Horoz Kelimesinin Etimolojisi
Horoz kelimesinin etimolojik kökeni, -tarihte en eski kaynak, 1300 tarihli Codex Cumanicus-, Farsça aynı anlama gelen Xurōs خروس (ebced değeri 866) sözcüğünden alıntıdır… (Hi, Yunanca: χῖ; büyük harf Χ, küçük harf χ), Yunan alfabesinin yirmi ikinci harfi. Ses değeri Türk alfabesindeki “he” sesine denk gelse de Arabça “hı” sesine daha yakındır)... Farsça sözcük Orta Farsça (Pehlevice veya Partça) aynı anlama gelen Xrōs sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Orta Farsça (Pehlevice veya Partça) Xrōstan “bağırmak, çağırmak” fiilinden türetilmiştir… (Tedaisi, Tebliğ ve davet!.. Tedaisi, gonk!.. Tedaisi, Hazret-i İsrafil Aleyhisselâm ve Sûr… Sûr’un tedaisi, İBDA!.. İBDA’nın tedaisi, “zamanı gelmiş bir fikri durdurabilecek hiçbir güç yoktur!”)… Orta Farsça fiil Avesta (Zend) dilinde Xraos- “ağıt yakmak” fiili ile eş kökenlidir.
İngilizce-Türkçe lûgatta, cock (kak): Horoz; horoz ötüşü; herhangi bir erkek kuş; önder; anahtar, musluk; tüfek horozu, tabanca horozu; ateşe hazır oluş; yukarı doğru kıvrılma; penis, kamış; tüfek horozunu ateşe hazır duruma getirmek; umursamazlıkla yana çevirmek; hazır etmek; havaya dikmek; kurmak; erkek; uydurma laf, kurt masalı; önder, lider; gururlu ve umursamaz kimse; hazırlıksız iş görmek; alt tetik; çil horoz; şapkayı yan giymek; yanları kalkık bir çeşit üniforma şapkası; tanınmaz hâle getirmek, pestile çevirmek; suya düşürmek.
Yine İngilizce-Türkçe lûgatta, cock (kak): Saman yığını, ot yığını; saman yığmak.
Cock-fight (kak’fayt): Horoz dövüşü…
Cock-horse (kak’hôrs’: Tahta at, oyuncak at.
Not: “Tahta at, oyuncak at” denilince mevzumuzla ilintili olarak ilk akla gelen Troya Savaşı’nda kullanılan “Truva atı”dır. Malûm olduğu üzere, Troya Savaşı’nın kazanılmasında “tahta at”, en önemli savaş unsuru olarak kullanılmıştır. Akhalıların Troyalıları mağlub etmesinde “tahta at”ın rolü tartışılmazdır… Yine malûm olduğu üzere, Troya Savaşı’nın başlamasının başlıca sebebi, Paris’in Helena’yı Troya’ya kaçırmasıdır.
Paris’in rüyâda görülen “alev topu” ile özdeşleştirilmesi, rüyâda görülen “alev topu”nun neye yorulması gerektiği sadece ehlince bilinebilir, ancak mevzuumuz içerisinde bir değerlendirme yapmak gerekirse, alev, yani ateş, değdiği her şeyi kendine dönüştüren olarak, daha ziyade aklı temsil ediyor gözükmektedir. Ateş, sadece kendisini yakmayacağına inanan insanı yakmaz, Allah’ın izniyle! Misâl, Hazret-i İbrahim Âleyhisselam’ın mucizesi!..
Ateşin güneşle olan ilişkisi mâlum. Nasıl ki ateş, değdiği hemen her şeyi kendine dönüştürür ve temizler, aynı şekilde, güneş de öyle dönüştürür ve temizler. Güneşin herhangi bir şeyi kendine dönüştürmesinin uzun uzadıya izahına gerek yok. Mevzuumuzla ilintili olarak söylemek isteriz ki, güneşin habercisi olan horoz, aynı zamanda belirli bir ruh ve fikrin de sûretine işaret etmekte ve bu sûretin ayağı yere basar hâli muktedirlik mânâsına hükümdarlıktır. Belirli bir ruh ve fikir, diyalektik bir çerçevede tezahür eder ve bu, kendi zıddını dışarda bırakarak eşya ve hadiselere nüfuz ederek onları kendine dönüştüren, aynı şekilde, belirli bir ruh ve fikrin muktedirlik makamı olan hükümdar da, -ki horozla sembolize edilmektedir-, kendine itaat etmeyenleri tavsiye çerçevesinde dışarıda bırakarak, geri kalan tüm insanları kendine dönüştürür, itaatkâr kılar.
Paris’in doğar doğmaz İda’ya (ki mânâları arasında “can, ruh” ve “istikamet üzere bulunmak” olan ida kelimesinin ide, yani fikir kelimesi ile de yakından ilintili olduğu çok açıktır) bırakılması, Paris merkezli Fransa’ya “beşer zekâsının sekreteri” yakıştırması yapılmasının mitolojik kökenini oluşturmaktadır, sanırım. Ayrıca, nifak tanrıçası Eris’in ektiği nifak tohumunun def’i mevzuunda, Zeus tarafından Hermes’in bir elçi olarak Paris’in yanına gönderilmesi (ki Hermes, ilk kez yazı yazan ve terzilik yapan İdris Âleyhisselam ile de özdeşleştirilmektedir) onun fikirle olan yakın ilişkisini göstermesi açısından çok dikkat çekicidir. Eski Yunan tanrısı Hermes, yer (insanlar) ile gök (tanrılar) arasında bağ kurucu ve yeryüzünde yukarının (ilâhî olanın) yorumcusu (hermesneuta) olarak bilinir.
“Zeus’un doğuşuyla ilişkili tüm mitoslarda babadan (Kronos, ki; Yunan mitolojisinde, zamanın kişileştirilmiş hali olarak karşımıza çıkmaktadır) kaçırılan bebeğin Girit Adası’nda Ida ya da Dikta adı verilen mağara ya da dağda büyütüldüğü anlatılır.” Cümlede geçen ‘dikta’ kelimesine dikkat!.. Gerek hükümdarlık mânâsına diktatörlük (ki, İngilizce okunuşu dik olan dick kelimesinin iştikakında diktatör de var) ve gerekse dik kelimesinin Arapçada horoz mânâsı ve bunun da güneşle ilişkisi dikkate alındığında, Paris’in de İda dağında bir çoban tarafından yetiştirilmesi ve daha sonra Zeus tarafından Hermes’in kendisine haberci olarak gönderilmesi, Hermes’in ise Hazret-i İdris Aleyhisselâm ile örtüştürülmesi, Hazret-i İdris Aleyhisselâm’ın ise, daha sonraları tıpkı Hazret-i İsa Aleyhisselâm örneğinde olduğu gibi, 5. felek olan Güneş feleğine çekilmesi ve hayatlarına orada devam etmesi üstü örtülü bağlantıları izahta kafidir sanırım.
“Tahta at” üzerinden bu şekil bir değerlendirme yapmamızın sebebine gelince, yazının ilerideki bölümlerinde görüleceği üzere, Fokialılar, Galyalılar, Fransa, Paris, Eyfel Kulesi, Horoz ve Descartes üzerinden “horoz borcu” mevzuu ile olan yakın ilişkisine binaendir. Ki; Batı Felsefe tarihinde eski Yunan’ın yeniden okunması neticesinde Aydınlanma hareketi ve onun doğurduğu Rönesans-Yeniden Doğuş hareketinin bir neticesi olarak ortaya çıkan Fransa (1789 Fransız İhtilâli) ve hassaten Descartes’ın (Kartezyen felsefesi / düalizm ve bunun devam ettiricileri hâlinde Vesileciler) derin etkisi İngiltere’den (Empirizm) Amerika’ya (Pragmatizm), Almanya’dan (Alman İdealizmi: Nesnel, Öznel ve Mutlak İdealizm) Rusya’ya (Marksizm ve Sosyalizm) kadar sirayet eden bir noktada tezahür eder. Bütün bunların kökeninde ise, başta Sokrates olmak üzere, Eflâtun ve Aristoteles vardır… Bugün gelinen noktada, yani içinde yaşadığımız 21. yüzyılda, “aklın hakkını vermek” mânâsını mündemiç “horoz borcu” mevzuu İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından aklın “ruhî bir keyfiyet” olduğu noktasına kadar taşınmıştır. Kendisi, Üstad Necip Fazıl ile arasındaki fikrî münasebeti Sokrates ile Eflâtûn arasındaki münasebete benzeterek yeni bir paradigmanın temellerini attıktan hemen sonra, Aydınlanma hareketinin doğurduğu Rönesans-Yeniden Doğuş hareketi ve onun da örgüleştirdiği Modern Felsefenin istinad noktası olan Descartes’ın ülkesi Fransa üzerinden hem “horoz” sembolünü tam da onların anlayabileceği bir dilden, onların müşahhaslaştırdıkları mücerredi tekrar mücerrede bağlayıp müşahhaslaştırarak, yani plastisite anlayışlarına da uygun bir şekilde Hazret-i Halid bin Velid nesebi üzerinden kendisine mâl etmekte ve hem de, onların müşahhasını mücerred bir alana taşıyarak, yani Fransız ilim adamı Kaptan Kusto’nun şahidliği üzerinden, “Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman” mevzuunu “İstikbâl İslâmındır!” müjdesi ile kemale erdirmekte... Başyücelik idealine tekabül eden bu çaba, Sokrat’ın “İlâhî” Efâtun’a havale ettiği “horoz borcu”nun tam 2500 yıl sonra ödenmiş olduğuna açık seçik / ayan beyan delil oluyor.
Kelime kökeni Farsça olan horoz, Türkçe lûgatta “hayvanlar âleminde tavukgillerden, tavuğun erkeği olan kümes hayvanı” mânâsınadır... (Tavukgillerden olması hasebiyle horozun ilkin dişi, yâni alıcı olmasına dikkat!)… Askerî literatürde “ateşli silahlarda çakmak taşına veya merminin kapsülüne vurmaya yarayan metal parça” mânâsınadır… (Horozun tetikleyici, harekete geçirici ve en önemlisi de kıvılcım mânâsına dikkat!)… Günlük kullanım dilinde “kapı zembereğinin mandalı” mânâsınadır… (Horozun her kapıyı açıcı, daha doğrusu kapıların açılması ve kapanmasında ihtiyaç duyulan olmasına dikkat!)… Ve en nihayet, “kabadayı erkek” mânâsınadır… (Adam, Âdem, dolayısıyla da Halife-insan mânâsına dikkat!)…
Bu arada, ülkemizdeki en meşhur horozların hint horozu ve denizli horozu olduğunu söyleyelim. Hint horozunun “dövüş horozu”, denizli horozunun ise “güzel sesli” horoz olduğuna ayrıca dikkat!.. Tedaisi, ruh ve fikrin sûret bulduğu mekânın (beden!) Anadolu olması hasebiyle ; “fikirse fikir, kavgaysa kavga!”
Evet; horoz denilince pek çok uygarlıkta ilk akla gelen şey “kabadayı erkek”tir. Horozun tavukla olan ilişkisinin bunda payı elbette vardır. Bu nedenle de bir süre sonra (1500 lerden itibaren daha çok) hemen hemen tüm Latin dillerinde “cock/coq” argo haliyle “penis” (“çük” veya “cuk”; ki, “cuk oturmak-tam yerinde olmak” anlamını veren sözün de kaynağı!) ve “kalkmak” veya “dikilmek” veya “diklenmek” anlamlarına kullanılmaya başlanmıştır. Türkçede ise “horozlanmak” terimi kullanılmaktadır.
Her hâliyle ve her gittiği yerde “erkeğim ben!” diyen horozun Arapçası ve Kürtçesi “dik”tir. Bu kelime de aklımıza Latin dilindeki kullanıma çok da uzak olmayan Türkçe karşılığını getirmektedir.
Okunuşu dik olan İngilizce ‘dick’ kelimesi günlük dilde “penis”, “tenasül uzvu” mânâsınadır. Argoda ise, “polis hafiyesi” mânâsına. Yine okunuşu dik olan İngilizce dick kelimesinin argoda “cock”, yani horoz mânâsına kullanıldığı görülüyor! Nitekim İngilizcede cock kelimesi Türkçede horoz mânâsınadır. İngilizcede genelde horoz mânâsına rooster, chanticler ve cock kelimeleri kullanılırken, özelde ise meselâ askerî literatürde ve silah veya atıcılıkta hammer ile birlikte cock kelimeleri de sıkça kullanılmaktadır.
Dik, eski Türkçe “tik” sözcüğünden evrilmiştir. Eski Türkçe yazılı örneği bulunmayan ti- “dik durmak, direnmek” fiilinden +Ik sonekiyle türetilmiştir… İBDA Mimarı’nın 28 Şubat sürecinde, “Müslümanlar dik durun, karşınızda leşler var!”, derken aslında “Büyük Doğu-İBDA’nın eri olun” mânâsına, “erkek olun, adam olun, insan olun!” mânâsında söylendiğini de bilmek gerekiyor… Diğer taraftan, tik, istemeden, gayr-i iradî olarak kendisini gösteren daimi hareketlere de denir. Tedaisi, kendiliğinden, diğer bir ifadeyle de “zat-ül hareke- kendinden hareketli olan”a kadar uzanan bir mânâ ile karşılaşırız… Halid bin Velid (R.A) lakabı üzerinden İBDA ve İBDA’nın temel prensiblerinden “kendinden zuhur” hatırda!
Tenasül: 541.
Liyakat: İktidar. Ehliyet. Fazilet: 541.
İsm: Günah, suç, cürüm: 541.
“Günah, suç, cürüm” mânâsının tedaisi, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın hatası sebebiyle Cennetten sürgün edilmesi… Diğer taraftan, tenasül kelimesinin iştikakında görünen odur ki, her bir kelime bizatihi “varlık” olması hasebiyle, “zıt kutuplara arası muvazenenin üstün nizamı”ndan izler taşımaktadır ve bu, tenasül kelimesinde de çok aşikârdır.
Tenasül kelimesi daha ziyade bir hukuk terimidir. Türkçe bir kelime olan tenasül, lûgatta “üreme, doğma, nesli sürdürme” ve “insan neslinin artması, nesilleşme” mânâsınadır.
Demişlerdir ki, “Sen çekil aradan tenasül etsin yaradan!”
Tenasül: 541.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2539= 541.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2539= 1540.
Fetin-ül asr: Asrın en zeki, akıllı ve anlayışlısı: 540.
İngilizce-Türkçe lûgatta, dick (dîk): (A.B.D. argo) polis hafiyesi, dedektif.… (Tedaisi, cüst ü cu: Arayıp sorma, araştırma, arama… Tedaisi, Kaptan Kusto!... Tedaisi, “horoz nesebi” mânâsını mündemiç “Ben kimim?” istifhamı üzerinden “bulamamacasına arama!” ve “Salih Mirzabeyoğlu hükümdardır!”)
Baran Dergisi 554. Sayı