Kıta Avrupası Tarihine 8. ve 11. yüzyıllar “Viking Çağı” olarak kaydedilmiştir. Tüccar, kâşif, daha doğrusu korsan-savaşçı, diğer bir ifadeyle de yağmacılar olarak da tarih sahnesinde yerini alan Vikingler, süreç içerisinde Kıta Avrupası’nı da aşarak Kuzey Atlantik Adaları ve Kuzey Amerika’nın kuzeydoğu kıyılarına kadar etkili olmuşlardır. Birçok köy ve kasabayı istila ettikten sonra ilk büyük saldırılarını Amerika’nın kuzeyindeki liman şehri Portlan’a yapmışlardır. Bu Portlan (Port-lan!) kelimesi üzerinde bir sonraki bölümde durmak icab edecektir. Çünkü Port kelimesi, sporun etimolojisinin doğumunda en önemli kelime olarak durmaktadır. Bilgisayar diliyle söylersek, adeta bir tür “veri tabanı” gibi durmaktadır… Hemen belirtelim ki, savaşçı bir topluluk olan Vikinglerin en önemli özelliklerinden biri de, döneminin muhteşem denilebilecek gemilerine sahib olmalarıydı…
7. yüzyılın son demlerinde tıpkı Gotlar gibi bir anda ortaya çıkan Vikinglerin nereden geldikleri ve kim oldukları hala tam olarak bilinmemektedir. Bu bir sır olarak kalmıştır. İzbandut gibi güçlü ve kuvvetli, iri yarı ve sert savaşçı görünümlerinden dolayı haklarında çeşitli spekülatif değerlendirmelerde bulunulmuştur. Meselâ uzun yıllar boyunca İskandinavya’daki buzullarla kaplı mağaralarda saklanan ve canavar gibi yaşayan “mağara insanı” oldukları dahi düşünülmüştür. Bulundukları yerden denizlere açılıp kıyı şeridindeki yerleşim bölgelerine doğru ilerledikçe birçok köy ve kasabanın talan edilmesine ön ayak oldular ve süreç içerisinde en nihayet Britanya adasını kendilerine yurt ve mesken edindiler.
Sıradışı bir not: Kadim bir bilgi halinde söylersek, mesela Hazret-i Mehdî Aleyhisselam ve Deccal-i Lain hakkında zaman zaman bir mağarada olduklarına dair bir bilgi paylaşımına yer verilir ve bu paylaşımlarda, zamanı gelince Allah’ın izniyle içinde saklandıkları mağaradan zuhur edeceklerine dair spekülatif değerlendirmelerde bulunulur. Sonda söyleyeceğimizi biz burada başta söyleyelim. İBDA Mimarı, “Bilgem”, “Sevgilim” veya “Üstadım” şeklinde tazimde bulunduğu Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ı, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ile kendisi arasında bir nevi “Berzah” kabul eder. İBDA Mimarı, Üstad’ı tarafından “Başbuğ Veliler Ordusu’nun 33.sü” veya “Veliler halkasının sonuncusu” olarak mühürlendiği Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ni “Arvasî” soyadı üzerinden çeşitli şekillerde değerlendirmeye tabi tutarken, Arvasî kelimesini çok defa “dağ” manası ile de örtüştürmektedir. İBDA Mimarı’nın kanaatimce dikkat çekmek istedikleri nokta, “Nakşi sırrıdır kavgam” mottosu üzerinden söylersek, Allah Resulü’nün biricik dostu, yani “Yâr-ı Gâr: Mağara Dostu”, Hazret-i Ebu Bekir (R.A.)’e “Sevr Mağarası”nda talim buyurdukları “Hâfî Zikir”, dolayısıyla da “Hidayete eren” veya “Hidayete vesile olan” manası çerçevesinde, doğrudan doğruya Mehdiyyet ile ilgili olduğu çok açıktır. Bu mânâdan olarak, Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın niçin Efendi Hazretleri’ni “Veliler halkasının sonuncusu” olarak mühürlediği ve yine İBDA Mimarı’nın niçin “Sona geldik, en sona” sözünü sıkça tekrar ettiği ve hattı zatında, “Batının zahire çıktığı bir zaman dilimine girdik” dediği ve yine niçin “Hazret-i Mehdî Aleyhisselam’ın gölgesi Ümmetin üzerine düşmüştür” sözünü söylemek ihtiyacı duyduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Piyasanın “üstün idrak” (!) şövalyeleri bir dağın içinden çıkıp gelecek olan Deccal ve Mehdî beklemeye devam edebilirler. Tam 15 asır oldu, her asrın ya başında, veyahut da sonunda ha geldi ha gelecek!
Not: İzbandut: Ürkütücü görünüşlü iri kıyım adam; haydut, korsan, eşkıya. İtalyanca sbandito (haydut) sözünden gelmektedir. Bir zamanlar Rum korsanlarına da izbandut deniliyordu. İspanyolca ve Portekizce bandido, Macarca bandita, Lehçe bandyta, Gürcüce banditi, Almanca bandit; Rusça, Slovence, Bulgarca bandit, Norveççe banditt diye ifade ediliyor. İzbandot, izbandut veya ızbandut şeklinde de dile getirilmektedir. İtalyanca sbandito sözünün önüne sesli harf getirilerek İsbandit(o) denilmiş, zamanla izbandut, ızbandut veya izbandot olarak telaffuz edilmiştir… Batı Dillerindeki “ban” kök kelimesi, “yasak” oluşu, “kanun dışı”lığı, bir başka ifadeyle de “yoldan çıkmış”lığı belirtmektedir. Sosyal medya hesaplarında sıkça duyulan tabirlerden birinin de “banlamak” şeklinde olduğu malumdur… İtalyanca sbandato (yoldan çıkmış) ve sbandare (yoldan çıkmak) sözleri bulunmaktadır. Kürtçe izbandot (iri cüsseli adam) sözü, Türkçe üzerinden İtalyanca sbandito (haydut) kelimesinden alınmadır. Halk arasında dile getirilen zebella (çok iri yarı veya iri kıyım kimse) kelimesinin zebani (iri cüsseli cehennem bekçisi) kelimesiyle birlikte “izbandut”la bağlantısı olabilir. Bandit (haydut, eşkıya) kelimesi Germenceden yayılmış olabilir. (1)
Gust Must’un “Spor kelimesinin kökeni henüz tam olarak bilinmemektedir” tespiti dikkate alındığında, dolayısıyla da Gotlarla içiçe bir keyfiyette temayüz eden Vikingler hakkında, “sanatçı eserinden daha dikkate değerdir” çerçevesinde bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde, mesela “sporcu” veya “vücudu sporcuya benzer bir biçimde, iyi gelişmiş olan” mânâsına “sportmen” mânâsını da mündemiç izbandut kelimesi, sporun menşei hakkında bize ufuk açıcı bir fikir verebilir. İzbandut kelimesinin, bugünkü anlamının dışında, sportmen kavramından çok farklı bir mânâda gözükmesi, dönemin şartları açısından da çok anlaşılmaz değildir. Nitekim Robert Hessen’in malum tespiti halinde, “spor kelimesi Gotik İncil çevirisinde geçen çok eski bir Almanca kelimedir ve bugün de aynı anlamı taşımaktadır” sözlerinin hemen yanı başında, mesela spor kelimesinin kökenine dair, “açık havaya duyulan özlem, bedenî yetkinlik için gösterilen çaba, Anglo-Norman ırkının haz duyduğu en derin Germen içgüdüleridir” tespiti ne demek istediğimizi daha bir açık etmektedir. Bu arada, içinde yaşadığımız yeni zaman ve mekânda, tez keyfiyetini haiz bir noktada mevzuun nerede düğümlendiğini göstermesi bakımından, burada çok kıymetli bir bilgi ile karşı karşıya kaldığımızı da söylemek isterim. Daha düne kadar, mesela Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasındaki “Akıncı” kavramının süreç içerisinde Barbaros Hayrettin Paşa’nın gazaları üzerinden “Barbar” nitelemesi ile karşı karşıya kalması bir yana, günümüz dünyasında mesela “İstikbal İslamındır” mutlak müjdesine yataklık eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin mücessem bir hale getirilmesinde, mesela “Başyücelik Devleti” mücadelesinin bayraktarlığını yapan Büyük Şahid İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında “Akıncı” kavramına yüklenen mânâ, üzerinde bulunduğumuz mevzuun lübbünü ele veriyor olması bakımından dikkate değerdir. İBDA Mimarı, isim babası olduğu “Akıncı” kavramını sadece günümüz dünyasına taşımakla kalmadı, “Aşina olunan kalıplar üzerinden aşina olunmayan mânâların verilmesi” esprisine de uygun olarak, “Akıncı” kavramına yepyeni bir muhteva zenginliği kazandırmış ve adeta, suret ve mânâ dualitesini ortadan kaldırarak, “Vahdaniyyet” ve “Ehadiyyet” çerçevesinde söylersek, diğer bir ifadeyle de bizzat İBDA Mimarı’nın şahsında tecelli eden “Berzah” hakikati çerçevesinde söylersek, “Suret mânânın aynıdır” hakikatini madde ve mânâ olarak meydan yerine taşımıştır. Bu mevzuya, mevzuun finali olarak ele almayı düşündüğümüz “Akıncı Spor” kavramı üzerinden tekrar değinilecektir.
Sıradışı bir not: İBDA Mimarı’nın eserlerinde sıkça tekrar edilen “iri cüsseli adam” ifade kalıbı çok defa Efendi Hazretleri ile örtüşen bir mânâda da kullanılmaktadır. Tam da bu noktada, meselâ eşkıya veya haydut manasına izbandut kelimesinin anlam genişlemesi üzerinden kabadayı kelimesi ile de örtüştürülmesi pek mümkün gözükmektedir. Bu çerçeveden olarak, meselâ “kendinden zuhur” hikmeti üzerinden söylersek, meselâ bizim Mehdî dediğimiz “beklenen kahraman”ın özellikle de Hıristiyan-Yahudi Batı kültür ve yaşayışı çerçevesinde Deccal olarak karşılanması çok ilginç olsa gerektir. Bu arada, kendisini Efendi Hazretleri’nin “Faal Eli” olarak takdim eden İBDA Mimarı’nın nesep itibariyle de “Horoz: Hurus: Hüsrev: Hükümdar” keyfiyetinde bir “Kabadayı” olduğu hakikati bir yana, çok iyi bir boksör olduğunu da bu arada söylemiş olalım!
Parantezi kapatalım ve mevzuumuza kaldığımız yerden devam edelim.
Viking kelimesinin kökeni eski Norsça “dere” mânâsına gelen “vik” veya eski İngilizcede “kamp” mânâsına gelen “wic” kelimesinden türetildiği düşünülmektedir. Hint-Avrupa dil ailesinden eski Norsçadan türemiş bir Kuzey Germen dili olan İsveççe (Svenska)’de ise “vik” kelimesi, “koy” mânâsına gelmektedir… İngilizcede fiilleri masdar haline getiren “-ing” eki aynı zamanda bizzat İngilizleri de ifade etmektedir. Buradan hareketle denilebilir ki, Viking kelimesi aslında “dere, ırmak, nehir, deniz” vs. gibi yerlerde liman özelliği gösteren koylarda kamp kuran “insanlar” olarak İngilizleri ifade etmek üzere kullanılmış olabilir (mi?). Goth (Gothanes) kelimesinin “İnsanlar” mânâsına geldiğini ve ayrıca, Germen ve Alman kelimelerinin “köken” mânâsına geldiğini de burada hatırlatmakta fayda var.
“Yağmacı” mânâsını mündemiç “Vikingr” kelimesinin erken dönem İskandinav dillerinde “korsan” mânâsına geldiği sözkonusudur. Yukarıda “vik” kelimesinin “koy” mânâsında olduğuna işaret etmiştik. “İngr” kelimesinin ise İtalyancada, dolayısıyla da Latincede “giriş” mânâsında olduğu dikkate alındığında, “yağmacı” mânâsına olan “Vikingr” kelimesinin “koya giriş”, dolayısıyla da “limana giriş” mânâsına “korsan” ifadesiyle de ifadelendirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Ne oldukları, kim oldukları ve nereden geldikleri tam olarak belli olmayan, belki de kendilerini her daim takiyye kültürü üzerinden gizlemek zorunda kalan, dahası belki de lanetlenmiş Yuda Nesebi Yahudi olduklarını gizleyen bir topluluk oldukları dahi düşünülebilir. Bu kanaatimiz, tıpkı dünyada iken “dünyadan dünyaya sürgün” edilen Cin taifesinde olduğu gibi, çok defa “Peygamber katili” olduklarından Allah tarafından lanetlenen Yuda Nesebi Yahudi’nin de dünyada iken “yeryüzüne sürgün” edildikleri üzerinden daha bir anlamlı olmaktadır. Dünden bugüne, özellikle de başta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, pek çok İmparatorluğun sonunu getirip kendi emellerine uygun bir “dünya düzeni” kurmak adına iki dünya savaşıyla doymayıp bir üçüncüsüne yelken açan bugünkü İngiliz ve Yahudi Sermayesi ortaklığı, bizim bu kanaatimizi daha da perçinlemektedir. Gün gelir, İBDA Mimarı’nın bir tespiti hâlinde, “Bâtının zâhire çıktığı bir zaman dilimine girdik” sözü üzerinden “bâtın zâhir olur” ve tıpkı Gotların varisi Vizigotlar (Tervingi)’da olduğu gibi, İngilizlerin de hem Vikinglerin varisi oldukları ve hem de Yuda Nesebi’nden bir demet lanetli oldukları ayan beyan ortaya çıkar. Kimbilir!..
Vikingler Kıta Avrupası'ndan ayrı olarak, İskandinavya'nın bazı bölgelerinde kabileler halinde yaşamaktaydılar. Bugünkü İngilizlerin derin psikolojisini hatırlatan durumlar!.. Başlangıçta Vikingler’in düzenli bir orduları yoktu. Buna karşın kadın erkek her bir Viking tam bir asker gibi yetiştiriliyordu. Vikingli kadınlar hem orduda ve hem de yönetimde eşit haklara sahibtiler. Bu tarz bir anlayış, Kıta Avrupası halkları için çok da alışılagelmiş bir durum değildi. Vikingler hakkında en eski bilgiler Ahmed İbn Fallad'ın seyahatnamesinde geçer. Ahmed İbn Fallad eserinde Vikinglerin korkutucu bir şekilde iri yarı ve güçlü oldukları yazılıdır… Vikinglerin iri yarı veya izbandut olmaları savaşlarda gayet tabii ki de kendilerine büyük bir avantaj sağlıyordu. İskandinavya'dan gemileri ile gelip Rusya'ya yerleşen Vikingler, kürek çeken anlamına da gelen “rus” ismini de Rusya’ya verdiler. Dünden bugüne Rusların niçin bir Yahudi finosu gibi vazife gördüklerinin ipuçları da burada olabilir.
Kıta Avrupası’nda birçok kelimenin kökeni Vikinglere dayanmaktadır. Gemileri ile ünlü Vikingler hızlı ve dayanıklı gemiler inşa etmişlerdir. Uzun gemilerin üzerine oyularak yapılan hayvan başları ise en çok dikkat çeken özelliklerindendi. Bu savaşçı halk ikili ilişkilerdeki sorunlarını düello ile çözerlerdi. Rusya ile özdeşleşen “Rus Ruleti” ve Amerika ile özdeşleşen “Kovboy Düellosu”nun eski bir Viking geleneği olduğu pekâlâ düşünülebilir. Dünden bugüne topyekûn dünya insanını anlaşmalı olarak haraca bağlayan, dahası sanki birbirlerine düşmanmış gibi davranarak dünyanın sevk ve idaresinde “denge amili rolü”nü layıkı veçhile oynayan, yerine getiren Amerika ve Rusya’nın aslında çok daha derinde niçin ortak hareket etmek kabiliyetinde oldukları, Vikingler üzerinden daha bir anlaşılır olmaktadır. Günümüze bakan veçhesiyle, mesela Suriye özelinde söylersek, her iki devletin sanki birbirine düşmanmış gibi davranmaları, aslında daha derinde ortak hareket ettikleri ve bunun da derinliğinde, Yuda Nesebi Yahudi’nin “Arz-ı Mevud: Mekânda vaad edilmiş topraklar” üzerinden Deccaliyyet misyonunun icra edildiği pekâlâ görülebilir. Kapitalizm ve Komünizmin son ve som demlerini yaşayan olarak, mesela Liberalizmin serbest piyasa ekonomisine yelken açıp, iki zıt kutbu (Rusya ve Amerika), “Zıtların Birliği” şeklinde Çin’de cemetme teşebbüsü, Deccaliyyet’in son numarası olarak görülebilir. Yaradılış itibariyle, kalb hakikatinde bitişik tez keyfiyetini haiz ruh kutbunu temsil eden Mehdiyyet karşısında, bizzat antitez keyfiyetini haiz nefs kutbunu temsil eden Deccaliyyet, ruhun yerine kendisini ikame edip tez olmak istemekte ve bundan dolayı da kendi içinde tez ve antitezini de oluşturmak istemektedir. Bu istektir ki, kendisini kalb hakikati yerine koymayı beraberinde getirdiğinden, ister istemez Allah’a ortaklık (Şirk!) iddiasını da beraberinde getirmektedir. “Her şeyin Allah’ın veçhine karşı helakta olduğu” mutlak hakikati dikkate alındığında, Deccaliyyet’in son kertede kendisini helak olmaya doğru taşıdığı çok bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Mehdiyyet’in temsil iddiası “İlahlaşmak” değil, “İlahîleşmek” olduğundan, her türlü kazanan taraf olarak varlık kazanacaktır. Hal böyle olunca, istikbale sarkan yönüyle, meselâ 21. Yüzyıl dünyasında sporda “Modern Spor” kavramının yerini “Akıncı Spor” kavramına bırakacağını, bırakmak zorunda kalacağını şimdiden söyleyebiliriz. Allah Büyük!
Dipnot
http://aksozluk.org/izbandut
Baran Dergisi 777. sayı