“Spor ve İdman Kelimelerinin İştikak Bilgisi Veya Etimolojisi Çevresinde” isimli yazı çalışmamızda neye niyet ettik ve kısmetimize ne çıktı? Niyetimiz, spor ve idman kelimelerinin etimolojileri üzerinden 5-6 bölümlük bir yazı dizisi hazırlamaktı. İlkin Batı medeniyetini temsil eden Hıristiyan-Yahudi Batı fikir ve yaşayışının kültürel bir argümanı olarak anlam kazanan spor kelimesinin etimolojisi çevresinde “Modern Spor” kavramına derinliğine ve genişliğinde doğru bir sondaj denemesi yapmak, sonrasında ise Doğu medeniyetini temsil eden İslâm medeniyeti, içinde yaşadığımız yeni zaman ve mekan itibariyle de “İslama Muhatap Anlayış” davasını temsil eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin kültürel bir argümanı olarak anlam kazanan İdman kelimesinin etimolojisi çevresinde, “Akıncı Spor” kavramına belirli bir genişlik ve derinlik kazandırmaktı. Tabiri caizse, “aşina olunan kalıplar üzerinden aşina olunmayan mânâların verilmesi” terkibi hükmüne de uygun olarak belirli bir üslub ve yöntem yakalamaktı. Bunun kolay olmadığını bilmek yetmezdi elbette ki, ne kadar zor olduğunu da göstermek gerekiyordu. Zora talib olmak ve bunu bir yazı formunda sunmak en büyük arzumuz oldu. Yazarken çokça düşünmek, düşündükçe çokça araştırmak fırsatı veya imkânı doğdu. Düşündükçe yazmak yazdıkça düşünmek ve araştırmak şeklinde bir ivme de cabası. Güle oynaya derken bir baktık ki, derin bir kuyu ve henüz giriş kısmında, “Her ilim dipsiz bir kuyu” yazılı…
Modern spor deyince ne anlamak gerekiyor? Her şeyden evvel, Modern Sporlar eski Yunan Kültürü, Roma Nizamı ve Hristiyan Ahlâkı’ndan müteşekkil Hıristiyan-Yahudi Batı Kültür ve Medeniyetinin fikir ve yaşayışına nisbetle teşekkül etmiş veya ettirilmiş genelde oyun ve eğlenceye taalluk eden kültürel bir unsur, özelde ise siyasi, iktisadi, hukuki ve içtimai birer faaliyet alanı olarak kendisini göstermektedir. Bu tür bir faaliyet alanına “veri tabanı” oluşturduğundan, spor kelimesinin etimolojisi çevresinde sıradışı bir çözümleme yapmak bir gereklilik olarak ortaya çıktı. Spor kelimesinin etimolojisi bizi ister istemez ilkin jimnastik, ardından da atletizm kelimelerinin etimolojilerine de yönlendirecekti. Nitekim mevzuun ta başında hesapta olan da buydu ve spor kelimesinin etimolojisine değinip hemen ardından soluğu jimnastik ve atletizm kelimelerinde alacaktık. Ama dediğim gibi, mevzuun henüz başındayken bunun hiç de kolay olmadığını gördük ve anladık. Spor kelimesinin etimolojisine henüz giriş yapmıştık ki, mevzuun ne kadar derin olduğu, “buz dağının görünen kısmı” halinde aysberkvari bir manzara ile karşı karşıya kaldığımızı gördük ve anladık. Tabiî bu tür bir görüntünün künhüne kolayından nüfuz etmek, piyasa mantalitesi üzerinden mümkün görünmüyordu. Sıradışı hamleler bizi bekliyordu ve biz de bu “buz dağı”na küçük çaplı da olsa gücümüz nisbetince darbeler indirmeye başladık. Devşirebildiğimiz veya yontabildiğimiz en ufak bir kırıntıyı bile okuyucu ile paylaşmak eğiliminde olduk. Bir yanda ortaya çıkan manzaraya şahitlik ederken, diğer bir yandan da okuyucuyu da bu duruma şahit kılmaya çalıştık. Ortaya çıkan yeni durumlar karşısında yeni atraksiyonlar da kendisini göstersin ümidi ile… Bu arada şunu da söylemek gerekir ki, belirli bir “nisbet davası” üzerinden söylersek, her köşe başında yanlışı bile doğruya tahvil edebilecek bir “münekkitler ordusu”nun bizi beklediği hayali üzerinden kendimizi daha bir cesur hissettik...
Dünden bugüne hak ve batıl arasında süregelen büyük ve kanlı savaş bugün her zamankinden çok daha hissedilebilir bir hâlde finale doğru hızla ilerlemektedir. Bâtında kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutupları arasındaki savaşta zâhirde iki temel nokta, daha doğrusu iki referans veya temsil noktası öne çıkmaktadır: Doğu ve Batı!..
Doğu ve Batı arasındaki savaş, hiç şüphesiz ki Hak ve Batıl arasındaki savaşın da bir nevi temsilidir. Doğu’yu temsilen İslam, dolayısıyla da “İslama Muhatap Anlayış” davasını temsil eden “Büyük Doğu”, diğer bir ifadeyle de “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, Batı’yı temsil eden ise bütün batıl cepheleriyle Hıristiyan-Yahudi Batı Kültür ve Medeniyetinin fikir ve yaşayışı ve tabii ki de uzantıları!..
Sözkonusu olan bu büyük ve kanlı savaş, topyekûn savaşa taalluk eden bir noktada cereyan etmektedir. Bu durum elbette ki büyük bir hesaplaşmayı da beraberinde getirmektedir. Nasıl ki belirli bir ruh ve fikir planında “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”, “İslam Tasavvufu karşısında Batı tefekkürünü hesaba çeken” bir ruh ve fikir sistemi olarak temayüz etti, yani bütün bir Batı kültür ve medeniyetinin fikir ve yaşayışını derinliğine ve genişliğine doğru hesaba çekti, -ki bu hesaba çekiş içerisinde her şeyi aslına rücu ettirmek de var, yani sadece bir şeyin hakikatini görmek ve göstermek yetmez, şeylerin hakikatini “hakikatin hakikati”ne nisbetle İslâm’da olduğunu göstermek de vardı-, aynı şekilde, mesela “Modern Spor Anlayışı veya Ahlâkı”nın da yeni bir “Spor Anlayışı veya Ahlâkı” üzerinden hesaba çekilmesini gerektiriyordu. Tam da yapmak istediğimiz, yapmayı arzuladığımız şey bundan ibarettir. Nitekim “Modern Spor Anlayışı veya Ahlâkı” karşısında “Akıncı Spor Anlayışı veya Ahlâkı” olarak kavramlaştırma çabamız işte bu şekil bir düşüncenin ürünüdür. Bu kavramlaştırma çabası elbette ki mîrî malı üzerinden belirli bir anlam kazansın istiyorduk. Yani üzerinde olmaya azmettiğimiz spor mevzuunun asıl sahibi, mevzuya eğilen insanlar olarak esasta bizler değil, mevzuya yol veren malum ruh ve fikir sisteminden başkası olmadığını görmek ve göstermek. Bu kanaatimiz kaim ve daimdir. Hayat devam ediyor ve herkes kendi işini yapmakla meşgul veya görevli!
Şu şekil bir eleştiri kabul edilebilir gözükmektedir. Meselâ “Akıncı Spor Anlayışı veya Ahlâkı”na dair sağlam bir temellendirme ve sonrasında ise, “Modern Spor Anlayışı veya Ahlâkı”nı esaslı bir sıgaya çekme operasyonu olsa, daha bir münasip olmaz mıydı? Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu Marşı”nda yer verdiği: “Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un! / Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun. / Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un! / Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!” mısralarını hatırlamanın ve de hatırlatmanın tam yeri. Sözkonusu olan “Kılavuz”un “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Ama bu mevzuda, İBDA Mimarı’nın bir serzenişi hâlinde, meâlen söylersek, “Görüyorum ki benden başka hiç kimsenin acelesi yok!”, sözünden de çok etkilenmiş ve bunu içselleştirmiş bir İbdacı muhatap olarak, Üstad’ın şiirinde geçen “Adet küçük, zaman çabuk, yok uzun” mısraı çok manidardır. Bu çerçeveden olarak, herhangi bir mevzuya yaklaşırken ve de herhangi bir mevzuun yerli yerine oturtulması çabası, “Fikirle çizilmiş suret” halinde temayüz eden İBDA Mimarı’nın şahsında tecelli eden “Berzah” hakikatinin bir yansıması olarak, adeta “Zıtların Birliği” üzerinden yürümeyi de gerektiriyor. Ki bu arada, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin, “İslâm, zıt kutuplararası muvazenenin üstün nizamıdır.” hikmeti çerçevesinde, İslam’ın yeni zaman ve mekandaki temsil noktası olduğundan, zatiyle zaten “Zıtların Birliği”ni de mündemiçtir. Demek istemem o ki, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemine nisbet iddiasında olan her bir çaba, ister istemez “Zıtların Birliği” üzerinden yürümeyi davet etmektedir. Bu çabanın çok kolay bir çaba olmadığını söylemeye gerek yok. Çünkü bu çabanın doğrudan doğruya “hakikat” üzerinden anlam kazanan bir çaba olduğu çok açıktır. Ama ne yazık ki böyle bir zorluğa göğüs germek durumunda olduğumuzu da bilmek gerekiyor. İBDA Mimarı’nın “Aydınlık Savaşçıları” isimli eserinde, “…düşenler varmış / düşenler olurmuş / düşsün / aralık kalmaz bu saflar...”, sözlerinde olduğu gibi, her kim ki bir iddia sahibi olarak belirli bir mevzuya el atıyor, gidebildiği yere kadar gitmeli ve sonrasında, “yaşanmaya değer hayatı anlamlı kılmak” adına, “halihazıra katkı” sunacak bir şekilde çile dolu bir hayata yelken açmalı!..
Bütün bir Batı Felsefesi, Büyük Doğu Mimarı’nın yüksek ifadeleriyle, “Birbirinin yanlışını çıkarmanın mektebi” olarak tavsif edilmiştir. Bizler, malum ruh ve fikir sistemine nisbetle yanlış yapmaktan korkmamalıyız. Yeter ki itikada taalluk eden bir noktada ölçüleri ölçüler üzerinden tepelemeyelim. Allah muhafaza!.. Halis ve muhlis niyet ve maksad, samimiyet dairesi çerçevesinde ölçüleri ölçülerin istediği şekilde yerli yerince kullanmak ve yine mevzulara mevzuun istediği şuur seviyesinden yaklaşabilmek!.. Niyet ve maksadımız bundan ibarettir. Umulur ki maksad hasıl olur!..
Not: “Hakikat” denilen mefhum, muhakkak ki “hakikatin hakikati”ne nisbetle belirli bir anlam kazanıyor. Bu çerçeveden bakıldığında, mesela menşeinde “Arke / Varlık” olan bütün bir Felsefe dünyası, doğrudan doğruya “hakikat arayıcılığı” üzerinden yürüyor. “Hakikat”i bulduğunda ise Felsefe, tabiri caizse, bir isim olmaktan çıkacaktır. Artık o, kaalin hâline ulaşmış olarak, gevezeliği yapılan değil, yaşanır bir hâle de gelecektir. Buna mukabil, mesela menşeinde “Mutlak Varlık / Allah” olan Tasavvuf için de aynı şey sözkonusudur. Ehlince söylenmiş bir söz hâlinde söylersek, “Tasavvuf hakikat olduğunda bir isim olmaktan çıkar.” “Şeriat (İlim), Tasavvuf / Tarikat (Marifet) ve Hakikat (Hikmet)” silsilesi malumdur. Burada “Hakikat” denilen mefhum, Felsefe dünyasında “Felsefe Taşı” olarak da bilinen, ama aslında Doğu dünyasını temsil eden İslâm kültür ve medeniyetinin vaz’ettiği “Küllî Ruh”un da ta kendisi olmaktadır. Bir muhteva zenginliği olarak değil de, “zevken idrak”e taalluk eden veçhesiyle söylemek isterim ki, gerek Batı cephesinden tevarüs etmiş “hakikat arayıcılığı” hâlinde Felsefe ve gerekse Doğu cephesinden tevarüs etmiş “hakikat yolculuğu” hâlinde Tasavvuf, “Hakikatin hakikati”ne nisbetle teşekkül etmiş bir ruh ve fikir sistematiği olması hasebiyle, “Hakikat”in bizatihi kendisi olarak anlam kazanan “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” olarak hem ayar ve hem de ayan olmuş durumdadır. Yeni bir hâle geçişin kapısı hâlinde, bizzat “Hakikat”in kaal kapısı hâlinde, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”!..
“Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi bir “altun madeni” olarak düşünüldüğünde, muhatabına düşen sözkonusu “altun madeni”nden elde edilen “külçe altun”ları eritip ziynet eşyası yapmak ve ümmetin veya topyekûn insanlığın istifade ve istifazasına sunmaktır. Ziynet eşyalarının çeşitliliği, (yüzük, kolye, bilezik, bileklik, vs…) şöyle bakarsan mizaç hususiyeti üzerinden belirli bir şahsiyete, böyle bakarsan mevzu sahibi bir insanın bizzat mevzuuna da delalet eder. Yani içtimai hayatı sarıp sarmalayan herhangi bir mevzu (iktisad, hukuk, siyaset, eğitim, sanat, spor vs.) hakkında derinliğine ve genişliğine doğru bilgi, görgü, kültür, irfan ve idrak sahibine de delalet eder. Başka bir misalle mevzuyu daha da renklendirmek gerekirse, meselâ “Google Earth” dünya haritası üzerinden bir zum yapmak icab ettiğinde, ilkin görülen dünya sonrasında nasıl da şekilden şekle giriyor ve teferruata daldıkça da dünya nasıl da kaybolur gibi oluyor, öyle değil mi? Bütün mesele, zumlanan noktanın açık adresi hakkında sahici bir bilgilenme ve bilgilendirme çabası içerisinde olmaktır. Doğru adresi doğru bir şekilde görmek ve gösterebilmektir.
Evet; “Altun Madeni Ocağı” çerçevesinde “Fikirde Birlik” belirli bir anlam ifade edebilir, ama ziynet eşyası üzerinden bir birliktelik ancak ve ancak “Kuyumcu Dükkanı”nda ortaya çıkar. “Kuyumcu Dükkanı”nda ümmetin ve de topyekûn dünya insanının istifade ve istifazasına sunulan ziynet eşyaları, “Birlik Unsuru” olarak da adlandırılmayı hak ediyor olsa gerek. Aksi takdirde “Maden Ocağı Amelesi” olarak hayatın idamesi sözkonusu olur… Bu misal zenginleştirilmeye çok müsait bir misaldir. Gerektiğinde daha da teferruatlandırılabilir gözükmektedir.
Yukarıdaki misal üzerinden biz İbdacı muhataplar hakkında bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde, mesela dünyanın en zengin ve en yüksek ayarında ayan olan, yani 24 ayar bir “Altun Madeni Ocağı” üzerinde durduğumuz çok açıktır. Ama gel gör ki, bir “Kuyumcu Dükkânı” açmak için elde kıymete değer hiçbir ziynet eşyası namevcuttur. Evet; “Altun Madeni Ocağı”ndan çıkartılan tüm “Külçe Altın”lar birer “Terkibi Hüküm” keyfiyetinde olup, ziynet eşyası haline getirilmeyi beklemektedir. Veyahut da belirli bir mevzuun muhtevası şeklinde hükme getirilmeyi beklemektedir. Ben şahsen, kendi adıma söylersem, belirli bir ziynet eşyası imal etmek derdindeyim. Spor mevzuu hakkında derinliğine ve genişliğine doğru bilgi, görgü, kültür, irfan ve idrak sahibi olmak derdindeyim. Buradan “Kuyumcu Dükkânı”nda ümmetin ve de topyekûn dünya insanının istifade ve istifazasına sunulmaya değer bir ziynet eşyası çıkıp çıkmayacağı süreç içerisinde ayanın ayarında daha bir ayan olacaktır. Hayat devam ediyor ve her bir mevzu, belirli bir “ilim dalı” üzerinden söylersek, gayet tabii ki de, “Her ilim dipsiz bir kuyu!”…
Not: “İdman Ve Spor Kelimelerinin İştikak Bilgisi Veya Etimolojisi Çevresinde” isimli yazı dizimizin 9. Bölümü bir önceki sayıda yayımlandı. Yazının muhtevası bizi kitablık çapta bir araştırma yapmaya sevk etmiş bulunmaktadır. Yazının muhtevası piyasa standartlarının dışında sıradışı bir araştırma yapmayı da beraberinde getirdiğinden daha bir derin araştırma yapmak gerekiyor. Bundan dolayıdır ki, yazı çalışmamızı bir yanda kitaplık çapta devam ettirirken, diğer bir yandan da gerekli gördüğümüz çalışmaları farklı başlıklar altında Baran Dergisi okuyucusu ile buluşturmayı ümid ediyorum. Teşekkür.
Baran Dergisi 778. sayı