğu’da görmeye alıştığımız tipik seküler ve milliyetçi diktatörlerden biri olan ve cabbar mizacıyla tanınan Saddam’ın yıllarca süren İran-Irak savaşından sonra yaptığı bu operasyon başlangıçta sıradanmış gibi algılandı. Bu hadisenin tarihî bir dönüm noktası olduğunu ne Saddam’ın kendisi ne de ABD fark edebildi. İşgalin hemen peşinden Amerika ısrarla Irak ordusunun Kuveyt’ten geri çekilmesini istedi; üstelik gayet rahat ve eşkıya pişkinliğiyle savaş tehditleri savurarak. Çok kısa zamanda anlaşıldı ki, istediği kabul edilmezse ABD Irak’a saldıracaktı. Bütün dünyanın iman etmiş olduğu gibi, zavallı Irak dev Amerikan ordusu tarafından korkunç şekilde ezilecek ve Saddam Hüseyin aşağılanarak devrilecekti. Bu durumda Saddam ister istemez Amerika’nın isteklerine boyun eğecekti ve tabiî ki eğmeliydi onlara göre. Ama hiç de beklenmeyen bir şey oldu ve Saddam Amerika’nın taleplerini reddetti. Herkes şaşkındı, nasıl olur da Amerika’ya kafa tutardı bu adam? Çılgın ve deli diye dalga geçerek Saddam’ı aşağılayan köle ruhlu insanlar farkında değildi; Saddam’ın Amerika’ya rest çekmesi, şeytan mahsulü dinsiz yeni dünya düzenine karşı insanlığın meydan okuyuşuydu.
ABD Irak’a karşı hazırlıklarını yaparken bütün dünya Irak karşısında Amerika’nın yanında savaşmak için sıraya girdi. 40 ülkeye liderlik ederek Irak üzerine yürüyen ABD, 1991 Ocak ayında var gücüyle Irak’ı bombardıman etti. Köleler ve efendilerine göre en fazla birkaç gün içinde teslim olması beklenen Irak direndi. Saddam, aradaki kuvvet farkına rağmen Amerika’ya meydan okumaya devam ediyor ve düşmanı göğüs göğüse savaşa davet ediyordu. Aslında gerçek bir savaşa hazırlanmış olmayan Amerika, sahip olduğu kaba kuvvet karşısında hasmının korkup teslim olacağına kesin inanmış olduğu için zaferden emindi: Irak’ın beklenmedik direnişiyle karşılaşınca ne yapacağını bilemedi. Kuveyt’ten Irak askerlerini çıkarmayı zafer sayarak operasyonu noktalayan ABD, Saddam’ın devrilmesi işini Şiilerle Kürtler’in üstüne yıkarak apar topar çekildi. Sonuçta beklenen savaş olmuştu, evet Irak ağır kayıp vermişti ama ABD ordusu Panama’da olduğu gibi ülkeyi işgal edip liderini ele geçirememişti. Bir önceki yıl dünyanın jandarması olarak postu sermiş olan Amerika’nın üstün imajı yerle bir olmuş ve herkesin zihnine Amerika’ya karşı savaş verilebilir düşüncesi yerleşmişti. Üstelik bütün insanlıkla beraber İslam dünyasında Amerika’ya karşı nefret son derece şiddetli şekilde artarak savaşma ve intikam alma arzusuna dönüştü.
Bizdeki münafık kesimle Batı kuyrukçuları şaşkın şaşkın bakarken İbda Mimarı savaşın sona ermesinin ardından hadisenin kıymet hükmünü verdi: “Saddam dünya arabasının bir tekerini söktü!” Bu sözün manası gayet açıktır; Saddam Hüseyin dünya düzenini bozmuştu. Nasıl ki bir tekeri sökülmüş olan arabanın yoluna devam etmesi mümkün değilse, daha yeni dünya hakimiyetini ilan etmiş olan ve bütün insanlığın zihnini işgal etmek üzere harekete geçen global seküler düzen alt üst olmuştu. 70’li yıllarda neo liberalizmi icad ederek yumuşak geçişlerle emperyal emellerine ulaşmak isteyen ABD, komünist hareketlere karşı Müslüman milletlere sıcak görünüyor ve onları Sovyet rejimine karşı yedeğine almak istiyordu. 70’lerde Endonezya’da, 80’lerde Afganistan’da açıkça Müslümanlara destek veren ABD hiç şüphesiz din düşmanı komünistler karşısında Müslümanların yalnızlığını ve çaresizliğini istismar ediyordu. Nihayet 1989 yılında SSCB ve komünist Doğu Bloku’nun çökmesiyle Müslümanlar sevinirken Amerika dost ve kurtarıcı edasına bürünmüş olarak içimizdeki yumuşak Müslümanların da alkışları arasında kendi efendiliğini sakin sakin kabul ettirme fırsatını yakalamıştı.
Hâlbuki SSCB doktrin olarak sahiplendiği fikirlerin çürüklüğünden dolayı çökmüştü. Üstelik Sovyet rejiminin yöneticileri de bunu itiraf ederek kimsenin inanmadığı komünist rejimi sürdürme inadından vaz geçmeye karar verdiği halde ABD ve Batı dünyası bunu kendi zaferi olarak takdim etti. Artık her yerde Batı davulu çalınıyor, Batı kuyrukçusu akademisyenler, baskıcı komünist rejimlerin yıkılmasıyla doğan sahte özgürlük ortamında Amerika’nın herkese hürriyet dağıtacağını söyleyip duruyor ve ABD’nin jandarmalığını yapacağı yeni dünya düzenini övüyordu. Bu düzen baştan sona liberal, demokrat, kapitalist ve de en önemlisi dinsiz seküler bir düzen olacaktı. Bu düzen içinde Müslümanla kâfir el ele, dürüstle münafık kol kola yaşayabilecekti. Soğuk suyun içinde yavaş yavaş ısıtılıp haşlanan kurbağa misali bütün insanlık ve İslam âlemi deforme edilip Batı’nın gönüllü köleleri haline getirilecekti.
İşte tam böyle bir eşikte zuhur etti Saddam Hüseyin. Kuveyt’e girerken siyasi olarak işin büyük bir savaşa varacağını kestirmemiş olan Saddam, öteden beri ikinci Selahaddin olma hayaliyle yaşadığından İsrail ve Batı tarafından tehlikeli görülen bir figürdü. İran’la savaşırken uğradığı zarardan dolayı Kuveyt’e göz dikmesi, onun ortadan kaldırılması için Batı tarafından fırsat olarak görüldü. Batı’nın kendisine müdahale etmeyeceğini düşünerek Kuveyt’e giren Saddam’ın Amerikan tehdidine boyun eğmeyip savaşması ve ayakta kalması bizzat Saddam’ın da hesap yaparak ulaştığı bir sonuç değildir. Birden bire ABD tehdidiyle karşılaşan ve Müslüman anne babanın çocuğu olarak köküne iltica eden Saddam kısa zamanda İslam kahramanına dönüşürken, Batı’nın yumuşak operasyon planlarını yerle bir ederek emperyalistlerin sevimli maskeler ardındaki şeytan yüzünü ifşa etti. Amerika’ya karşı savaşılabileceğini göstererek her türlü sağ sol ideolojiler peşinde sahte kurtuluş rüyaları gören Müslüman milletlere kimliklerini, köklerini ve kurtuluşu arayacakları kaynağın İslam olduğunu şehadetle sona eren macerasıyla ortaya koydu. Her ne kadar Batı devşirmeleri yeni dünya düzeni laflarıyla kulak tırmalamaya devam etse de ABD dünyanın her yanında fiziksel reaksiyonla karşılaşır oldu. 1993 yılında Somali’de Müslümanlara karşı savaş açan ABD ve NATO yenilerek geri çekildi. Daha üç yıl önce rakipsiz süper güç olarak herkesin itaat etmesi beklenen Amerika, dünyanın en fakir ve yalnız insanlarından sopa yiyordu. Jandarması tepelenen yeni dünya düzeninin Saddam eliyle bozulduğunun ispatı olan bu hadise, benzerleriyle devam edecekti. Amerika’nın Japonlardan devşirdiği Fukuyama isimli bir şarlatan bir yıl öncesine kadar “tarihin sonu” diye gevelerken nihayet 1993 yılında Huntington isimli daha akıllı biri çıkıp “medeniyetler çatışması” diyerek, tam odağı bulamasa da teşhisi doğruya yakın olarak koymayı başardı. Evet, bundan sonra doktrin olarak zaferini ilan etmiş global seküler düzen yerine bütün dünyada bu düzen taraftarlarıyla karşıtları arasında bir savaş olacaktı. Hadiselerin akacağı yön açıkça belli olduğu halde bizim bazı aklı evveller(!) “ABD savaş çıkarmak istiyor o yüzden medeniyetler çatışması tezini yazdılar” diye cevahir yumurtlasa da İslam âlemi Saddam sayesinde dersini almıştı.
O günlerden bugünlere 11 Eylül Taarruzu ve 20 yıllık kesintisiz cihadın sonunda Amerika’yı aşağılayarak yenen Taliban’nın muhteşem zaferi, 1991 Körfez Savaşı’ndan beri bunca savaşta akan Müslüman kanının boşa gitmediğini gösterirken, Müslümanların hem savaş iradesini güçlendirdi hem de savaş tecrübesini artırdı. ABD gölgesinde Batı dünyası sahte özgürlük masalı adı altında global pislik düzeni için savaşırken, buna karşı koyan gerçek insanları terörist diye yaftalayıp kendileri de Hayvan Çiftliği romanındaki domuzlar olarak dünya sahnesini tutarken, şeytana karşı insanı temsil eden İslam kahramanları her türlü kötülemeye rağmen vicdanlarda ve zihinlerde galip geldi.
Nihayet 7 Ekim günü ansızın zuhur eden Gazzeli kahramanlar Batı’nın şeytanî dünya düzenine şahane bir karşı taarruzla darbe vurdular. Kırmızı görmüş boğa gibi her yeri bombalamaktan başka bir şey bilmeyen ABD ve İsrail gene bildiğini okudu ama daha önce işe yaramamış olan bu kuduzluk, bütün insanlığın Hamas önderliğinde sarsıntı geçirmesine sebep oldu. 1991 yılında yanında üç düzineden fazla kuyrukçuyla Irak’a saldıran Amerika’nın Ortadoğu’da beslediği kuduz köpeği kendini korumaktan aciz durumda. Diğer taraftan, 70’li yıllarda liberal ekonomiye entegre etmeye kalktığı Çin’in nerelere geldiğini görerek eli ayağına dolaşmış ABD, Rusya’yı Ukrayna’da batağa sokma hesabı yaparken Hamas’ın açtığı yeni cephe yüzünden kafası karışmış durumda ve kukla liderler eliyle dizginlemeye çalıştığı Arap ve İslam dünyasının taban baskısıyla tavır değiştirmesi yahut ihtilale elverişli hale gelmesi söz konusu. Bu durumda sağlıklı işleyen bir dünya düzeninin varlığı ve devamı mümkün olabilir mi? Üstelik dünyayı yönetmek için ittifak etmiş olan Anglosaksonlar, Yahudi sermayedarlar ve masonlar kendi aralarında derin fikir ayrılıklarına düşerek çatışmaya başlamışken…
Saddam’ın bozduğu düzenin Ortadoğu kısmını yeniden tesis için Amerika’nın uydurduğu Büyük Ortadoğu Projesi’ni Arap Baharıyla yerle bir eden İngilizler, başkan Trump zamanında tekrarlanan Amerikan teşebbüsünü de Kaşıkçı cinayeti ifşasıyla sabote etmişti. Dünyanın rezerv parası olan Amerikan dolarının yerine dijital paraya geçmek için Çin’in teşebbüsünün genişlemesi karşısında ABD, ekonomik açıdan ağır risklerin yolda olduğunu görüp dolara sımsıkı sarıldı. Buna rağmen 70’lerden beri Arap petrollerinin satışının dolara bağlandığı sistem çözülmeye başladı. Vahhabîliğin fikir babası olan ve 250 yıl önce Arap Yarımadasında devşirdiği hainlerin ipini bırakmamış olan İngiliz parmağı olmadan Suud bu işe yanaşamazdı. İngilizler, Çin, Hindistan, İran, Pers Körfezi ve Suud üzerinde çok eski dönemlerden beri nüfuz sahibi ve her ne hikmetse bu ülkeler arasındaki düşmanlıklar birden bire geriye itilip dostluk görünümüne bürünmeye başladı. Daha fazla uzatmadan, besbelli ki 1990’da bozulan dünya düzeni bir türlü kendini tamir edemedi ve bu düzenin kurucuları sistemi kökten değiştirmeye karar verdi. Yerinde kalmak isteyenlerle onların yerini değiştirmek isteyenler arasında tabiî olarak patlak veren kavganın en kısmetlileri hiç şüphesiz o dünya düzeninin kurulduğu dönemde yerinden edilmiş olan eskiler olacaktır. Çok şey kazanma imkânına sahip eskilerden olan Avrupa gerçekten eskimiş olduğu için en fazla NATO’dan kurtulup kendi içine kapanmaya doğru gidebilir. Diğer eskiler içinde en avantajlısı, devleti ve önderliği dünya haritasından silinmiş, esir edilerek zillete düşürülmüş olan İslam âlemidir. Uyanık ve atılgan olmanın çok kâr getireceği bu teşebbüs hengâmesinde “eskimeyen yeni” İslam’ın dünya çapında zuhuruna şahit olabiliriz. Hamas’ın karşı taarruzu işte bu yüzden tam zamanında, tam 12’den vuran bir hareket olarak, global seküler düzene karşı isyan halinde olan insanlığa nereye sığınması gerektiğini ve nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteren tarihî bir zuhurdur.
Ne gariptir, Covid 19 salgını dümeniyle insanları korkutup belli bir yöne sevk etmeye çalışan global düzen yöneticileri, internet üzerinden zihinleri işgal ederken aynı anda insanların haberleşme ve her türlü bilgiye ulaşabilme imkanı elde ederek aslında daha zor manipüle edilebilir hale geleceklerini düşünemedi. İnsanı madde olarak gören mankafanın hezimeti olarak, global yalan makineleri insanları her ne kadar deforme etse de, o kadar sahte ve yapay bir dünya kurmaya çalışarak inandırıcılıktan uzaklaştılar ve çuvalladılar. İstedikleri gibi deforme ettikleri domuzcuklara rağmen onlardan nefret eden çok kalabalık ve öfkeli insan kitlelerinin doğmasına da sebep oldular. Hamas’ın şanlı karşı taarruzu sonrasında her türlü yalan ve sansüre başvuran yeni dünya düzeninin gardiyanları, tehdid ve yalanlarla gütmeye alıştığı insanlığın topyekûn kaynaşması karşısında huzursuz. Ve İslam âlemi bir zamanlar Saddam’ın kahramanlığı ve şehadeti ardından üzüntü ve öfkeyi bir arada yaşarken bugün Hamas’ın muhteşem karşı taarruzunu alkışlıyor, için için kahramanlık arzusunu körüklüyor ve ufukta zafer gözlüyor. 20. asır başlarından beri insanın makineye galip geleceğini söyleyen Büyük Doğu Mimarı’nın ve modern zamanın çilekeş Kafkaları’nın haklılığını, insan olma şerefinin ancak İslam olmakla taşınabileceğini gösteren kahramanların varlığıyla bütün yeryüzü idrak ediyor.
Saddam’ın en zor şartlar altında zuhur ettiği demlerde bozulmuş olan yeni dünya düzeni o günden bugüne kendini toparlayamadı ve her hesabı aleyhine döner oldu. Tarihte her türlü imkâna rağmen işlerin bu derece ters gitmesi daima yıkımın habercisi olmuştur. Ve belli bir toplumda Saddam gibi kahramanların çıkışından sonra silsile halinde devamının gelmesi de zaferin habercisidir. Bize bunları gösteren ve zaferi de göstermesini dilediğimiz Allah’a şükürler olsun!
Aylık Baran Dergisi 22. Sayı Aralık 2023