Baran Dergisi’nde yaklaşık bir buçuk ay çalıştım. Bu süreçte derginin tasarım aşamasından, matbaasına kadar birçok işte yer aldım. Bunları okuyunca “ne gereği var bunu yazmanın!” demeyin. On yedi yaşında, okuyup yazmaya hevesli bir genç olarak Baran Dergisi’nin bana kazandırdığı bir buçuk aylık tecrübe neticesinde öğrendiklerimi, en ufak görünen işten en zor işe kadar bazı şeyleri anlatmaya çalışacağım.
İlk iş günüme matbaada başlamıştım. Bu arada Aylık Dergisi’nin baskı işlerini de Baran ekibi takib ediyor. Aylık dergisinin dağıtımı vardı. Miktarı belirlenmiş etiketlere miktarı kadar dergi koyup bağlamaktan ibaret bir işti. Çok basit gözükmesine rağmen ben bağlamayı bilmediğim, aslında beceremediğim için sadece etiketlerin miktarına göre dergi koyuyordum. Bir de burada ince bir nokta var ki, bölgeleri karıştırmamak. Matbaada iş bittikten sonra dağıtım için arabaya dergileri yerleştirip, dağıtım alanına gittik. Orada işimiz bitince derginin ofisine geçip, abonelere yollamak üzere dergileri zarfladık. Sonra o zarfları abonelere göndermek üzere postaneye götürdük. İlk iş günüm böylece bitmiş oldu. Eve giderken aklıma her öğrendiğim bilgiyi, tecrübeyi not etme fikri geldi. Bunun neticesinde günlük not tutmaya başladım.
Günlüğümden bir not; “her şeye olur-olmaz gülmek hödüklük hatta ahmaklıktır. Bundan böyle her şeye gülmek yok. ‘Çok gülmenin kalbi karartacağını’ da unutma!” Bu notu aldığımdan itibaren çevreme dahî bakış açım değişti. Çok gülen, çok konuşan ama hiçbir şey anlatmayan insanların çevremde bulunduğunu ve bu lakayt tavırların esasında hayatın ciddiyetine yakışmadığını fark ettim. Bu tavırlara aşırı düşkün birkaç tanıdığıma onlarla bir süre görüşmeyeceğimi bildirdim. Bildirmediklerime ise benim, onların hâllerinden memnun olmadığımı anlayıp, sessizce benden uzaklaştılar. Çok isabetli bir karar verdiğimi yanımda kalan dostlarımın değerinden anlıyorum.
Bildiğimi zannettiğim şeyleri bilmediğimi öğrendim. En basit gibi gözükse de namaz kılarken nasıl duracağımı bile bilmiyormuşum. Kıyamda elleri nasıl bağlamam gerektiğini, ayaklarımın arasındaki mesafeyi ve bildiğimi sandığım bazı şeylerin doğrusunu öğrendim.
Dergide bildiğimi zannettiğim ama bilmediğim bir başka husus: Okuma. Aslında bu zamana kadar yaptığım pek çok okumanın yanlış olduğunu, nerede, nasıl duracağımı bilememenden kaynaklı ‘anlayamama’ durumumu yeni keşfettim.
Derginin bana kattığı en ilginç tecrübe ise; bir şeyi doğrudan anlatmak. Bu tecrübeyi, bana öyle güzel bir şekilde kazandırdılar ki, zannediyorum hiçbir eğitim kurumunda yahut bizim toplumumuz içinde böyle öğrenemezdim. Bunun yanında sessiz sinema. Bildiğiniz üzere bir kişinin, sadece jestlerle bir filmi anlatması. Bu kadar eğlenceli ve öğretici hiçbir oyun görmemiştim. Elbette bu oyunu dergide oynayınca bir kıymeti var.
Röportaj yapmak, muhatap kişinin fotoğrafını çekmek (uygun pozu yakalamak) ve sonrasında o röportajı çözmek gibi basit duran ama yapmaya başladığın ilk zamanlarda zorlandığım işleri öğrendim. Çayı demlerken, demi yakmamayı öğrendim. Çay demlemenin sadece kaynar suya çayı katmak olmadığını, sevgiyle demlemem gerektiğini öğrendim. Çay demlemek bile sevgiyle yapılacaksa hayattaki diğer mühim işlerimizi düşünün bir de…
Bunların yanında genç bir Müslüman olarak, kıyafetlerime ve temizliğime hususi olarak daha fazla özen göstermem gerektiğini öğrendim.
Gönlüm isterdi ki, bütün yaz çalışayım dergide. Fakat bu sene hazırlanmam gereken sınav nedeniyle kısa bir süre çalışmış oldum. Az çalışmama rağmen hem işe dâir, hem de kendime dâir birçok ‘doğru bildiğim yanlışları’ öğrenme fırsatını bulduğum için mutluyum.
Bana göre, Baran ve Aylık dergisi, sadece bir dergi-gazeteden ibaret değildir. Bir mektebin mahsulüdür. Bu mekteb Büyük Doğu-İBDA’dır. Dergide geçirdiğim bu kısa süre zarfında bana şahsiyet olma yolunda kazandırdığı bir sürü tecrübe; doğru ile yanlışı, ayırmama vesile oldu, olmaya da devam ediyor. Yani, benim bu mektebden öğreneceğim daha birçok mevzu var. Şimdilik bu kadar...
Baran Dergisi 554. sayı